Konforun Sessizliği: Özkan Çelik ve Cem Zeynel Kılıç ile “Perde” Filmi Üzerine Söyleşi

Yazan: Gamze Çakan

Perde, Özkan Çelik’in yönettiği, senaryosunu Cem Zeynel Kılıç’la birlikte kaleme aldığı 2024 yapımı bir film. Tek mekânda geçen bu yoğun anlatı, görünürde basit bir yemek davetinin, perde arkasındaki sırlarla nasıl gölgelenebileceğini incelikle işliyor. Gündelik hayatın sıradan ritminden, bastırılmış çatışmalara uzanan hikâye; insanın kendini aklama, görünür olma ve anlaşılma isteği üzerine kuruluyor.

Cem Zeynel Kılıç’ın aynı zamanda başrolde yer aldığı film, diyalogların ritmi ve karakterlerin iç gerilimleriyle örülmüş, psikolojik olarak katmanlı bir yapı sunuyor. Toplumun orta sınıf ahlakına ve bireyin içsel ikiyüzlülüğüne dair keskin gözlemleriyle Perde, izleyicisini her karakterin haklı ve haksız yanlarını sorgulamaya davet ediyor.

Filmi 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali kapsamında izledik; ardından yönetmen Özkan Çelik ve oyuncu-senarist Cem Zeynel Kılıç ile film üzerine, üretim sürecinden karakter inşasına uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Perde’nin ilk kıvılcımı hangi fikir ya da tema üzerinden doğdu ve bu fikir senaryoya dönüşürken sizi en çok zorlayan çatışma ne oldu?

Özkan Çelik: İlk kıvılcım, benim kişisel bir korkumdan doğdu. Yanlış anlaşılma korkum var. Kendimi açıklayamayacak durumda kalmak, en büyük korkularımdan biri. Evim giriş katta, dolayısıyla perdeyle sürekli bir temas halindeyiz. Oradan yola çıkarak aklıma böyle bir fikir geldi. Ben de dışarıda kedileri besliyorum, bu durumla da birleşince bir hikâye filizlendi.  Sonra Cem’e bahsettim. O da “Abi şöyle olsa daha iyi olmaz mı?” dedi. Önce sadece konuşuyorduk ama sonra “Hadi beraber yazalım” dedik. Pandemi döneminde, 17 günlük kapanma sürecinde başladık. Yaklaşık iki ay boyunca her gün çevrimiçi olarak çalıştık. Başta elimizde sadece genel bir fikir vardı; karakterleri, olayları tamamen sıfırdan oluşturduk. Bu süreçte çok tartıştığımız, zaman zaman anlaşamadığımız noktalar da oldu ama şöyle bir kolaylığımız vardı. Cem oyuncu gözüyle bakıyordu, ben yönetmen gözüyle. Bu da çalışmayı daha dengeli ve verimli hale getirdi.

Cem Zeynel Kılıç: Evet, güzel bir denge oluştu. Tüm karakterlerin geçmişi dolu dolu yazıldı. Sonra bu yoğunluğu sadeleştirip, vermek istediklerimizi diyalogların içine yerleştirdik. Metnin altında hiç bitmeyen bir çatışma var aslında. Bu da hikâyeye hem dinamizm hem tempo kazandırdı. Tek mekânda geçen bir hikâye için buna gerçekten ihtiyaç vardı.

Senaryo yazımında filmin yönetmeni ve oyuncusunun birlikte çalışması karakterin inşasında ya da oyuncu olarak senaryo ve sahnelere nasıl yansıdı?

Özkan Çelik: Senaryoda nasıl tasarladıysak, sahnede de olabildiğince aynı şekilde yansıtmaya çalıştık.

Mesela yazarken “Burada şöyle oynarım” gibi şeyler geçti mi aklınızdan?

Cem Zeynel Kılıç: Hayır, hiç geçmedi. Ama ben tiyatro da yazdığım için diyalog meselesine doğal olarak çok önem veriyorum. Tiyatroda, sinemadan farklı olarak her şey diyalogla ilerler. Biz de birlikte çalışırken “Bu cümle karakterin ağzına oturuyor mu?”, “Bu kişi hangi kelimeleri seçer?” gibi detaylara kadar indik. Çünkü herkes aynı şekilde konuşmaz; herkesin ayrı bir dili, üslubu, hatta hayat görüşü var.

Herkes ayrı bir dünya.

Cem Zeynel Kılıç: Evet, bence bunun filme etkisi büyük.

Kimliklerinizi ayrı tutmuşsunuz o zaman anladığım kadarıyla.

Cem Zeynel Kılıç: Evet. Denge önemli zaten.

Özkan Çelik: Çok dengeli bir çalışma oldu.

Cem Zeynel Kılıç: Mesela bazen bir sahneyi yazıp Özkan’a gönderiyordum. O kendi yorumunu ekleyip bana geri yolluyordu. Sonra tekrar üzerinden geçiyorduk.

Özkan Çelik: Hatta bazı sahneleri karşılıklı okuyorduk. Cem okur, ben “Burası tam oturmadı” derdim; sonra ben okurum, Cem “Şöyle olsa daha iyi olur” derdi. Böyle gidip gelen, uzun ama keyifli bir süreçti.

Karakterlerden bahsettik. Her biri cidden yaşıyor gibi. Çok canlı. Hem gerçekçi hem art öyküleri çok net anlaşılıyor diyaloglarda. Oyuncular da çok benimsemişler. Senaryoyu yazarken oyuncular aklınızda var mıydı? Yoksa yapım öncesi süreçte mi netleşti?

Özkan Çelik: Senaryoyu yazarken aklımda sadece Cem vardı. Başka kimse yoktu. Cem’in aklında da kimse yoktu zaten.

Cem Zeynel Kılıç: Evet, benim hiç yoktu.

Özkan Çelik: Kendisi bile yoktu. (gülüyor)

Cem Zeynel Kılıç: Evet çünkü o sırada sadece yazıyorsun.

Özkan Çelik: Zaten hikâye aklıma ilk geldiğinde “Bu tam Cem’lik” dedim. Onu çok eskiden tanıyorum; çok yetenekli bir oyuncu olduğunu biliyorum.

Cem Zeynel Kılıç: Biz birlikte çalıştık daha önce. Benim yönetmenim o.

Özkan Çelik: Evet bir TRT işinde beraber çalışmıştık… Benim aklımdaydı Cem. Senaryo bittikten sonra diğer karakterleri çalışmaya başladık. Ortaya tam olarak ne çıkacağını da bilmiyorduk. Güzel bir fikir vardı elimizde ama nasıl sonuçlanacağını görmek gerekiyordu.

Yani süreç biraz doğaçlama ilerlemiş gibi…

Özkan Çelik: Bir bakıma evet ama iyi bir şey çıkacağına dair güvenim tamdı. İyi bir şey çıktıktan sonra harekete hemen geçeceğimi de biliyordum. Sadece Cem’i ikna etmem gerekiyordu. “Bu iyi bir senaryo oldu, artık hazırlıklara girişiyorum” diye.

Cem Zeynel Kılıç: Ben başta acele ettiğini düşündüm. “Biraz kenarda kalsın” dedim ama Özkan kararlıydı. Pandemiden yeni çıkmıştık. Bir de güvendiğimiz insanlardan da çok olumlu dönüşler gelince. “Acaba?” mı dedim. Özkan zaten harekete geçmişti.  

Samet karakteri, hem toplumsal bir statü kazanmış hem de kişisel olarak etik sınırları zorlayan bir figür. Bu karakteri hem yazmak hem oynamak, oyuncu olarak size nasıl bir alan açtı? Az önce dediniz gerçi yazarken aklımda yoktu diye. Ama sonuçta yazmış olduğunuz bir karakteri canlandırdınız. Bu süreç sizin için nasıl bir deneyim oldu?

Cem Zeynel Kılıç: Ben Devlet Tiyatrosu’nda daha önce bir oyunu hem yönetip hem oynamıştım. O zaman da ilk bir iki hafta çok bocalamıştım. Çünkü yönetmen başka bir şey, oyuncu bambaşka bir şey. Bu filmde de aynı durum oldu. Özkan’la bunu çok konuşmadık ama şunu fark ettim: Kendinizi karakterin içine fazla koyduğunuzda, karakter derinliğini kaybediyor. Biz senaryoyu yazarken politik ve sosyolojik altyapısını çok dikkatli kurmuştuk. Her karakterin bir amacı, bir çelişkisi vardı. Hepsi başka bir yerden yola çıkıyor ama sonuçta ortak bir ikiyüzlülük ve ahlak problemi var orta sınıfa ait. Film aslında birkaç saatlik bir yaşam dilimini anlatıyor. O süre içinde olayların düğümlenmesi, çözülmesi, gerilimin sürmesi gerekiyor. Bu kadar yoğun bir yapı içinde oyuncu olarak kendinizi doğrudan koyamıyorsunuz. 

Sonra senaryoyu bir yere gönderdik, oradan da küçük bir destek kazandık ama süreç yine kendi içimizde gelişti. Oyuncu seçimini düşünürken bu kez kendimi Samet’in yerine koymaya başladım. “Ben bu karakterle nerede buluşuyorum?” sorusunu sordum kendime. O da ayrı bir süreçti. Ama şu da bir gerçek: Metnin bütününe, tüm karakterlere ve olay örgüsüne hâkim olmak bir oyuncu için büyük avantaj. 

Çekimlere gelelim. Perde’nin sahnelerindeki atmosfer ve karakterlerin detayları gerçekten etkileyici. Bu yoğunluğun kamera arkasında nasıl hayat bulduğunu merak ediyoruz. Çekimleri ne kadar sürede tamamladınız ve bu süreç boyunca ekibiniz için en zorlayıcı veya unutulmaz anlar nelerdi?

Özkan Çelik: Açıkçası çekimler bizim için oldukça kolay geçti. Çünkü prova ve ön hazırlık sürecini çok uzun tuttuk. Tek mekânda çalışmanın avantajı da vardı tabii. Filmi sadece 10 günde çektik hatta tam olarak 9 günde. Hazırlık aşamasında her şeyi o kadar detaylı planlamıştık ki sete geldiğimizde sadece teknik ekibin ışığı kurması, kamerayı yerleştirmesi, oyuncuların kostümlerini giyip masayı hazırlaması kaldı. “Hadi, başlıyoruz” dediğimiz anda zaten neyi nasıl çekeceğimiz belliydi. O yüzden sette çok fazla doğaçlama ya da yön değişikliği olmadı. Ufak tefek dokunuşlar dışında büyük müdahalelere gerek kalmadı. 

Cem Zeynel Kılıç: Ama Özkan’ın yürüttüğü bir oyuncu seçimi süreci vardı, ben oraya çok dahil olmadım. Sadece bazı önerilerde bulundum. O deneme çekimleri yaptı, ekibi oluşturdu. Bence bu da çok önemli bir aşamaydı.

Özkan Çelik: Evet, aslında her şey, senaryo yazımından oyuncu seçimine kadar çok özenli ilerledi. Özellikle cast süreci benim için kritik bir noktaydı. Yazdığımız karakterleri hem oyunculuk olarak hem de fiziksel olarak doğru yansıtacak kişileri bulmam gerekiyordu. Kafamdakilere çok yakın bir ekip kurmayı başardık. Bu da çekimlerde büyük fark yarattı.

Bir de “Perde” kelimesinden bahsedelim. Film için kesinlikle çok güzel bir isim. Çünkü perde bir yandan koruyan diğer yandan gizleyen, bir yandan da görmek istemediğimiz ya da bize gösterilmeyen gerçekleri hatırlatan bir kavram. Aynı zamanda kendi kendimize çevirdiğimiz oyunların sahnesi. Gözümüze inen perdeler mesela. Düşündükçe çıkıyor. (gülüyor) Özetle pek çok okumaya müsait bir kelime. Peki sizin kendinize yakın bulduğunuz, Perde’nin adını seçerken öne çıkarmak istediğiniz yönü hangisiydi? 

Özkan Çelik: Aslında söylediğiniz her şey. Gerçekten hepsi bizim de aklımızdaydı. “Perde” hem gizleyen hem örten, hem de gözünün önüne inen bir şey. Başkasının hatalarını görmemek anlamında. Ama perde açıldığı zaman da tüm çıplaklığıyla her şeyi görmek. Filmin çıkış noktası da zaten bir perdenin çekilmesi, ya da hafif aralık kalmasının nelere yol açabileceği fikriydi. Bu sembolün tüm o anlam katmanlarıyla oynamak istedik.

Cem Zeynel Kılıç: Bir de sinema perdesi tabii. Her şeyin bütün çıplaklığıyla yansıdığı yer.

Özkan Çelik: Evet, bunların hepsini düşündük. “Perde”nin tek bir karşılığı yok. 

Tekrar Samet’e dönmek isterim. Samet aslında doğrudan bir suçtan çok aslında niyete dair bir tartışma yaratıyor filmde. Tamamen suçlu diyemiyoruz. Ama masum da değil. Yani Samet karşısında hem öfke duyuyor hem de empati kuruyoruz. Bu gri alanı yaratmak sizin için oyunculuk anlamında nasıl bir meydan okuma oldu? 

Cem Zeynel Kılıç: İşte bu çok zor. Çünkü alışageldiğimiz gibi karakteri belli bir yere koyup oradan inşa etmek daha kolay. Ama burada öyle değil. Suçsuz olmamasına rağmen, kendi bakış açısından baktığında bunu yapması için bir sebebi olduğunu düşünüyor. Bu da karakteri gri kılıyor. Biz filmde hiçbir karakteri köşeli ya da tek renkte kurmadık. Bu da aslında seyirciyle kurduğumuz bağı güçlendirdi. Çünkü herkesin başına gelebilecek bir durum bu. Peki neden gidip çözmüyor bu olayı? Çünkü güvenmiyor.

Özkan Çelik: Bir de şöyle bir şey var. Gerçekten yazdığımız bütün karakterler kendi açılarından bakınca haklı olduklarını düşünüyor. Yani tek tek baktığınızda her karakterin kendi içinde bir gerekçesi, bir haklılık payı var. Songül’den tutun Samet’e, Zeynep’ten Yasin’e kadar hepsi kendi açısından haklı. O yüzden film boyunca gri alanlar hep var.  

Cem Zeynel Kılıç: Bunları o kadar dikkatle inşa ettik ki.

Özkan Çelik: Yazarken de, çekerken de.

Cem Zeynel Kılıç: Çok seçiciydik, evet. 

Az önce mekân üzerine biraz konuştuk ama bir şey daha sormak isterim. Filmlerde tek mekânda geçen hikâyeler hem senaryo hem de yönetmenlik anlamında ciddi bir sınav gibi. Bir yandan yaratıcı bir sınırlama, bir yandan da kısıtlayıcı bir durum. Bu durum hikâyenin akışını ya da oyuncuların performansını nasıl etkiledi? Bu süreçte öncelikleriniz, kaygılarınız oldu mu?

Özkan Çelik: Ben aslında buna bir meydan okuma olarak bakmadım. Çünkü sonuçta bir filmin kendi içinde bir akışı, temposu var. Hikâyeyi nasıl kurduğunuzla ilgili bir mesele bu. “Tek mekân” dediğimiz yer de öyle tamamen tek bir alan değil aslında; evin içinde farklı bölümler var. Yemek masası, salon, mutfak, yatak odası, balkon… Her biri ayrı bir atmosfer yaratıyor. Zorlayan tek taraf, on gün boyunca aynı evin içinde kalmaktı. Bir de ev yaşayan bir evdi. O yüzden bazı teknik zorluklar yaşadık. Mesela yüksek katlı olduğu için ışık problemi oldu. Yani genel olarak zorlandığımız nokta teknik konulardı. 

Cem Zeynel Kılıç: Burada çok fazla konuşulmayan bir şeyden bahsetmek isterim. Tek mekân filmleri genelde tiyatroya benzetiliyor ama bence bu tam olarak öyle değil. Tiyatroda oyuncu sahneye çıkar, diyaloglar başlar, olay örgüsü ilk 5-10 dakikada düğümle şekillenir ve oyun bir ya da iki perdede tamamlanır. Ucu da pek açık olmaz. Ama bu filmde durum öyle değil. Biz bunu tiyatroya uyarlasak bambaşka bir metne dönüşmesi gerekir. Mesela gördüğünüz o ilk sahne olmaz. Çünkü tiyatronun bazı gereklilikleri, kendi kuralları var. Bu hikâye sinema için yazıldı. Ve sinemada çok daha zorlayıcı. Düşünün, hikâye birkaç saat içinde geçiyor ama biz o duygusal sürekliliği 9-10 gün boyunca korumak zorundayız. Oyuncu olarak her sabah sete geldiğimde, bir önceki günün bütün duygularını yeniden yaşamam gerekiyor. En ufak bir kayma bile seyirciye “oyun” gibi gelir. O yüzden tiyatrodan çok daha incelikli bir denge bu.

Özkan Çelik: Zaten senaryomuz tamamen oyuncu odaklıydı. Benden ziyade oyuncuları zorlayan bir metindi diyebilirim.

Yemek sahnesi çok keyifliydi. Gözümü masadan alamadım. Kim ne yapıyor, kim neye tepki veriyor sürekli onu izledim. O kadar canlı ve dinamikti.

Cem Zeynel Kılıç: Bizim de en çok tartıştığımız sahnelerden biriydi o ve bence filmin en güçlü anlarından biri oldu.

Gerçekten öyle. İzlerken sanki bir sandalye çekip masanın diğer tarafına oturmuşum gibi hissettim.

Özkan Çelik: Zaten tam olarak bunu amaçladık. Kamera açısını da seyirciyi masanın bir köşesine yerleştirecek şekilde tasarladık.

Cem Zeynel Kılıç: Bu aslında pandemide, Zoom üzerinden konuşurken kurduğumuz bir hayaldi. Şimdi bu sahnenin bu kadar karşılık bulduğunu görmek bizim için büyük ödül. Gerçekten yeter de artar bile. 

Aslında az önce biraz bahsettik. Herkes kendi tonunu seçiyor dedik. Ama filmin sonunda, tüm karakterler gibi izleyici de kendi seçimini yapıyor; ya hak veriyor ya eleştiriyor. Sizce Samet’in hikayesi izleyicide hangi soruları bırakıyor?

Cem Zeynel Kılıç: Samet’le başlayan bir olay zinciri zamanla herkesin sorunu hâline geliyor. Karakterlerin kendi içindeki sorunlar ortaya çıkınca da, finalde tekrar iki kişiye odaklanıyoruz. Bu bir döngü gibi, devam edecek başka olaylar var. O yüzden kirlenmiş sofrayı temizleyerek finali yapıyoruz. Özkan da tam olarak böyle bir final düşünmüştü.

Özkan Çelik: Evet, bu finalle ilgili fazla detaya girmek spoiler olur. Ama Cem’e katılıyorum: İzleyicinin “Karakterlerin seçimleri ne?”, “Ben olsam ne yapardım?” ya da “Yemek arasında nasıl davranırdım?”, “Sonunda ne yapardım?” gibi sorular sorduğunu düşünüyorum. 

Ben bir de festival atmosferine değinmek istiyorum. Dün nasıl bir deneyimdi? İnsanların izlemesi sonra sizdeki söyleşi. İzleyici tepkileri önceden düşündüğünüz gibi miydi? Yoksa sizi şaşırtan bir yorum oldu mu? Nasıl geçiyor o festival?

Özkan Çelik: Açıkçası filmimizin iyi olduğunu düşünüyordum ama bu kadar güçlü bir tepki alacağını tahmin etmemiştim. Bizimle aynı yerlerde gülmeleri, hatta bazen beklemediğimiz yerlerde daha da çok gülmeleri beni şaşırttı. sonra soru cevapta da her şeyi anladıklarını, vermek istediklerimizi çok kolay bir şekilde aldıklarını görünce de tabii ki çok mutlu oldum. Festival ortamı zaten harika. 2018’de de bir önceki filmimle katılmıştım. Altın Koza’da bulunmak, o atmosferi yeniden yaşamak çok güzel. Bir de dediğimiz gibi iki kişinin pandemide bilgisayar başında kurduğu bir hayalin burada perdeyle buluşması… Gerçekten çok kıymetli.

Peki iş birliğiniz sonrasında da devam eder mi?

Özkan Çelik: Her zaman. Arkadaşlığımız sürdüğü müddetçe birlikte üretmeye devam edeceğimizi düşünüyorum.

Peki şu an aklınızda yine yüzlenen bir şeyler, sizi böyle dürten fikirler var mı sonraki projelerinizde?

Cem Zeynel Kılıç: Özkan’ın başından geçmiş bir olay var, onu konuşuyoruz ama o şu anda başka bir şeyle uğraşıyor.

Özkan Çelik: Evet, Cem’in yazdığı başka bir proje var. Şu anda ayrı ayrı yazıyoruz ama birbirimize hep destek oluyoruz. O benden fikir isterse koşarak gidiyorum; ben istersem o hemen geliyor. Bu dayanışma hep sürecek.

Ben çok teşekkür ederim. Gerçekten çok keyifliydi. Tebrik ederim tekrardan.

Cem Zeynel Kılıç: Biz teşekkür ederiz, iyi ki geldin.

Özkan Çelik: Teşekkür ederim.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir