Bir Belgeselin Kendine Bakışı: Feyyaz Yıldırım’la The Making of Michel Petite Üzerine

Yazan: Berna Balkaya

Geçtiğimiz ay 62. Uluslararası Antalya Film Festivali’nde birbirinden değerli yapımlar izledik. Benim en çok aklımda kalanlardan biri ise kesinlikle Feyyaz’ın kurmaca – belgesel filmi “The Making of Michel Petite”iydi. Otokurmaca hikayeleriyle tanınan bir yazar üzerine çekilen bir belgesel gibi başlayıp, kendi yapım sürecini görünür kılan bir metafilme dönüşüyor yapım. Yönetmen, belgeselin içinde beliren müdahaleleri, kurgu süreçlerini ve röportaj yapılan kişilerin yönlendirmelerini açığa çıkararak, bir belgeselin nasıl yapıldığı kadar, “nasıl” anlatıldığı sorusunu da ortaya koyuyor.

Bu çok katmanlı yapı, belgeseli klasik bir “yazar portresi” olmaktan çıkarıp, belgeselin kendi doğasına dönük bir sorgulamaya dönüştürüyor. Gerçeklik, kurmaca ve temsil kavramlarının sürekli yer değiştirdiği yapımda yönetmen, kendisini de bu döngünün içine dahil ederek izleyiciyi pasif bir tanıktan çok sürecin parçası haline getiriyor. Gelin belgeseli, çekim sürecini ve yönetmenin sinema serüvenini bir de kendisinden dinleyelim.

Not: Röportaj “spoiler” içerir.

Feyyaz aslında sen telekomünikasyon mühendisliği alanında çalışıyorsun. Sinemaya yönelme motivasyonun neydi? Sinema hayatında nasıl bir yer tutuyor?

Üniversitede mühendislik okurken aynı zamanda münazara kulübündeydim. Felsefe, psikoloji ve sinemayla ilgilendim. Mühendislik bittikten sonra felsefe yüksel lisansına başladım ancak akademinin sandığım kadar yaratıcı bir alan olmadığını fark ettim. Aynı şeyleri daha özgür şekilde sinemada yapabileceğimi anladım. Sinema benim için bir düşünce paylaşma ve tartışma alanı aslında. Ve bunu hayatın detaylarıyla işlenmiş şekilde daha geniş bir spektrumda yapabileceğim bir yer. O yüzden sinemaya çok daha sanatsal ve felsefi bir yer atfediyorum ve böyle filmleri seviyorum.

Yönetmenlik, mühendislik gibi rasyonel bir disiplinden oldukça farklı bir alan. Bu iki dünyanın sende nasıl bir etkileşimi var? Birbirini besleyen taraflarının olduğunu düşünüyor musun?

Sinemanın en sevdiğim yanı çok farklı alanlarda üretim yapılabilmesi. Sıkılmamak için çok fazla sebep var. Mühendislikten farklı olarak; felsefe, psikoloji, edebiyat, fotoğraf, görsel tasarım gibi alanlarda uğraşmak beni dinlendiriyor ve kendimi bulduğum kaçış noktalarım oluyor. Mühendislik disiplininin işe yaradığı noktalar da var. Aslında film yapmak teknik bir işin içinde sanat yapmak gibi biraz. İş makinesi kullanırken şiir yazmak ya da kod yazarken resim yapmak gibi. Buralarda mühendisliğin avantajlarını kullanyorum.

“The Making of Michel Petite” oldukça özgün bir yapıya sahip. Belgesel; bir karakter üzerinden başlayıp, giderek üretim sürecini konu alan bir metafilme dönüşüyor. Bu fikrin çıkış noktası neydi?

Aslında belgeseli eleştiren bir film yapayım fikri üzerinden başlamadı süreç. Uzun metraj projem için Eyüp mezarlığına mekan bakmaya gittiğimde buradaki imgeler üzerinden başladı diyebilirim. Sonra bir yazarın hayatını anlatan bir yönetmen fikri geldi aklıma. Bunlar bir şekilde birleşti, bu mezarlıkla bir bağlantısı olan ve otokurmaca hikayeleri olan bir yazar diye düşündüm ve Pierre Loti tam da aradığım kişi olarak çıktı. Ve sonrasında benim için her yaratım sürecinde olduğu gibi kırılma noktalarını çok da hatırlamadığım bir şekilde bir yol çıktı önüme. Filme son halini verirken hiç hesap etmediğim halde bunun ilerideki projelerimle de benzer paternler içerdiğini fark ettim. Zihnim konuyu bir şekilde istediği yere getirdi diyebilirim.

Michel Petite karakteri kurgusal ama film boyunca sanki gerçekten yaşamış biri gibi hissediyoruz. Gerçek ile kurmaca arasındaki bu geçirgenliği nasıl kurdun? İzleyicinin bu konuda nerede durmasını istedin?

Evet, yaşamış biri gibi hissedilmesinden çok memnunum. Google açtıran insanları ve filmleri severim. (Gülümseme) Filmin başında sokak röportajlarında onu tanıyan insanların olması da aslında bu karakteri biz yarattıktan sonra onun gerçeğe dönüşmesini anlatıyor. Çünkü film tüm documentary’lerin aslında özü gereği kurgusal olduğunu, yani bir bakıma mocumentary olduğunu iddia ediyor. Ama bu kurgusal documentary’ler (yani mocumentary’ler) gerçeği tam olarak temsil etmese de onu yaratıyor. Böylece belgeselin nesnesiyle bitmemiş bir filmin sonunu belgesel aracılığıyla yaratıyoruz. Fakat biz yarattıktan sonra o film artık var oluyor. Tıpkı Michel Petite gibi.

Belgeselin bir noktadan sonra kendi kamera arkasını göstermesi seyirciyi sürekli filmin içinde tutuyor. Bu yapısal tercihi niçin yapmak istedin?

Film yapımını gösteren metafilm örneği sinema tarihinde mevcut. Ancak üçüncü bir katman ekleyip bu metafilmin de kamera arkasına geçen bir film bildiğim kadarıyla yok. Seyirciyi bu durumla baş başa bırakmak ve gerçek görüntüler izlediği için bu deneyimle ne yapacağına karar veremesin isedim. Böyle bir filmde görebileceği en gerçek görüntüleri vermek istedim.

Filmde hem belgesel anlatımına hem de kurmaca sinemanın estetiğine göz kırpan bir dil var. Bu hibrit yaklaşımını oluştururken nelere dikkat ettin?

Hem sinematografik hem renk olarak katmanlar arasında gittikçe gerçeğe yaklaşan bir dil olmasına dikkat ettim. Müzik geçisinin de bu yapının bozumuyla uyumlu olması önemliydi tabii.

Çekim sürecinde özellikle zorlandığın veya seni çok düşündüren aşama neydi?

Kesinlikle senaryo ve kurgu. Çekim sürecinde bile senaryoya dair ihtimaller ve sorular devam etti. Filmdeki her katman zorluğu iki kat arttırdı. Bir katmanda senaryoya bir cümle eklediğimde bunun diğer katmanlara ve filmin toplamına etkisini düşünmek zorundaydım. Yeni bir yapı denediğim için kurguda da her ihtimale açık bir yapı vardı. Bilindik kodlarla ilerlemeyip film yapmayı yeniden keşfettiğimiz bir süreç oldu. Bu yüzden de epey uzun sürdü.

Filmde manipülasyon kavramı hem röportaj yapılan kişilerin hem de yönetmenin müdahaleleri üzerinden sıkça karşımıza çıkıyor. Gerçekliğin temsilinde “manipülasyon” sence ne kadar kaçınılmaz?

Tamamen kaçınılmaz. Her şeyden önce insan zihni kendi kendine zaten manipülatif. Somut bir gerçeklikten herkesin almayı tercih edeceği noktalar farklı olabilir. İşimize gelen şeylere dikkat edip hatırlamayı tercih edebiliriz. Hafızamızdakiler farklı olsa bile bu bilgiyi görünür kılmayabiliriz. İnsan çıkarları için yaşayan bir varlık, manipülasyon ise hayatta kalma iç güdüsü için bir araç.

Bu filmdeki metasinema yapısı, yazar Michel Petite’in anlatı teknikleriyle de paralel ilerliyor. Sence edebiyat ve sinema arasında nasıl bir ilişki var? Bu film o ilişkinin neresinde duruyor?

Şüphesiz “öykünün tiranlığını” yaşarken bu ikisi ayrılmaz bir ikili. Ancak ben edebi bir eserin sadece görselleştirilmek amacıyla sinemaya aktarılmasını anlamsız buluyorum. Sinema, insanın hikayeciliğe karşı olan zaafını kullanıyor. Filmini izlemek yerine kitabını okuyabileceksem ve bu daha iyi bir seçenekse o filme sanatsal açıdan gerek olmadığını düşünüyorum. bir film ancak sinema araçlarıyla yapılabilen ve bundan başka hiçbir şeyle yapılamayacak bir şey olmalı. Tüm sanat eserlerinde olduğu gibi başka bir forma çevrildiğinde bir şeyler kaybetmeli. Ben de Michel Petite’i (yani aslında Pierre Loti’yi) bu açıdan ele aldım. Onun edebiyatta yaptığı şeyi sinema araçlarıyla tekrar ederek onu anlatmış olduk.

The Making of Michel Petite” sonrası nasıl projeler düşünüyorsun? Belgesel anlatısı içinde kurmaca öğelere yer vermeye devam edecek misin?

Bir daha belgesel yapacağımı düşünmüyorum. Fakat gerçekle kurmacanın iç içe geçtiği kurmaca filmler olabilir tabii. Kısa film yaparsam eğer böyle bir projem var. Uzun metraj kurmaca projelerim de var. Hangisi daha önce somutluk kazanırsa oradan devam edeceğim.

62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde seyirciyle buluştu belgeseliniz. Ekip olarak siz de oradaydınız. Festival sizin için nasıl geçti? İzleyicilerden ve eleştirmenlerden nasıl tepkiler aldınız?

Beklediğimden iyi tepkiler aldım, hatta bir şeyleri yanlış mı yaptım diye düşündüm. (Gülümseme) Herkese hitap eden bir film olmadığı için bu kadar olumlu tepki almasını beklemiyordum. Aslında essay film olmasının yanında eğlenceli de bir film olduğu için sevildi sanırım. Alışıldık bir yapısı olmadığı için anlaşılması yönünde kaygım vardı ama genel olarak çok doğru yerden anlaşıldığını da gördüm ve bu da ayrıca mutlu etti beni.

Son olarak, bu filmi ilk kez izleyecek olan birine ne hissettirmek istersin? Filmin ardından izleyicinin aklında ne kalmasını umut ediyorsun?

Soru işareti.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir