Zorbalığın Gölesinde Doğan Güç: Kudret. Film Ekibiyle Özel Röportaj

Yazan: Berna Balkaya

62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni arkamızda bırakmış olsak da, izlediğimiz yapımlarla hala aklımızda diyebilirim. Bu sene yine birçok uzun metraj, belgesel ve kısa metraj film izledik. Aklımda en çok kalanlardan biri ise şüphesiz ki kısalarda en çok dikkatimi çeken “Kudret” filmi oldu. İzleyiciyi en çok sarsan yapımlardan biri olan Kudret, sanayi atölyesinde köpeğiyle kendi halinde yaşayan bir bekçinin gündelik sessizliğinin, mahallenin serserisinin uyguladığı şiddetle parçalanmasını konu alıyor. Zorbalığa karşı koyamayan Kudret’in içine çöken çaresizlik, film boyunca derin bir sessizlik olarak yankılanıyor. Ancak bir gece “polis abileriyle” çıktığı beklenmedik bir gezide yaşananlar, hem Kudret’in hem de izleyicinin dünyasını tamamen ters yüz ediyor.

Kudret; güç, adalet, şiddet ve dönüşüm kavramlarını bir arada yoğuran, karakterinin içsel kırılmalarını dış dünyayla buluşturan bir film. Hem politik hem kişisel bir alanı aynı anda kurmayı başaran yapım, kısa film formunda nadir görülen bir yoğunluk sunuyor. Ben de bu yoğunluğu yaratan ekiple bir araya geldim; filmin yaratım sürecini, Kudret’in dünyasının nasıl kurulduğunu, karakterin dönüşümünün arkasındaki motivasyonları ve setin atmosferini onlarla konuştum.

Filmde Bekçilik yapan Kudret karakterinin bir sanayi atölyesinde – görece – sakin bir hayat yaşadığını ama bir yandan da bir karakter tarafından şiddet gördüğünü izliyoruz. Hikayenin böyle bir mekanda geçmesini seçme sebebin neydi? Mekanın hikayeye olan katkısını nasıl kurguladın?

Mehmet Oğuz Yıldızım (Yönetmen): Sanayi atölyesini özellikle seçtik çünkü hem kentin kaosundan uzak gibi duran hem de aslında onun gürültüsünü içinde taşıyan bir yer. Şehirde gündüz boyunca bizi boğan trafik, makineler, kalabalık… Hepsi gece olunca farklı bir yankıya dönüşüyor. Atölyeyi gecede kurmamın sebebi buydu. Gürültü azalıyor ama tamamen kaybolmuyor; metalin titreşimi, floresanın cızırtısı, uzaktaki motor sesleri bir tür “görünmeyen baskı” gibi ortamın içine siniyor. Bu atmosfer, Kudret’in hem sakinmiş gibi görünen rutinini hem de içinde sıkıştığı duygusal alanı çok net taşıyor. Mekanı hikayeye dahil ederken onu sadece bir çalışma alanı olarak değil, karakterin psikolojisini sıkıştıran bir çerçeve olarak düşündüm. Rafların, demir kapıların kadrajda Kudret’i daraltmasını özellikle istedik. Atölye, Kudret’in iç dünyasını dışarıya vuran bir yüzey gibi çalışıyor. Kentin bitmeyen gürültüsünün bir parçası ama aynı zamanda onun yalnızlığını daha görünür kılan bir boşluk. Bu çelişki benim için hikayenin en kritik atmosferini oluşturdu.

Kudret’in beklenmedik gücü kazandığı an sinematik olarak nasıl bir kırılma olmalıydı? Kamera hareketi, ses, ışık ya da montajla bu dönüşümü nasıl vurguladın?

Mehmet Oğuz Yıldırım: Kudret’in beklenmedik gücü kazandığı anı özellikle “abartılı” bir dönemeç olarak değil, içten içe bir kırılma olarak kurmak istedim. Çünkü filmdeki güç duygusu zaten yüksek sesle gelen bir şey değil; sessizce büyüyen, insanın içine çöken bir his. Bu yüzden sinematik tercihlerde de ani bir patlama yerine, küçük ama etkisi giderek genişleyen bir değişim yaratmaya çalıştım. Kamera hareketinde, o ana kadar Kudret’i hep biraz uzaktan takip eden daha kontrollü bir yaklaşım vardı. Gücü kazandığı sahnede kamerayı ona fiziksel olarak biraz daha yaklaştırarak, nefesinin ve bedeninin ağırlığını hissettirmek istedik. Yani kırılma, kameranın “yakınlaşmasıyla” görünür oldu. Kudret’in beklenmedik gücü kazandığı anı seyirciye hissettiren en temel unsur aslında teknik tercihler değil, Fırat’ın oyunculuğuydu. Çünkü bu dönüşüm, dışarıdan büyük bir patlama gibi görünse de özünde çok içsel bir kırılma. Fırat o anı öyle bir yerden kurdu ki, güç duygusunun önce gözlerinde, sonra nefesinde ve bedeninin küçük gerilimlerinde belirdiğini net bir biçimde görebiliyorsunuz. Biz kamera, ışık, ses ve montajla bu değişimi destekledik ama kırılmanın kendisini taşıyan şey Fırat’ın o “mikro ifadeleri” oldu. O ana kadar daha içine kapanık, hatta biraz silik görünen Kudret, Fırat’ın bedeninde bir anda ağırlığını arttırıyor; omuzları milim dikleşiyor, bakışı sertleşmiyor ama derinleşiyor. Seyircinin “bir şey oldu” demesini sağlayan şey tam olarak bu küçük ama çok etkili kayma. Kamera olarak biz sadece bu dönüşüme saygı duymaya çalıştık ve buradaki kırılmayı oyunculuk üzerinden vermek istedik ve üzerine çok çalıştık. Fırat gerçeken çok yetenekli bir oyuncu.

Şiddet ve zorlama sahnelerini gösterme/örtme tercihlerini nasıl belirledin? Etik açıdan oyuncuların ve izleyicilerin hissiyatı ne olsun istedin?

Mehmet Oğuz Yıldırım: Şiddet ve zorlama sahnelerinde en başından beri kendime koyduğum sınır şuydu: Seyirciyi sarsmak istiyorum ama sömürmek istemiyorum. Bu yüzden ne şiddeti göstermekten kaçınan steril bir dünya kurdum ne de seyircinin üzerinde abanacak kadar çıplak bir şiddet tercih ettim. Bu sahnelerde amaç birilerini şoke etmek değil, güç ilişkilerinin görünmeyen, gündelik ve hatta sıradanlaşmış halini göstermek. Bu yüzden fiziksel şiddetin kendisini uzun uzun göstermedik. Şiddet ve zorbalama sahnelerini tasarlarken en temel kriterim hem oyuncuların hem izleyicinin duygusal bütünlüğünü korumaktı. “Kudret”te şiddeti göstermek için değil, şiddetin nasıl normalleştirildiğini sorgulamak için sahneler kurduk. Oyuncular açısından en hassas olduğum şey, kendilerini hem fiziksel hem duygusal olarak güvende hissetmeleriydi. İzleyiciye geçmesini istediğim hissiyat ise şu: Şiddetin kendisi değil, şiddetin sistemi. Yani olayın tek bir insanın öfkesiyle sınırlı olmadığı; mekanın, düzenin, gücün, bakışların, sessizliğin de bu şiddetin parçası olduğu duygusu. Seyirci o sahneleri izlerken rahatsız olsun ama travmatize olmasın çünkü o rahatsızlığın yönü karaktere ve filme doğru olmamalı.

Oyuncu yönetimi ve prova sürecinde köpekle etkileşim, susturma ve çözülme anlarını nasıl çalıştınız? Oyunculara rehberlik ederken hangi metaforlar işe yaradı?

Mehmet Oğuz Yıldırım: Filmde kullandığımız köpek, set ortamı için özel olarak eğitilmiş bir köpekti. Eğitmeni de tüm süreç boyunca bizimle birlikteydi. Çekimlerden önce Eight ve Fırat’ı elbette tanıştırdık ve birlikte zaman geçirmelerini sağladık; çünkü önce aralarında bir güven bağının kurulmasını istedim. Bu bağ, özellikle gerilimli sahnelerde ikisinin de rahat hareket edebilmesinin temeliydi. Eight’ten bazı sahnelerde hayal ettiğimizden çok daha iyi performans aldık. Fakat eğitimli olmasına rağmen zaman zaman bizi zorlayan anlar da oldu. Sonuçta yaptığı şey oyunculuk değil komutları yerine getirmekti. Bu durumlarda sahneyi tamamen köpeğin konforuna göre yeniden şekillendirdik; hiçbir zaman onu duygusal ya da fiziksel stres yaratacak bir noktaya itmedik. Oyunculara yaklaşımım ise hep aynı. Sahneyi, karakterin durumunu ve istediğim duygunun ana eksenini açıkça anlatıyorum ve çerçeveyi çiziyorum. Geri kalan kısmı mutlaka oyunuya bırakırım. Çünkü bir duygunun gerçekten oyuncunun içinde doğmasını istiyorum, dışarıdan dayatılmasını değil. İstediğim duyguya ve oyuna oyuncunun kendisinin ulaşması için pay bırakıyorum. Bu yöntem sette biraz zaman alıyor evet, çünkü çok tekrar gerekiyor. İstediklerimde ısrar ediyorum fakat kendimi de farklı oyunlara kapatmıyorum çünkü oyuncunun yaratıcı katkısına gerçekten inanıyorum. Ayrıca iyi bir hazırlık süreci olmadan o organik hissi yakalamanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Oyunculukta ise benim kişisel düşüncem “ne saklarsan çoğalır” ve böylelikle daha doğal bir sonuca ulaşılabilir şeklinde düşünüyorum, en azından şimdilik.

Post-prodüksiyon aşamasında filmin “suskunluk” ve “yüksek ses” arasındaki ritmi nasıl kurdunuz? İzleyicinin deneyimini etkileyen en önemli karar hangisiydi?

Mehmet Oğuz Yıldırım: Post-prodüksiyonda bizim için en kritik noktalardan biri de ses tasarımıydı. Çünkü “Kudret” zaten doğası gereği bir gürültü filmi değil, daha çok gürültünün içinden gelen sessizlik ve sessizliğin içinden sızan zorbalıklar üzerine kurulu bir hikaye. Bu nedenle kurguda ve ses tasarımında ritmi matematiksel bir formülle değil, karakterin psikolojisine göre şekillendirdik. Sessizilikleri, seyircinin üstüne çöken bir boşluk gibi tasarlamadık, tam tersine karakterin iç dünyasına doğru çekildiği anlar olarak kurduk. Filmi duyusal bir sarmala dönüştürmek istedim. Yani sesin, sessizliğin, ritmin ve boşluğun birlikte çalışarak seyirciyi hikayenin içine doğru çekmesi. Filmi izleyen biri, sahnenin “ne olduğunu” değil, nasıl hissettirdiğini hatırlasın istedim.

Yapım sürecinde en büyük zorluk ne oldu ve bu zorluk nasıl aşıldı?

Ahmet Toğaç (Yapımcı): Elbette ki birçok proje için zorluk finans konusunda oluyordur. Bu konuları tekrar etmek yerine bizim filmimize özgü zorluk ve çözüm önerilerinden bahsetmek istiyorum. Yönetmenin Kastamonu’da yaşaması ve filmi İstanbul’da çekmek istemesi nedeniyle yaşadığımız uzaklık, İstanbul’daki ön hazırlık aşamasında bazı yaratıcı kararların alınmasını zorlaştırdı. Örneğin Mehmet, mekan seçimi konusunda benim elememden geçen yalıtılmış seçenekler arasında kararlarını vermek durumunda kaldı. Bu zorluk da aslında yapımcı olarak benim yaratıcı sürece olan doğrudan katkımla çözülmeye çalışıldı. Çünkü kendi yönetmenliğini yaptığım filmlerde mekan benim için çok kritik bir konudur. Mekan içinde hazırlığa da çok önem veririm. Ancak bu filmde Mehmet’i olabildiğince hazır bir mekana davet etmek için belki bir yapımcının yapması gerekenden fazla çaba gösterdim. Onun da benim kararlarıma güvenmesi ve mekan konusunda önerilere açık olması bu zorluğu aşmamızı kolaylaştırdı.

Proje bütçesini ve kaynak kullanımını yönetirken hangi öncelikleri koydunuz? Özellikle hayvan, oyuncu ve sokak çekimleri için güvenlik/izin konularını nasıl organize ettiniz?

Ahmet Toğaç: Henüz projeye yapımcı olarak dahil değilken ama öte yandan Mehmet ile film üzerine sııkça haberleştiğimiz zamanlarda “Kudret” zaten Kültür Bakanlığı desteğine hak kazanmıştı. Kaynak yönetimi konusunda önceliğimiz prodüksiyonu eksiksiz bitirebilmek oldu. Bütçemiz her çalışana ve her malzemeye sektör çıtasında ödeme yapmamıza müsaade etmiyordu. Yine de neredeyse bir stüdyo gibi kullandığımız “Hürsan Treyler”nsahipleri ve mekan sorumlumuz Seyfettin Tayfur sağ olsun mekan konusunda elimizi öyle rahatlattılar ki biz de kaynaklarımızı diğer unsurlara layıkıyla harcayabildik. Sorunun güvenlikle ilgili olan ikinci kısmında ise odağımız sıkı bir ön hazırlık ve sigorta konularındaydı. Oyuncumuz Fırat’ın köpek eğitmeni ve yönetmen eşliğinde Eight ile geçirdiği vakitlerin ise bir alışma süreci sağladığı düşüncesindeyim. Sanayi bölgesinde ve genellikle gece saatlerinde çekim yapmak bence en dikkat edilmesi gereken güvenlik sorunuydu. Tek bir mekanın farklı alanlarında olmamız ve o mekanın çevresindeki yolları veya sokakları kullanmamız yine doğru ön hazırlık sonucundaki seçimlerimizle gelişti. Bu şekilde ekip, sınırları çok belirli alanlar çevresinde konumlanabildi. Hangi sokağı hangi çekim günü kullanacağımızı bildiğimiz için de izinler konusunda sadece bürokratik süreçleri yürüttük.

Role hazırlanırken hangi teknik ya da duygusal çalışmaları yaptın? Kısa filmin yüksek gerilimli ama içe dönük doğası için nasıl hazırlandın?

Fırat Kaymak (Oyuncu): Bir teknik veya duygusal bir çalışmayla kendimi manipüle etmiyorum. O an orada olmam gerektiği dışında pek bir şeyle ilgilenmemekle meşgul olmayı tercih ediyorum. Bu sanırım iki soru için de ne demek istediğimi açıklıyordur.

Kudret karakteri ve köpeğin ilişkisini ve şiddet sahnelerini canlandırırken hangi hazırlıkları yaptın? Özellikle köpekle çalışma sürecinden biraz bahsedebilir misin lütfen.

Fırat Kaymak: Eight’le çalışmaktan ziyade geri kalan herkesle çalışmış olmanın daha duygusal ve derin bir anlamı var benim için. Sonuçta o tamamen komutları yerine getirdiği teknik bir bölümde bize eşlik etti. Ortaya çıkan sihirli bağ tamamen sinemanın becerisi. Diğer taraftan bütün emeğiyle bu üretim sürecine katkı sağlayan ekip arkadaşlarımdı. Yaptıkları işle kurdukları duygusal bağa olan inançları gerçekten etkileyici ve tabii ki bu bir felakete yol açabilecekken hepsinden önce bunun bir iş ve insani değerlerin hepsinden önemli olduğuna dair müthiş zihinsel kavrayışları insana güven veriyor. Sanırım bir oyuncu olarak da şahsen en çok buna ihtiyaç duyuyorum. Adımın o siyah ekranda beraber yazdığı herkesle bu yolda yürümüş olmak benim için minnet ve gurur meselesi. Birçoğunun ismini ilerleyen zamanlarda daha fazla duyacağınıza neredeyse eminim.

Filmin görsel dilini tasarlarken hangi referanslar/estetikler etkili oldu? “Sessizlik” ve “dönüşüm” temalarını kamerayla nasıl ifade etmeyi planladın?

Nusret Emre Bilgin (Görüntü Yönetmeni): Mehmet’in senaryo aşamasında izlememi istediği filmlerden özellikle Dogman (Matteo Garrone, 2018), kameranın karakter ile olan ilişkisinde belirleyiciydi. Hikaye olarak benzerliklerin yanında karakterin özellikle tek başına olduğu sahnelerde bu filmdeki görsel dil bizim sette hep aklımızdaydı. Bu tip referans filmleri yönetmenlerden edinmeyi seviyorum. Çünkü bu referanslar hem senaryodaki görsel dünyanın nasıl hayal edildiğinin hem de yönetmenle daha önce çalışmadıysam onun sinemaya olan bakışının bir aracısı oluyor. Sorudaki temalardan ise sette bizim de sözünü en çok ettiğimiz kavram gerçekten dönüşümdü. Karakterin filmin başından sonuna kadar geçirdiği dönüşüme paralel olarak her sahnenin kendi ritmi içinde küçük dönüşümler de var. Örneğin aynı sahnedeki bazı çekimlerin daha sarsıntılı, bazı planların daha yumuşak olması ya da kimi zaman nefes alan bir kamera hareketi veya sabit kadrajları yine aynı sahne içinde kullanmak bu dönüşümün işaretleriydi. Sessizlik ise daha ziyade mekanı kullanma biçiminden gelen bir durumdu. Kamera ile sessizliği tek başına inşa etmek pek mümkün değil. Post-prodüksiyon aşamaları olmadan bunu görsel tasarımla gerçekleştiremeyiz. Mizansenlerimizi karakterin yalnızlığını gösterecek şekilde tasarladık. Sessizliği asıl inşa edense kurgu, ses tasarımı ve müzik unsurlarıdır.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir