Sinemasal Bir Mücadele Ürünü İngiliz Sineması ve 15 İngiliz Filmi

Yazan: Gaye Taşkan

İngiliz Sineması Tarihi

İngiliz Sineması, William Shakespeare, Thomas More, Charles Dickens, Aldous Huxley ve Virginia Woolf gibi dünya edebiyatında önemli yere sahip olan edebiyatçılar yetiştiren İngiltere sinema anlamında ele alındığında edebiyatta olduğu kadar şanslı sayılmazdı. Bunun başlıca nedeni sinematik olarak Fransa ve ABD’nin etki ve baskıları ile sürekli mücadele içerisinde olduğu bilinmektedir. Özellikle ABD filmleri ile ortak dili kullanıyor oluşlarının bu etkileşimi daha kolaylaştıran bir rol oynadığı tartışılmaz bir gerçektir.

İngiliz sinema tarihi belirli dönemlerde bu baskılardan sıyrılarak yine belirli yönetmenler elinde geliştirilmiş ve Avrupa sinemasında kendine yer edinmeyi başarmıştır. Benim için daha çok kara mizah filmleri ile ilgimi çeken bir ülke sineması olan İngiliz sineması üretimde olduğu farklı dönemlerde tarihi filmler, belgesel filmler gibi farklı alanlarda da üst düzey ürünler ortaya koymuşlardır. Gelin bu dönemlere hep birlikte bir göz atalım

İngiliz Sineması Erken Dönem

Sinemanın varoluşun ilk adımları olarak sayılabilecek olan hareketli fotoğraflar 1889’da İngiliz mucit William Friese Greene tarafından Londra’daki Hyde Park’ta çekilmiştir. Avrupa’da bu süreçler yavaş yavaş tüm ülkelerde birbirine benzer biçimde ilerlemeye başlamış ve ilk kamera ile çekilen filmler ortaya çıkmaya başlamıştır. Robert W. Paul ve Birt Acres üretmiş ama henüz patentini almamış oldukları 35mm kamera ile Şubat 1895’te Clovelly Cottage’da ilk İngiliz kısa filmi olan Rough Sea at Dover (Dover’da Dalgalı Deniz) çekmişlerdir.

Bunu takip eden süreçte Lumière kardeşlerin 1896’da Londra’da gerçekleştirdikleri gösterimlerinin ardından İngiliz sinema endüstrisinin ilk kıpırtıları ülkenin kendi öncüsü Robert Paul’un çabalarıyla bir başlangıç yaptı. Yine bu dönemde 1898’de Amerikalı yapımcı Charles Urban, Londra merkezli Warwick Trading Company’yi çoğunlukla belgesel ve haber olmak üzere İngiliz filmleri üretmek için yaygın hale getirdiği bilinmektedir.

İngiltere’nin ilk 40 yıllık sinemasının öyküsü, İngiliz sinemacıların yaptıkları ilerlemeleri gölgede bırakmak için sürekli tehdit eden yabancı saldırılarla birlikte yerli hırs hikayesidir. Ancak bu dönemde Robert W. Paul ile birlikte George A. Smith, James Williamson ve Cecil Hepworth adlı yönetmenler sektörün yerleşmesi ve gelişmesi açısından önemli rol oynamışlardır.

İngiliz sinemasının yükselen figürü Cecil Hepworth, İngiliz sinemasına filmler üreten ünlü Amerikalı yönetmen D.W. Griffith’e İngiltere’nin en büyük cevabı olarak tasvir edilir. 1899 yılında Hepworth kendi film laboratuvarını kurarak ülkenin önemli sessiz film yönetmenlerine sponsorluk yapmıştır. Kendisinin en önemli filmi ise Kurtarıcı Rover (1905)’dır. Hepworth, 1897 yılında Sinematografinin ABC’si adlı bir kitap yazıp yayınlamış ve ilkel bir ses kayıt sistemi geliştirmiş; sinema endüstrisinin kuruluşuna önemli katkılar sağlamıştır.

Bilinen erken dönem İngiliz filmleri günlük olayları anlatan melodramatik yapımlardı. Ve seyirciler tarafından bilinen metinler olan Shakespeare oyunları ve Dickens romanlarının uyarlamaları tercih edilmekteydi. Walter R. Booth tarafından yönetilen Scrooge ya da Marley’in Hayaleti (1901), senaristliğini Dickens’ın yaptığı en eski uyarlamalardan biridir. Aynı zamanda Walter R. Booth’un yönetmenliğini yaptığı Sanatçının Eli (1906) ilk İngiliz animasyon filmi olarak bilinmektedir.

1920’lerde İngiliz film endüstrisi ABD ile rekabetin maksimum hale geldiği dönemlerden biridir. Öyledir ki iç pazarda gösterilen filmlerin yalnıza %25’inin İngiliz filmi olduğu bilinmetedir. Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiliz film endüstrisini Amerikan filmlerinin baskısından korumak amacıyla 1927’de parlamento tarafından kabul edilen Sinematograf Filmleri Yasası ve “kota sistemi” ile uygulamaya konulmuştur.

1930’larda İngiliz Belge Okulu adı verilen ve gerçekçi bir sinema akımı İskoç yönetmen John Grierson’un öncülüğünde oraya çıkmıştır. Sovyet sinemacıların gerçekçi çalışmalarından etkilenerek belgesel sinema anlayışını İngiltere’ye taşımıştır. Sinemanın gerçeği yansıtma aracı olma anlayışını benimseyen Grierson’ın 1929 yılında çektiği The Drifters (Balıkçı Tekneleri) döneminde büyük başarı yakalamasıa neden olmuştur.

Ardından sesli döneme geçiş ile birlikte Anthony Asquith, Alfred Hitchcock gibi yönetmenlerin yükselişi ile 1930’larda İngiliz sineması bir çok ürün ortaya koymuşlardır. Ünlü yönetmen Alfred Hitchcock, ilk dönem filmlerini İngiltere’de üretmiş daha sonraları ürünlerini Amerika’da vermeye devam etmiştir. Bu dönemde İngiltere’de erken dönem gerilim filmlerinden olan Blackmail (1929)’i çekmiştir. The 39 Steps (1935) and The Lady Vanishes (1938) yine bu dönemde üretilmiştir.

İngiliz Sineması – The Lady Vanishes

İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası

Savaş dönemi bütün Avrupa’da olduğu gibi İngiltere’de büyük bir çöküş sürecine neden oldu. Hükümdarlık Film Birimi, İkinci Dünya Savaşı süresince Haberleşme Bakanlığı bünyesinde propaganda amaçlı filmler yapmıştır. Yine savaş sonrası dönemlerde tüm ülkelerde olduğu gibi bu filmlerin asıl amacı ulusal birlik ve beraberlik propagandasıdır.

1940-1945 yılları arasında İngiltere’de çekilen filmlerin tamamı, İkinci Dünya Savaşı’nın önemli olayları etrafında dönüyor olarak tanımlamak tam anlamı ile doğru olmasa da yine de bir yerden faşizm güçlerine karşı İngiltere’nin cesur mücadelesine değiniyor demek yanlış olmaz.

İngiliz Sineması ve Özgür Sinema

Özgür Sinema, İngiliz Sinema Enstitüsü’nün Deney Komitesi’nce desteklenen, genç yönetmenler tarafından başlatılan bir hareket olarak 1955 yılında ortaya çıkmıştır. Bu hareket eleştirmen Lindsay Anderson’ın önderliğinde bir belgesel sinema akımdır. Ticarileştirilmiş sinemanın İngiltere nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşadığı gerçekliği yansıtmadığını düşünen bu yönetmenlerin amacı genç sinemacıların maddi engellerle karşılaşmaksızın serbestçe film üretebilmesiydi. Özgür Sinema hareketinin İngiliz Belge Okulu’ndan tamamen farklı Fransız şiirsel gerçekçiliğinin etkisinde geliştiği bilinmektedir.

Yaratıcı kamera çalışmalarını ve sinematografileri ile ülkenin sosyal durumu ve kültürel çatışmalarına gerçekçi bir yaklaşımla değinmişlerdir. Bu akımda belgesel filmler stüdyo dışında gerçek mekânlarda ve gerçek kişilerle yakın plan ve ayrıntı çekimleri yapılarak ağırlıklı olarak siyah-beyaz çekilmiştir. Akımın önemli filmlerine örnek olarak Lindsay Anderson, Tony Richardson ve Karel Reisz’in yapımları gösterilebilir. Bu akım İngiliz yeni gerçekçiliğinin öncüsü olarak nitelendirilir.

İngiliz Sineması Yeni Dalga

İngiliz Yeni Dalgası, 1959-1963 yılları arasında İngiltere’de görülen bir akımdır. İngiliz Yeni Dalgası, Fransız Yeni Dalgası ile karakteristik olarak birbirlerine yakın olarak nitelendirilebilir. Fransız Yeni dalgası Avrupa’da yeni akımlarının ortaya çıkışında önemli bir rol oynar. İngiltere’de de tıpkı Fransa’da olduğu gibi bu akımda 1950’li yılların başında bazı eleştirmenlerin yazıları ile baş göstermeye başlamıştır.

Özellikle bu dönemlerde İngiltere de sosyal sınıflar arasındaki farklılıkların artması ve işçi sınıfının mücadelesine destek veren eski devlet okulu öğrencilerinin ürettiği yapımlar olan yeni dalga sineması ürünleri işçi sınıfına ses veren yapımlar olarak dikkat çekmişlerdir.

Yine özgür sinema gibi sosyal gerçekçi bakış açısını sinemaya yansıtan bu akımın farkı bir zümreye odaklanmak yerine bir kahramana odaklanması olarak ifade edilebilir. Bu da özellikle dönem itibari ile işçi sınıfı kökenli aktörlerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.

Genellikle bir sanayi bölgesinde bir işçi kahramana odaklanan yapımlar temelde sınıf çatışması ve sınıf atlama mücadelesine odaklanırlar. Karel Reisz tarafından çekilmiş olan Saturday Night and Sunday Morning (Cumartesi Gecesi ve Pazar Sabahı) ve Jack Clayton taradından çekilen Room At the top örnek olarak verilebilir.

1970’ten Günümüze

1970’lerde durgunluk dönemine giren sinema endüstrisi 1980’lerde Hugh Hudson’ın yönetmenliğini yaptığı Chariots of Fire (1981) ve Sir Richard Attenborough’un Gandhi (1982) filmlerinin Oscar’dan ödülle dönmeleri ile bir nevi sinemada yaşanan rönesans olarak değerlendirilmiştir. İngiltere’de Thatcher’ın iktidarda olduğu ve Thatcher dönemi olarak nitelendirilen bu dönemde sinema endüstrisinin vergiye bağlanması ve devlet desteği açısından oldukça kısıtlamalara gidildiği bilinmektedir.

Bu dönemde elde edilen başarılar baskının yaratmış olduğu zorluk dönemlerinde yaratıcılığın oraya çıkması olarak değerlendirilmektedir. Bu dönemde çağdaş filmlerin yanısıra özellikle Victoria dönemi ağırlıklı olmak üzere dönem filmleri çekilmiştir.

“1981 Ayaklanmaları” ile başlayan Kuzey İrlanda’nın özgürlük mücadelesi toplumsal olarak etkili bir sürece neden olmuş ve bu mücadele İrlandalı yönetmenler tarafından beyaz perdede de sürdürülmüştür. İngiliz sinemasına büyük katkıları olduğu bilinen Ken Loach, Neil Jordan, Jim Sheridan, Steve McQueen gibi yönetmenler ayrılıkçı düşüncelerin neden olduğu bu toplumsal süreçte mücadele de önemli bir ideolojik rol oynadı. Jim Sheridan’ın yönetmenliğini yaptığı My Left Foot (1989) ve Neil Jordan’ın Mona Lisa (1986)’sı kuzeyli yönetmenlerin başarılı yapımları arasında sayılmaktadır.

Yeni dönemde özellikle film endüstrisinin gelişmesi ve desteklenmesi ile yeniden doğuş dönemi yaşayan İngiliz Sineması özellikle tabuları ve sosyal yaşamı konu alan dramdan komediye kadar geniş bir perspektifte ürünler vermeye devam etmektedir. Son dönemin gözde yönetmenleri arasında Michael Winterbottom, Mike Figgis, Gillies MacKinnon, Terry Gilliam, William Brookfield ve Christopher Nolan sayılabilir.

15 İngiliz Filmi

The Red Shoes (1948)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – The Red Shoes

The Red Shoes, Michael Powell ve Emeric Pressburger ikilisi tarafından yönetilmiş dramatik bir müzikal filmidir. Genç bir balerin olan Victoria’nın yaşamına odaklanan film tutku ve idealler dünyası olan sahne sanatlarının nasıl bir yüksek disiplin gerektirdiğini gözler önüne koyan bir sahne arkası filmidir. Öyledir ki bu disiplin Victoria’yı kariyeri ile bir besteci olan sevgilisi arasında seçim yapmaya zorlar. Ve baleye olan bağlılığı ve aşkının, aşık olduğu adam ile test edilen bir balerinin yaşam kesitini gözler önüne koyar.

Müzik ve danslarla ince ince işlenen ve sanat yönetmeninin elinde renk kullanımları ile bir şaheser haline gelen The Red Shoes bu gün teknik gelişmeler sebebi ile kullanılmayan sinema tarihinin en muhteşem görüntülerinden bazılarını veren üç şeritli Technicolor tekniği ile çekilmiş ve çekildiği dönemde sinema tarihinin en görkemli görüntülerini elde etmiş olan bir başyapıttır. Dip not olarak Black Swan’a benzerliği ile alakalı bir sürü yoruma denk gelebileceğiniz film aslında Daren Aronofsky’e ilham veren filmdir.

Saturday Night and Sunday Morning (1960)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – Saturday Night Sunday Morning

Saturday Night and Sunday Morning Alan Sillito’ nın aynı isimli romanından uyarlanarak Karel Reisz tarafından perdeye aktarılmıştır. 50’lerin sonunda Nottingham’da yaşayan alkolik olarak tanımlayabileceğimiz Arthur isimli bir fabrika işçisinin eğlenebilmek için kendine ayırabileceği tek zamanın hafta sonu olması vurgusu ile başlar ki film adını da buradan alır. Arthur İşçi sınıfının savaş sonrası dönemde baskılandığı ve tek düze yaşama zorlandığı dönemde asi bir karakter çizmesi ile adından çok söz ettirmiştir.

İki kadın ile aynı anda ilişkisi olan Arthur’un hayatı evli ve çocuklu olan sevgilisinin kendisinden hamile olduğunu öğrendiği ana kadar stabil gider. Bütün hayatı işe gitmek televizyon seyretmek ve bara gitmek olan ve bu düzenin içerisinde öfkeli bir adam haline gelen Arthur evliliği de bu düzenin dayatması olarak görmektedir. İngiliz gerçekçiliği filmlerinin belki de en mükemmel örneği olarak sayılabilecek film tabu haline getirilen cinsellik olgusunu ve özellikle kürtaj meselesini daha önce verilmeyen bir gerçeklik ile sunar. Film 1961’de “En İyi İngiliz Filmi” kategorisinde BAFTA ödülü kazanmıştır.

Chariots of Fire (1981)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – Chariots of Fire

Hugh Hudson tarafından düşük bütçe ile çekilen ancak adından uzun süre söz ettiren bir yapım olarak hafızalarda yer bulmuştur. Spor/sporcu filmi olarak lanse ediliyor olmasının sebebi 1924 Paris olimpiyatlarına İngiltere’yi temsilen katılan Eric Liddell ile Harold Abrahams adlı iki atletin gerçek yaşam öykülerinden yola çıkıyor olmasıdır. Aslında film farklılıkları sebebi ile toplumda kabul görmek için çabalayan iki insanın hikâyesine odaklanmaktadır.

Litvanya kökenli Yahudi olan Harold Abrahams ile İskoç kökenli Eric Liddell in İngiltere’de o dönemde yaşanılan ötekileştirilme ve ayrımcılık duygusuna karşı kendilerini topluma kabul ettirmenin yolu olarak olimpiyat koruculuğunu seçmiş olmalarını ele alır. Ve bu mücadeleyi iliklerinize kadar hissetmenizi sağlayacak bir gerçeklikle ortaya koyar. Chariots of Fire en iyi film, en iyi senaryo, en iyi kostüm ve en iyi film müziği dallarında olmak üzere dört dalda birden Oscar kazanmış bir yapımdır.

Night and the City (1950)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – Night and the City

Gerald Kersh’in aynı adlı romanınan Jules Dassin tarafından beyazperdeye aktarılan Night and the City döneminin en başarılı film-noir örneklerindendir. Richard Widmark’a Harry Fabian rolündeki başarısından bahsetmeden geçemeyeceğim. Filmin konusu Harry Fabian adındaki bir beceriksiz bir dolandırıcının kendine kurtuluş olarak bir güreşçiyi merkezine koyduğu bir planı hayata geçirmeye çalışmasını konu alır. Bir oyun haline gelen bu planda kandırılmaya çalışılan ve aslında kandırılan arasındaki ilişkiyi gözler önüne koyar.

Winstanley (1975)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – Winstanley

Yönetmen Andrew Mollove film tarihçisi olarak bilinen Kevin Brownlow tarafından 35mm kamera ile siyah beyaz olarak çekilmiş olan 96 dakikalık bir filmdir. Winstanley edebi kaynağını, David Caute’nin Yoldaş Jacob isimli kitabından almış olsa da içinde çağdaş esintiler de barındırmaktadır. Diggers adı verilen köylü hakaretinin kurucusu Gerrard Winstanley’in siyah beyaz çekilmiş biyografisidir. İngiliz sinemasında önemli bir yeri olan biyografi filmidir.

Brazil (1985)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – Brazil

Kara komedi dalında İngiltere sinemasının otaya koyduğu başarılı yapımlardan biri olan Brazil (1985)’in yönetmen koltuğunda Terry Gilliam oturmaktadır. Kurmaca bir zaman ve mekânda geçen distopik bilim kurgusal, fantastik bir kara komedidir. Orwell’ın 1984 ünü seven okuyucularımızın izlemekten keyif alacağı bir film.

Brazil sıradan bir devlet memuru olan Sam Lowrey’ın dış dünyanın baskısından kurtulmak ve özgürleşmek için hayal dünyasına sığınması ve zamanla hayal ve gerçeklik arasındaki ince çizgiyi kaybetmesini konu almaktadır. Gelişen teknolojinin yansımaları, devlet otoritesi, bürokrasi ve aşk üzerine biraz. Orwell biraz Kafka esintilerini hissedebileceğiniz renkli eğlenceli ve baş döndürücü bir filmdir.

Shallow Grave (1994)

İngiliz Sineması – Shallow Grave

Danny Boyle tarafından yönetilen gerilim-kara komedi türünün örneklerinden biri olan filmdir. Toplumsal normlarla alay eden ve çirkin bir mizah anlayışına sahip İkisi erkek biri kadın olmak üzere ev arkadaşlığı yapan üç arkadaşın kaldıkları eve dördüncü kişiyi aramaları ve buldukları ev arkadaşının ani ölümü üzerine yaşadıkları olayları konu alır.

İnsan ilişkileri ve dostlukların zor durumda nasıl değişebileceğini anlatan günümüz toplumunun dejenere ilişki anlayışına göndermeler yapan bir filmdir. 1995’te BAFTA da “En İyi İngiliz Filmi Ödülü’nü alan film çeşitli yarışma ve festivallerde toplam 14 ödül kazanmıştır.

Trainspotting (1996)

İngiliz Sineması – Trainspotting

Irvine Welsh’in aynı adlı romanından uyarlanan, Danny Boyle tarafından yönetilen listemizdeki ikinci film olan Trainspotting İngiltere’de yaşanan İskoç gençliğinin işsizlik ve uyuşturucu ile mücadelesini 20’li yaşlardaki Mark Renton ve arkadaş grubunun üzerinden bizlere aktaran filmdir.

Odak noktası bağımlılık olarak görünüyor olsa da filmin temelinde seçimlerin hayatta ne kadar etkisi olduğu ya da olmadığı tartışılmaktadır. Özellikle halüsinasyon sahneleri ile dikkati üzerine toplayan yapım sinemaseverlerin listelerinde uzun süre üst sıralarda yer almış ve almaya devam edecek olan yapımlardandır.

Lock, Stock and Two Smoking Barrels (1998)

İngiliz Sineması – Lock, Stock and Two Smoking Barrels

Ünlü yönetmen Guy Ritchie’nin ilk uzun metraj filmi olan Lock, Stock and Two Smoking Barrels yayınlandığı dönemde sinema eleştirmenlerinin beğenisini toplayan bir yapımdır. Filmin oyuncu kadrosunu Londra’da yaşayan ve çokta tanınmayan isimler oluşturuyordu. Ancak bu isimlerden biri bu film ile birlikte sesini dünyaya duyurmaya başlayan ünlü aktör Jason Statham’dır.

Eddy, Bacon, Tom ve Soap isimli üç arkadaşın para kazanmak amacı ile oturdukları kumarda şehrin mafyalarından birine yüklüce miktar borçlanmaları ve sonrasında bu borcu ödemek için yaşadıkları bir takım olayları konu almaktadır. Gülmekten kendinizi alamayacağınız iyi bir İngiliz kara mizah örneği olan filmin bir dikkat çekici özelliği de sound-tracklerinin mükemmelliğidir.

In This World (2002)

İngiliz Sineması – In This World

Listeyi hazırlayıp bir yol filmi eklemeden olmazdı. Ünlü İngiliz yönetmen Michael Winterbottom yönetmenliğinde In This World, Pakistan’da bir mülteci kampından kaçıp Londra’ya doğru yola çıkan Cemal ve Enayatullah’ın yol öyküsünü anlatmaktadır. Pakistan, İran, Türkiye İtalya ve İngiltere hattında devam eden filmde mültecilerin yaşadığı çeşitli zor koşullara tanık olmanızı sağlarken bir yandan da idealize edilen yaşam biçimine ulaşmak adına nelerin göze alınabileceğini ve nelerin yaşandığını gözler önüne sermektedir.

Film bir kısım eleştirmen tarafından çok beğenilmiş ve bir sürü ödüle layık görülmüş olsa da bazı eleştirmenler filmin ne kurgu ne de gerçek olarak adlandırılabileceğini öne sürmüşlerdir. Aslında kurmaca belgesel niteliği taşıyan yapımın esas derdi benim düşüme göre kişiler üzerinden değil olaylar üzerinden mesajlar vermektir.

Ae Fond Kiss (2004)

İngiliz Sineması – Ae Fond Kiss

Ae Fond Kiss İrlanda-İngiltere arasındaki özgürlük mücadelesinde filmleri ile öne çıkan yönetmenlerden biri olduğunu yazımızda da vurgulamış olduğumuz Ken Loach’un yine bu farklılıklar üzerinden yola çıkarak anlattığı direnen bir aşkın hikâyesidir. İngiltere’de yaşayan İrlandalı müzik öğretmeni bir kadın ile Pakistanlı bir gencin kültürel ve dinsel baskılara rağmen bir aşk hikâyesini anlatmaktadır. Adını İskoç şair Robert Burns’ın bir şiirinden alan filmin merkezinde aşk varmış gibi görünse de ülkede yaşanan toplumsal sorunları da tatlı bir dille gözler önüne koyuyor.

Borat / Cultural Learnings of America for Make Benefit Glorious Nation of Kazakhstan (2006)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – Borat / Cultural Learnings of America for Make Benefit Glorious Nation of Kazakhstan

Borat, Larry Charles tarafından yönetilen zaman zaman eleştirilere ve sansürlere uğraması ile son derece popülerlik kazanan alışılagelmişin dışında bir komedi filmidir. Amerikan kültürünü tanıtmak ve öğrenmek için yola çıkan Kazak gazetecinin yaşadığı durumları dolaştığı ülkeleri yaptığı röportajları ve Amerikalılar ile olan diyaloglarını kurmaca belgesel formunda anlatan bir komedi ürünüdür. Asıl hedefi Amerikan kültürünün bir eleştirisi olan film alışılagelmişin dışında bir mizah anlayışı ile seyirciye keyifli dakikalar geçirtmekte…

Hunger (2008)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – Hunger

Steve McQueen’in ilk uzun metrajlı filmi olan Hunger yazımızda da bahsettiğimiz 1981 ayaklanmaları esnasında açlık grevine başlayan ve sonrasında hayatını kaybeden Bobby Sands’ın hikâyesi ışığında İngiltere’de bir hapishanede içinde İrlandalı askerlerinde içinde bulunduğu bir grup mahkûmun bulundukları koşulların düzenlenmesi adına yaptıkları açlık grevini konu almaktadır.

Özellikle açılış sekansı ve 16.5 dk tek planda çekilmiş olan Bobby ve rahibin konuşma sahnesi son derece etkilidir ki bu kamera açılarındaki derinlik ve uzun tek plan çekimleri Steve McQueen’in ilk filmi ile büyük övgüler toplamasına neden olmuştur.

Frank (2014)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – Frank

Frank yönetmenliğini Lenny Abrahamson üstlendiği komedi-drama türünde bir filmdir. 1980’lerde bir grubun klavyecisi olan Jon Ronson’un anılarından yola çıkarak hazırlanmış olan kendini arayan bir müzisyenin hikâyesidir. Filmde de yine aynı adla klavyeci olarak gördüğümüz Jon tesadüfi bir olay sonucunda kendini 5 kişilik bir müzik ekibinin içinde bulur.

Bu ekibin solisti kafasında kocaman bir maske taşıyan Frank’tır. Zamanla sosyal medya fenomeni haline gelen bu grubun yaşanan trajikomik maceralarını bizlere sunmakta. Frank, en iyi senaryo dalında Britanya Bağımsız Film Ödülü, en iyi teknik başarı dalında Britanya Bağımsız Film Ödülü almıştır.

The Beatles: Yellow Submarine (1968)

İngiliz Sineması
İngiliz Sineması – The Beatles: Yellow Submarine

Listenin bonusu sevgili animasyon filmlerini seven okuyucularımız için George Dunning’in yönettiği Beatles’ı anlatan bir psychedelic animasyon filmidir. Öyküsü John Lennon, Lee Minoff’ a ait olan animasyon filmi aynı zamanda bir Beatles şarkısı ile ortak adı taşımakta ve bu şarkının hikayesine odaklanmaktadır. Hem Beatles hem de animasyon sevenler için kaçırılmayacak bir yapım.

Bibliyografi
Leach, Jim (2004). British Cinema
Aptourachman, Ebru Beyazıt (2017) İngiliz Sinemasında Thatcher Politikalarının Yansımaları Ve Sorunları
Coşkun, Esin (2003). Dünya Sinemasında Akımlar

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir