62. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni yarın arkmızda bırakıyoruz. Festival boyunca birçok kısa film, belgesel, ulusal ve uluslarası yarışan film izledik. Bu sene festivalin en çok beklenen filmi de hiç kuşku yok ki Özcan Alper’in Erken Kış filmiydi. Özcan Alper, Türk sinemasında şiirsel dili, duygusal derinliği ve insanın iç dünyasına yolculuk yapan hikayeleriyle kendine özgü bir yerde duruyor. Bu yüzden de Erken Kış, daha izlemeden bile izleyici üzerinde bir “ağırlık” bırakıyor.
Öncelikle Timuçin Esen ve Leyla Tanlar’ın oyunculukları üzerine birkaç kelam ederek başlamak istiyorum. Bildiğiniz üzere filmde ya da sahnede oyuncu sayısı azaldıkça oynayanların omuzlarına daha fazla yük biniyor. İşte bu iki oyuncu da filmi şahane sırtlamışlar ve tüm film boyunca tek bir falso vermeden yollarına devam ediyorlar. Karakterlerin arasındaki duygusal ve cinsel gerilim filmin başından sonuna kadar hissediliyor.

Filmin konusuna gelecek olursak eğer; içinde çok yakın bir tarihi, Ukrayna – Rusya savaşının izlerini barındırıyor. Ukrayna kökenli genç bir sanatçı olan Lia, İstanbul’da Ferhat ve Handan isimli bir çiftle taşıyıcı annellik konusunda anlaşıyor. Fakat bebek doğduktan çok kısa bir süre sonra Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş patlak verince, Lia bir süre daha İstanbul’da kalmak zorunda kalıyor. Taşıyıcı annelikle birlikte Avrupa hayalleri kuran Lia, bir yandan da doğurduğu bebeğinden ayrılmak istemiyor. İşte film tam da bu noktada, erkek karakterimizin Lia’yı Gürcistan sınırına bırakmak için yola çıkmalarıyla başlıyor.
Film; adına yakışır bir şekilde, karanlık bir atmosferde geçiyor. Yol boyunca uğranılan mekanlar adeta iki kişinin yalnızlığını tasvir eder şekilde seçilmiş gibi. Duyguların gerçeklerle iç içe geçtiği, hatta zaman zaman birbirleriyle savaştığı bir yol filmi de diyebiliriz Erken Kış için. Karakterlerin sürekli kapatmak istediği fakat bir türlü kapatamadıkları o duygusal yakınlıkları filmi daha da karanlık bir yerde konumlandırıyor. Yönetmen bu mesafeyi kimi zaman uzun planlarla, kimi zamansa sessizliğin içinde bıraktığı sahnelerle anlatıyor. Doğa ve insanın bağı bu filmde insani duyguları anlatmak için güçlü bir araç olarak kullanılıyor. Kamera sisli ormanlarda ve karla kaplı dağlarda gezindikçe, insanın içsel yalnızlığına dair hissettiği o güçlü duygu da büyüyor. Film görsel olarak fazlasıyla güçlü, hatta bir tablo gibi tasarlanmış da diyebiliriz. Erken Kış, doğayı sadece bir fon olarak kullanmıyor; aynı zamanda karakterlerin ruh hallerini yansıtmak için de bir ayna görevi görüyor.

Filmi izlerken aklımdan geçen bir iki noktadan da bahsetmek isterim tabii. Konusu itibariyle – taşıyıcı annelik – bir kadın filmi izleyecekmişiz hissiyatı veren bir filmde; yine sıkışmış ve kendini kısır döngünün içinde bulmuş bir erkek hikayesi izledik. Bu da akıllara şu soruyu getiriyor: biz kadınların hikayesi anlatılırken bile bir erkeğe mi ihtiyacımız var? Bir de elbette yönetmenlerin oturmuş bir üslupları olsa da acaba artık beyaz perdede yeni ve farklı bir şeyler mi görsek diye de düşünmedim değil. Hatta şöyle tatlı bir an yaşandı; salonda yanımda oturan bir Antalya film izleyicisi bey, “sinema çok kendini tekrarlamaya başladı, ben artık aykırı şeyler izlemek istiyorum” diye yorum yaptı sohbetimiz esnasında. Belki bu yorumu dikkata almak isteyen yönetmenler olacaktır.
Sonuç olarak Erken Kış, bu sene Antalya Film Festivali’nin öne çıkan yapımlarından biriydi. Eğer sezgilerim beni yanıltmıyorsa festivalden de en az bir ödülle dönecektir diye düşünüyorum. Yalnızlık, sıkışmışlık, derin duygular ekseninde devam eden film; ucundan azıcık da olsa savaşın insan üzerindeki tahribatını da beyaz perdeye yansıtıyor. Genel olarak Antalya izleyicisinden geçer not alan film için jürinin ne karar vereceği benim için de bir merak unsuru.

Bir festivali daha arkamızda bırakırken şimdiden bir sonrakinde hangi filmleri izleyeceğiz diye heyecanlanmaya başladık. Bizi heyecanlandıran yönetmenlerin filmlerini festivallerde izlemek en güzel motivasyon biçimlerinden biri. Özcan Alper gibi sinemasını çok sevdiğim bir yönetmeni de izlemek her zamanki gibi şahane bir deneyimdi. Ama dediğim gibi sanki artık biraz yeni dokunuşlar ve farklı perspektiften bakmak gerekiyor biraz da. Belki de siz bu yazıyı okuduğunuzda çoktan ödüller verilmiş olur ve Özcan Alper’in filmi birden fazla ödüle layık görülür. Kim bilir…
