Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?: Paralel Evrende Bir Bambi Hikayesi

Yazan: Hilal Işık

2007 yılında yayımlanan Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?, Perihan Mağden‘in diğer eserlerinden de tahmin edileceği üzere bir anne-kız ilişkisi konu almakta. Kitapta Bambi hariç, kimsenin adı verilmemekte ve olay örgüsü düz bir çizgi halinde ilerlememekte. Anlatıcı ise romanın kahramanı Bambi. Kitapta Mağden’in amacı Bambi, annesi ve Bambi’nin ananesinin açtığı travma ile üç nesildir devam eden sorunlu aile içi ilişkileri odak noktasına almak. Fakat Ertan Kurtalan tarafından uyarlanan dizinin ilk bölümünden itibaren izleyenin odaklanması için sunulan şey cinayetlerin kim tarafından, hangi dürtü ile ve nasıl işlendiğinin çözülmesi haline gelmiş adeta.

Uyarlamada Melisa Sözen tarafından şahane bir oyunculukla canlandırılan psikopat anne, Ercüment Çözer’den hallice bir şekilde, kızına zarar verdiğini veya saygısızlık ettiğini düşündüğü herkese karşı içindeki yok ediciyi ortaya çıkartan bir seri katil. Annenin işlediği tüm cinayetlerin motive ise “ay birimi” adını verdikleri, pedagojik olarak yadi dolmuş olmasına rağmen aşırı simbiyosis haldeki ilişkilerini korumaktır. Çünkü diğer insanlar “takma ruhlu kötü kalabalıklar”dır. Bu yüzden “güzel kızın annesi”, onu “Hollywood canavarı” ve “cennetteki yılan” dahil tüm kötülüklerden korur. Bambi’den tek istediği “göçerten sorular” sormamasıdır zira “göçerten sorular”, “ağır yürek günlerine” sebep olur.

Dizinin güçlü yanlarından bahsedildiğinde, yukarıda da bahsettiğim gibi, ilk akla gelen Melisa Sözen‘in oyunculuğu oluyor. Tüm o diyaloglara, tekrarlara ve senaryodaki tutarsızlıklara rağmen yoğun şekilde psikolojik sorunlar yaşayan, hastalıklı anneyi o kadar iyi canlandırmış ki sayesinde sıradanlık aşılabilir hale gelmiş. Okuduklarıma göre Perihan Mağden; bir insanın yapabileceği en uç şeyin birini öldürmek olduğunu düşünürmüş ve Melisa Sözen o uçta yaşayan kişiyi izleyene başarılı bir şekilde aksettiriyor. Bölümler boyunca insanı boğan, rahatsız eden tekinsizlik hissinin madde bulmuş hali o adeta. Öte yandan güzelliği ile Tuğçe Durak’ı hatırlatan Eylül Tumbar‘ın da ilk ciddi oyunculuk denemesi olduğunu düşünürsek performansını tebrik edebiliriz.

Dizinin ikinci bir güçlü yanı ise mekan seçimleri. Gerek deniz kıyısındaki oteller gerek Kapadokya ve İstanbul’da seçilen mekanlar sayesinde sinematografik açıdan güzel kareler yakalanmış. Uluslararası pazarda yayınlanması için çekilen bu yapımın Türkiye’nin başarılı bir turistik reklamı olduğu bir gerçek. Şahsi görüşüm en çok izlenen listelerine girişinde görsellerin büyük katkısı olduğu yönünde.

Güçlü yönleriyle birlikte üzerinde bir miktar zaman daha harcansaydı keşke dediğimiz noktalar da var. Kitabı okumadığımdan, yukarıda tırnak içinde verilen tarzda demode betimlemelerin ve takma adların gırla gidip gitmediğini, birbirini tekrar eden diyalogların ve durumların romanda da yer alıp almadığını bilmiyorum. Ancak öyle olsa dahi uyarlama yapılırken buna da müdahale edilebilir; en azından revize edilebilirdi diye düşünüyorum. Çünkü bu haliyle konuşmalar baya kulak tırmalayıcı ve gerçeklikten uzak gelmekte. Bambi’nin deniz kenarında bir anda Shakespeare-vari konuşmaya başlamasında olduğu gibi aşırı karakter dışı ifadeler, catch phrase olsun diye söyletilmiş hissi veren sözler ve “Hadi onlara ne kadar iyi yüzücü olduğumuzu gösterelim.” gibi dublajlı bir dizi izliyor etkisini yaratan cümleler de yine aynı şekilde daha güzel yedirilebilirdi anlatıma. Bu durumun tek istisnası papatya topladıkları sahnelerde annenin alışılmışın dışında dürüst cevaplar verdiği ve burada yeni bir şeyler var dedirten diyaloglar bence.

Dizinin bir diğer gelişime açık yanı ise hikayedeki tutarsızlıklar. Mesela evsiz olmaktan mutlu olsalar da kaçarak yaşamaları gerektiğini bilen anne, dikkat çekmeme konusunda asla başarılı olamıyor. Kinik bakış açısı ile kendisini diğerlerinden üstün ve farklı gören anne, her defasında kibri ve sivri diliyle düşman toplamayı başarıyor. Mesela aslında otel müdürü anneyi fark etmeden önce anne onu kendisine rakip olarak belirlemiş ve kendini de hedef haline getirmişti bile. Bir diğer örnek ise cinayetlerin sayısının hem yurt içinde hem yurt dışında çok fazla olmasına rağmen, ancak son noktada fark edilmiş olmaları. Üstelik açıkça anlıyoruz ki anne, cinayetleri haklı gördüğünden asla zekice planlar yapmak veya delilleri yok etmek gibi bir çabaya da girmiyor. Sadece insanları öldürüp otelden ayrılıp başka bir otele geçiyor. Yine de polis tarafından “sıradışı” ve “sistem dışı” olarak betimleniyor. Ayrıca zar zor yurtdışına kaçan anne-kız, sanki onca cinayetin faili değillermiş gibi iki ay sonra unutulacaklarını düşünüp, asla gündem hakkında araştırma yapmadan, kılık değiştirmeden Türkiye’ye geri dönme kararı alıyor. Tehlikenin kokusunu aldığını iddia eden anne, bu kararı alırken bu meziyetini rafa kaldırmış gibi.

Bunlardan yola çıkarak Biz Kimden Kaçıyorduk Anne için muazzam övgüleri yazmanın abartı olduğunu düşünüyorum; ancak birçok Türk yapımı Netflix projesinden daha başarılı ve kaliteli olduğu da kabul edebilirim. Dizi izleyene bir yandan Melisa Sözen‘in yeteneğine, bir yandan da Türkiye’nin güzelliğine hayran kalacakları eğlenceli anlar geçirtecektir. Bununla birlikte bölümler bittiğinde izleyenle en çok kalacak düşüncenin “Bu dizi nerede çekildi?” olacağını hissetmekteyim. Keyifli seyirler dilerim.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir