Toprağın Ağırlığı, Gökyüzünün Çağrısı: Rezan Yeşilbaş ve Nazmi Kırık ile “Uçan Köfteci” Filmi Üzerine Söyleşi

Yazan: Gamze Çakan

Uçan Köfteci, Rezan Yeşilbaş’ın yazıp yönettiği ve 2025 yapımı ilk uzun metraj filmi. Film, Diyarbakır’da seyyar köftecilik yapan Kadir’in, paramotorla uçma hayali etrafında gelişen olayları konu alıyor. Kadir’in bireysel tutkusu, hem toplumun sınırlayıcı normlarına karşı bir başkaldırı hem de içsel özgürleşmenin metaforu olarak işleniyor. 

Dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yapan film ardından İstanbul Film Festivali’nde gösterildi ve Nazmi Kırık En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görüldü. 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gösterilen filmi festival kapsamında bir araya geldiğimiz yönetmen Rezan Yeşilbaş ve oyuncu Nazmi Kırık’la konuştuk.

Gamze Çakan: Rezan Bey, sizinle başlayalım. Oldukça özel bir hikayeye dayanıyor film. Uçan Köfteci filmi oldukça özel bir hikayeye dayanıyor. Gerçek Kadir Arslan’ın hikayesini ilk duyduğunuz ana dönelim… Bu hikayenin film olması gerektiğini size düşündüren neydi?

Rezan Yeşilbaş: Aslında her şey Twitter’da El Cezire’nin paylaştığı iki dakikalık bir videoyla başladı. Kadir’le ilgiliydi. O videoda anlattıkları beni hemen etkiledi; çünkü o bölgede uçmaya çalışmak gibi şeyler çok alışıldık değil. Bu, bana hem tuhaf hem de çok çekici geldi. Üstelik bölgeyi de iyi biliyorum, şehre hâkimim. Videoyu izler izlemez köftecinin nerede olduğunu tahmin ettim zaten. Sonrasında gidip Kadir’le tanıştım ve uzun zaman geçirdik birlikte.

Film aslında tamamen kurmaca; yani bir biyografi değil. Ancak ondan ve yaşadıklarından esinlendiğim çok şey var. Kadir’in hayatını konu alan bir belgesel de çektim ayrıca, onu da ilerleyen dönemde paylaşacağız. Yani bu hikâye o kısa video ile başladı diyebilirim.

Gamze Çakan: Nazmi Bey size sorayım. Siz peki senaryoda Kadir karakterini ilk okuduğunuzda ne düşündünüz, ne hissettiniz? Bu arada çekimler sırasında gerçek Kadir Arslan’la tanışma ve birlikte uçma şansınız oldu mu? Onu dinleyelim sizden.

Nazmi Kırık: Ben çok mutluyum. Hayatta bazen özel insanlar çıkar karşınıza ya, işte Kadir de benim için öyle biri oldu. Ben tiyatroya Diyarbakır’da başlamıştım; bu film de orada, başrol olarak yer aldığım ilk büyük işim oldu. O yüzden benim için çok özel bir döneme denk geldi. Büyük bir heyecan duyuyordum ama aynı zamanda ağır bir sorumluluk da hissettim. Açıkçası kendi kendime çok düşündüm; “Altından kalkabilir miyim?” diye.

Rezan’la bu süreçte sürekli konuştuk. O bana karakterin iç dünyasını, Kadir’in kim olduğunu anlattı. Çünkü ben gerçek Kadir’i tanımıyordum. Ama bir noktada şunu kabullendim: bunu başarmam gerekiyor, oynamam gerekiyor. O yüzden bütün enerjimi filme verdim.

Gerçek Kadir’le tanışmamız, çekimlerden yaklaşık iki ay önce oldu. Rezan beni arayıp “Yamaç paramotorunu öğrenmen lazım” dedi. Diyarbakır’a gittim ve orada Kadir’le tanıştım. Gerçekten çok özel bir insandı. Sadece bana uçmayı öğretmedi; aynı zamanda oyuncu olarak da çok şey kattı. Tavırları, hareketleri, konuşma biçimi… hepsi bana ilham verdi. İki aya yakın bir süre birlikte çalıştık. Yamaç paraşütünü nasıl kaldıracağımı, havada nasıl tutacağımı ondan öğrendim. Maalesef sonrasında onu kaybettik ama iyi ki tanımışım. Onunla tanışmak hayatımda çok değerli bir deneyim oldu.

Gamze Çakan: Başınız sağolsun bu arada. Trajik bir kayıp.

Nazmi Kırık: Teşekkürler.

Gamze Çakan: Filmde uçma eylemini yalnızca bireysel bir tutku olarak değil, toplumsal bir metafor olarak da kullandığınızı hissediyoruz. Bu dönemde Diyarbakır’da yaşayan bir emekçinin uçma arzusu size neyi simgeliyor?

Rezan Yeşilbaş: İnsanlar kendilerini farklı biçimlerde, farklı deneyimlerle ifade ediyor. Kadir bunu gerçekten, somut anlamda uçarak yapıyordu; ben bir yönetmen olarak film çekerek uçmaya çalışıyorum, Nazmi ise bir oyuncu olarak. Bu ortak duygu, aslında hepimizi birbirine bağlıyor. Kadir’in hayatı da tam olarak bunun bir yansımasıydı, içimizde bir yerlerde hepimizin taşıdığı bir özgürleşme arzusu. Bugün de aynı şey geçerli. Yalnızca Diyarbakır için değil, bütün Türkiye için… O baskı, sıkışmışlık hissi, bir türlü nefes alamama hâli… Herkes bir biçimde “uçmak” istiyor; kimisi gerçekten, kimisi mecazi anlamda. Bu yüzden de filmin o metaforu çok tanıdık geliyor izleyiciye. Çünkü hepimiz, o rahatlamanın, o kurtuluş hissinin peşindeyiz aslında.

Gamze Çakan: Kadir’in uçma tutkusunun altında yatan psikolojiyi nasıl yorumladınız? Bu karakterin çocukça saflığıyla yetişkin kararlılığını bir arada taşımasını nasıl dengelediniz?

Nazmi Kırık: Aslında ben de uçmaya çalışan bir adamım. Tiyatroya ilk başladığım dönemde ben de benzer şeylerle karşılaştım. “Tiyatro ne işe yarar, oyunculuk da neymiş?” gibi tepkiler alıyordum, hem çevremden hem ailemden. O yüzden bu hikâyedeki uçma hâlini kendi geçmişimle de ilişkilendirdim. Ama burada uçmak dediğimiz şey, Rezan’ın da söylediği gibi “yükselmek, tanınmak, popüler olmak” anlamında değil. Mesele, yaptığımız işi en iyi şekilde yapmak. Bir yönetmen olarak güzel filmler çekmek, bir oyuncu olarak hikâyeye ruh katmak, izleyicinin filmden güzel duygularla çıkmasını sağlamak… Bizim uçuşumuz biraz bu.

Diyarbakır’da şimdiye kadar çok fazla film çekilmedi. Ama bu film, o şehri en naif hâliyle, küçük ama anlamlı detaylarla anlatıyor bence. Kadir’in dünyası etrafında pek çok şeyi gösteriyoruz ve izleyici de bunu fark ediyor. Çünkü filmdeki diyaloglar boş değil, her biri diğerini tamamlıyor, karakterler arasında da güçlü bir samimiyet var. Seyirci bunu hissediyor ve bu bizi çok mutlu ediyor. Rezan’dan en çok duyduğum şeylerden biri, her sahnede samimi olmak gerektiğiydi. “Burada komik olayım” ya da “şunu bilerek söyleyeyim” gibi bir yaklaşım değil bu; gerçekten yaşamak, o anı hissetmek meselesi. Filme şimdi baktığımda, o ruhun geçtiğini görüyorum. Çok güzel bir film ortaya çıktı. Sonuçta bu sadece bir oyuncunun değil, koca bir ekibin işi. Biz sette o uyumu yakaladık, birbirimize güvenerek çalıştık. O ruhun filme geçtiğine inanıyorum bence seyirci de bunu hissediyor.

Gamze Çakan: Evet aslında. Kadir’le Azize arasındaki ilişkide dikkat çekici olan karşılıklı saygı ve değer verme hali. Günümüz sinemasında sık görmediğimiz türden olgun bir evlilik dinamiği bu. Bu saygıyı ve sevgiyi nasıl inşa ettiniz? Set atmosferinde bu dinamiği yakalamak için nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?

Nazmi Kırık: Bir oyuncuyla çalıştığında o enerji bazen bir bakışla bile oluşuyor. Selin işini gerçekten çok ciddiye aldı. O dönemde burada bir dizi çekiliyordu ama o vakit ayırıp Diyarbakır’ı gezdi, şehri tanımaya çalıştı. Bir tostçu ablamızla uzun uzun sohbet etmiş mesela, şiveyi, insanları, kültürü anlamak için. Bu yaklaşımını görünce aramızda hemen bir bağ kuruldu. Gerçekten öğrenmek istiyordu, samimiydi. Bu da aramızda doğal bir enerji yarattı. Tabii Rezan’ın ne istediğini çok iyi anlamak da önemliydi. Onunla da güçlü bir iletişim kurduk. Sonuçta bu uyum filme yansıdı. İzleyenler de genelde o ilişkinin naif, sıcak tarafını hissediyorlar zaten. Kadir ya da Azize’yi karikatürleştiren bir yorum hiç gelmedi şimdiye kadar. İkimizin kurduğu o denge, karşılıklı saygı ve sevgi duygusu sahnelere de birebir geçti bence.

Gamze Çakan: Biraz da çekimlere gelelim. Çok fazla açık hava sahnesi vardı. Sette zorlandığınız anlar oldu mu?

Rezan Yeşilbaş: Yani bence zorlanmadık. Bizim inanılmaz keyifli bir set deneyimimiz oldu. Oyuncu arkadaşlarımın da teknik ekibin de herkesin sık sık söylediği bir şey var: “Bunca zamandır bu sektörün içindeyiz, en keyif aldığımız set buydu.” Bunu da doğru bir ekip kurmaya, doğru oyuncuları seçmeye çalışarak sağladık. Böyle olunca bireysel bir durum olmaktan çıkıp topyekûn bir enerjiye dönüştü. Bütün sete yayılan bir süreç haline geldi. Bir de gerçekten dersimize çalışmıştık. Mesela Nazmi ve Selin sadece çekimden bir hafta önce gelmediler mesela. Yaklaşık bir buçuk ay öncesinden hazırlıklara başladılar. Nazmi, kendisine paraşüt konusunda hocalık yapan Şahin’le birlikte her sabah beşte kalkıp paraşüt antrenmanlarına gidiyordu. Çünkü bu eğitimler sabah erken saatlerde, güneş etkisini göstermeden yapılabiliyordu. O disiplin ve heyecan, daha çekimler başlamadan tüm ekibe geçti. Böylece çok keyifli bir dört hafta geçirdik. Bizim için çok özel bir set süreciydi.

Nazmi Kırık: Evet, ama en çok kameraman ve boomcu arkadaşlarımız yoruldu diyebilirim.

Rezan Yeşilbaş: Evet, bazı plan sekanslar teknik olarak zorluydu. Mesela o bahçe sahnesi yaklaşık iki dakikalık, kesintisiz bir plan sekans. Kamera on dokuz kilo civarında ve on dakikaya yakın taşınıyor. Boomcu da aynı pozisyonda kalmak zorunda. Onlar için gerçekten fiziksel olarak yorucuydu ama sahnelerdeki enerji insanı motive ediyor. Hiç şikâyet etmediler, hep yüksek bir motivasyonla çalıştılar.

Nazmi Kırık: Bir ara tarlayı bile sürmüşlerdi neredeyse. Dilşat keşke burada olsaydı da anlatsaydı. O çukurlarda kamerayı yürütmesi gerekiyordu. Bayağı zorlandılar. Ama genel olarak çok iyiydik. Prodüksiyon iyiydi, her şey programa göre gitti. Acelemiz de yoktu. kimsenin üzerinde baskı yoktu. O yüzden set ortamı çok sakindi. Pek zorlanmadık. Gerçi benim zorlandığım sahneler oldu tabii. Özellikle rüzgârla ilgili sahnelerde. Rüzgâr ya hiç esmiyordu ya da fazla esiyordu. Ama onun dışında her şey çok keyifli geçti, zevkle çalıştık. Gerçekten çok mutluyum, iyi ki bu filmi yapmışız. Bence bu film birçok yeni sinemacıya ilham verecek. Özellikle bölgede, Diyarbakır ve çevresinde film çekmek isteyen genç yönetmenler için önemli bir referans olabilir. Biz de geçmişte başka yönetmenlerden, oyunculardan ilham aldık; bu film de başkalarına o şekilde ilham verecek diye düşünüyorum.

Gamze Çakan: Film dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yaptı. Ardından İstanbul Film Festivali’ndeydiniz. Ödül için tebrik ederim bu arada Nazmi Bey…

Nazmi Kırık: Teşekkür ederim.

Gamze Çakan: Şimdi de Adana’dasınız. Festival yolculuğunuz nasıl gidiyor? Yurtdışındaki ve Tükiye’deki izleyicilerden nasıl tepkiler aldınız?

Rezan Yeşilbaş: Aslında evet, benim de çok merak ettiğim bir konuydu. Çünkü ben bütün insanların anlayabileceği bir film yapmaya çalışıyorum. Ama seyirciyle buluşana kadar o kuşku hiç bitmiyor. Adana ve İstanbul’daki tepkileri Rotterdam’da yabancı seyircide de aynı şekilde gördük. Sonra Sofia Film Festivali’ne gittim, orada da durum aynıydı. Bu, filmin komedisinin ve duygusunun evrensel olduğunu net bir şekilde gösterdi ve beni çok rahatlattı. Şimdi Fransa ve İspanya prömiyerlerimiz var; oralarda da çok iyi festivallerde göstereceğiz. Festival direktörleri, filmi tanımlama maillerinde çok iyi anlıyor ve bu benim hoşuma gidiyor.  Üstelik bunu altyazıyla bile anlıyorlar; izlerken buradaki insanların güldüğü yerlerde Hollandalılar da güldü, Bulgarlar da aynı şekilde. Fransızlar da aynı duyguyu yaşayacak. Bu durum, bir yönetmen ve senarist olarak beni gerçekten çok mutlu ediyor.

Gamze Çakan: Yerel bir hikayeyi evrensele taşıdınız.

Rezan Yeşilbaş: Bizim derdimiz de buydu. Bunu ilk olarak “Güneşe Yolculuk” filmiyle İsviçre’de deneyimlemiştim; oradaki izleyicilerin duygusallaşması, ağlaması evrensel tepkiyi yakalayabildiğinizi gösteriyor. Rotterdam’da da aynı şekilde oldu. Söyleşilerde izleyiciler sorular soruyor, kadın-erkek ilişkileri, politik arka plan meseleleri gibi konuları çok iyi anlamışlardı. Nazmi’ye, Selin’e ve bana ayrı ayrı sorular yönelttiler. Film sonrası söyleşiler de çok keyifli geçti ve bu bizi fazlasıyla mutlu etti. Adana’da da durum benzer şekilde verimliydi; öyle ki soruları bitiremedik çünkü süremiz doldu ve bir sonraki film başlayacağı için bizi salondan çıkartmak zorunda kaldılar.

Gamze Çakan: Yavaş yavaş sona yaklaşıyoruz. Gelecek projelerinizi sormak istiyorum. Çünkü sizin 2012’de çektiğiniz Sessiz adında bir kısa filminiz var. Ondan sonraki ilk uzun metraj filminiz Uçan Köfteci. Bir sonraki filmde de arayı bu kadar açacak mısınız yine? Yoksa aklınızda bir şeyler var mı?

Rezan Yeşilbaş: Çektiğim ancak henüz çıkarmadığım işler var. Onlar şimdi geliyor. Yeni bir senaryo bitirdim bu yaz ve onu en kısa sürede çekmek istiyorum. Sonrasında yine Nazmi’yi düşünerek yazdığım çok güzel bir hikaye var. Şimdilik bir şey söylemeyeyim ama Nazmi’yle bambaşka bir yolculuğa çıkacağız. Önce sıradakini bitirip hemen ona geçmek istiyorum.

Gamze Çakan: Peki, Nazmi Bey?

Nazmi Kırık: Şu anda evet, Mardin Midyat’a Uzak Şehir dizisindeyim ve bu sezon da devam edecek. Oradaki ortam çok güzel. Artık biz oralıyız. Projeler gelip gidiyor, senaryolar geliyor, okuyoruz, değerlendiriyoruz. Güzel şeyler olacak. Almanya’dan da bazen işler geliyor; ben Hamburg’da yaşıyorum, Rezan Berlin’de. Güzel projeler var. Derdimiz ve anlatacak çok hikâyemiz var, ömrümüz yettiğince bunları paylaşacağız. Filmlerden sonra gelen güzel tepkiler de bizi besliyor. Doğru yolda olduğumuzu görüyoruz ve devam etmemiz gerekiyor. Oynayamadığım zaman moralim çok bozuluyor.

Rezan Yeşilbaş: Ben de çekmeyince öyle oluyor. Onun için birçok yeni proje olacak.

Gamze Çakan: Biz de hepsini merakla bekliyoruz.
Ayşe Ebru: Benim son olarak Nazmi Bey için bir sorumuz var. Bu film sürecinde yeni bir hobi kazandınız mı? Uçmaya devam etmek ister misiniz, bu kadar teknik bilgiye sahip olduktan sonra?

Nazmi Kırık: Valla istiyorum. Biraz ara verdik Kadir’in vefatından sonra; o yüzden biraz öyle kaldı. Yoksa aslında Kadir’le sonrasında da belki beraber uçacaktık, filmden sonra Ergani’de uçacaktık, konuşmuştuk. Maalesef nasip olmadı ama bakalım; belki onun anısına bir gün beraber uçarız, Fethiye’de. Birileri bizi uçurur.

Gamze Çakan: İkinize de çok teşekkür ederiz.

Rezan Yeşilbaş: Çok teşekkür ederiz.

Nazmi Kırık: Biz teşekkür ederiz.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir