İtalyan Korku Sinemasının Üstadı: Dario Argento

Yazan: Binnur Tosun

“Film çekmek istiyorsanız uzlaşmayı kabul etmelisiniz, sinema bir uzlaşı sanatıdır… Özellikle günümüzde.” Dario Argento

Dario Argento, Roma da doğmuş olan,film yapımcısı ve yönetmen Salvatore Argento, fotoğrafçı Elda Luxardo’nun oğludur. Aslında zaten sanatçı bir ailenin içinde doğmuştur. Küçük yaştan beri filmlere aşıktır ve izlemediği gün yoktur diyebiliriz. Lise yıllarında sinema yazarlığına merak salmış. O dönemler korku türüne karşı bir ilgisi başlamış. Koleje gitmek istemeyen ve daha üst düzey eğitim almayı tercih etmeyen Argento,kendini tamamen sinema yazarlığına adamaya karar vermiş. Bu karar sonucu kendini yazarlık konusunda epeyce geliştirmiştir. Kendini erken yaşta geliştirmesi sektöre girmesinde ona daha çok kolaylık sağlamış ve genç yaşta bilindik oyuncularla tanışma fırsatı olmuş.Bir dönem senaristlik yapmaya başlayan Argento, hayatının geri kalan kısmında da bu yeteneğini kullanmaya hali hazırda devam ediyor. İlk başlarda küçük çaplı projelerde yer alan daha sonra ise büyük projelerde de yer almaya başlayan yönetmen,kızı olan Asia Argento’yu da sinema dünyasına tanıtmıştır.

Dario Argento

Dario Argento Sinemasına Bakış

Giallo türünün ustalarından ve bu türe oldukça kalite katan bir yönetmendir Dario Angerto. Türün tüm özelliklerini kullanır,kendi spesifik dünyasını da harmanlayarak ortaya muhteşem bir iş çıkarır. Örneğin; filmlerinde kullandığı kara eldivenli eller (bu kendi elidir), ustura veya tel, cinayet çözmeye çalışan en az bir kişi, rahatsız edici sahneler ve ölümlerin şekilleri Argento’nun tamamen kendine has bir şekilde uyarlamasıdır. Çektiği her sahne izleyiciye yeni bir deneyim yaşatır adeta. Başta yazarlığa karşı ilgisi var demiştik, senaryo konusunda çok fazla önemli bir yere de sahiptir. Argento tamamen kendi filmlerine geçmeden ve kendi senaryolarını da yazmaya başlamadan evvel özellikle western külliyatında senarist olarak önemli katkılarda bulunmuş bir isimdir.

Dario Argento

Bazı erotik filmlerin senaryolarında da imzası olan Argento, Un Esercito di 5 Uomini, Une Corde…Un Colt…, Commandos, Oggi a Me… Domani a Te… gibi filmlerde senarist olarak katkı vermiştir ve bunlar oldukça önemli yapımlardır. Yönetmenliğe dönecek olursak kendi türünde en etkilendiği ve ilham aldığı en önemli isim Mario Bava’dır. Etkilenmesine rağmen onu asla taklit etmemiştir. Dario Argento,Mario Bava hakkında bir röportajında şöyle demiştir:

“Mario teknik bir dehaydı. Lens kullanımında, kamera hareketlerinde vs. başkalarının yapamadığı birçok film hilesini icat etmiş gerçek bir ustaydı. Babası sessiz film döneminde görüntü yönetmeniydi ve Mario’ya pek çok numara öğretti. Bu hileler ve özel efektler (su ve ateş efektleri vs) bir aile geleneğiydi.”

Dario Argento

Sonrasında etkilendiği kişiyle çalışma fırsatını bulmuştur Argento.

Dario sineması korku türünün en estetik halidir diyebiliriz. Kusursuz ve mükemmelliyetçi sahneleri vardır. Kadrajlar, renkler ve özellikle dekorlar özenle seçildiğini çok belli eder. Bu yüzden biçimsel anlamda onun sinemasıyla yarışabilen çok korku yönetmeni yoktur. Bu anlamda Hitchcock’un bile üstündedir. Argento filmlerinin kurgusu ve geçişleri izleyiciyi filmin içindeymiş gibi düşündürür. Bu yüzden inandırıcılıkla birlikte korkuyu iliklerimize kadar hissederiz. Filmlerinde mutlaka farklı açılardan yararlanır. Kısacası hem korku duygusunu yaşarken hem de estetik bir ziyafet çekeriz film bitene kadar. Ünlü sinema yazarı James Gracey, Argento sinemasını şu şekilde tanımlar:

“40 yılı aşkın bir süredir, Dario Argento’nun nefes kesici biçimde şiddetli ve asortik filmleri dünya etrafındaki izleyicileri şoke ediyor ve dehşete düşürüyor. Bir Argento filmi izlemek tamamen içsel bir tecrübenin keyfine varmaktır. Özenle hazırlanmış set bölümleri ve baş döndürücü sinema sanatçılığı kan ve gücün kakofonisinde çarpışır. Kamera, durmaksızın avının peşinde dolaşan bir silah gibi kullanılır. Şaşılası görüş açısı çekimleri izleyiciyi ölüm ve kargaşanın her şatafatlı tasvirinde içine alırken hem kovalanan hem kovalayan kılar.”

James Gracey

Kimi zaman İtalyan Hitchcock olarak adlandırılsa da az önce de söylediğim gibi aralarında mutlak vaziyette farklılıklar vardır. Hitchcock sabit doğrusallık, odaklanmış akış, anlatı ve mantıkla özdeşleşirken, Dario Argento’nun filminde bunlar atmosfer, teknik yetenek ve provokatif betimlemelerle yer değiştirir.

90’lara damga vuran teen slasher akımından sonra nereye evrileceği merak konusuydu. Tıpkı bizim sinemamız gibi, dünya sineması da seri katillerden, arızalı karakterlerden biraz uzaklaştı ve doğaüstü olaylara yer vermeye başladı. Peki 70’ler sinemasının sonları ve 80’ler başında durum neydi? İşte bu soruların, tek ve en orjinal cevabı şöyleydi; Dario Argento…

Argento Sineması

Argento sineması çoğu zaman hikayede değil biçimde öne geçiyordu. Görsel açıdan doyurucu, oldukça sert ve stil ustası olduğunu kanıtlar her seferinde. Bu konuda en özen gösterdiği ve kültleşmiş olan filmiyle şöyle bir filmografisine göz atmaya başlayalım 🙂

Dario Argento

Suspiria

Suspiria, Dario Argento’nun Üç Ana üçlemesinden en sevdiğim filmidir. Ustanın başyapıtlarından biri ve filmografisinin de kesinlikle en iyisidir gözümde. Üçlemenin diğer filmleri Inferno ve La Terza Madre’dir. Üç Ana Efsanesinin ilk ayağı olan Suspiria sadece Dario Argento’nun değil, modern korku sinemasının da köşe başlarından biridir. Müthiş bir renk skalasıyla bezenmiş, sanatsal fonlarda ve görkemli müzikler eşliğinde, sürreal bir tabloya dönüşen şiddet sahneleriyle Argento, korku sinemasına adeta bir meydan okur.

Bale eğitimi almak üzere, Almanya’nın Freiburg şehrinde bulunan bir dans akademisine gitmeye karar veren Suzy Bannion’ın (Jessica Harper) başına gelenleri konu alan Suspiria, Argento’nun o dönem birlikte olduğu ve filmin senaryosunu beraber yazdığı Daria Nicolodi’nin büyükannesinin bizzat yaşadığı ürkütücü olaylardan yola çıkıyor. Geometrik desenlerin ve renkli vitrayların fon oluşturduğu bir yapıda işlenen estetik cinayetlerin yardımıyla, filmin soyut ve dahi absürt anlayışına iyiden iyiye kapılıyorsunuz. Filmin müzikleri film kadar akılda kalıcı seçilmiştir. Call Me by Your Name ile sükse yapan Luca Guadagnino, Dario Argento’nun korku klasiğine dönüşen Suspiria’sını baştan tasarlayarak aynı adla yeniden çekme girişiminde bulunmuştur. Film çoğu kişiler tarafından çok sevilse de bu yeniden çekim Argento‘nun içine çok fazla sinmemiş ve eksiklikler hissettiğini söylemiştir.

Inferno

Akıcı kurgusuyla merakı hep üstte bırakan üçlemenin ikinci filmi Inferno. Yine gerilimi sonuna kadar hissettiren ve objelere çok fazla odaklanan bir film. Argento’nun ne kadar tuhaf bir korku anlayışı olduğunu bu filmde de bir kere daha anlıyoruz. Konusunu kısaca özetlersek; Rose Elliot, gizemli kitap “Üç Anne”yi okumasının ardından kendisini geri çekemeyeceği bir bulmaca içerisinde bulur. Kendisine yardımcı olması için kardeşi Mark Elliot’ı da yanına, New York’a çağırır. Rose’un içinde yaşadığı bina bir çok kişiye mezar olacak lanetli bir yapıdır.Filmde kullanılan ışıklara ise diyecek hiçbir laf yok.

Dario Argento

La Terza Madre / Gözyaşlarının Annesi

Üçlemenin son filmi olan La Terza Madre bu sefer bizi Roma da bir kaosa sürüklüyor. Filmin yanı sıra bir ayrıntıya yer vermek istiyorum. Argento’nun film müziklerinin çok etkileyici olduğunu söylemiştik. Özellikle sürekli çalıştığı İtalyan rock grubu olan Goblin’in önemi filmlerinde çok büyüktür. Suspiria, La Terza Madre ve birçok filminde daha birlikte çalışmışlardır. La Terza Madre konusuna gelecek olursak: Roma’nın dışında eski bir mezarlıkta, antik bir kase bulunur. Bu kasenin açılmasıyla dünyaya yalandan hırsızlıktan, tecavüzden cinayete bütün kötülükler dünyayı sarar. Zira en dehşetli cadılardan Mater Lacrimarum vahşetini saçmak için serbest kalmıştır.

Roma’da sanat eğitimi alan öğrenci Sarah Mandy doğaüstü güçlerini keşfederek, bir cadılar ve şeytanlar ordusuna karşı şimdi tek başına savaşmak zorundadır. Filmin başrolünde Dario Angerto’nun kızı Asia Argento bizi karşılıyor. Yönetmen, Roma sokaklarında yaşanan şiddet eylemleri, kullanmayı sevdiği mekanlarda (kütüphaneler, yer altı mezarları, metro istasyonları, karanlık sokaklar) dolaştırdığı gotik makyajlı modern cadılar, şiddet pornosunu değil de sanatsal şiddeti yücelten cinayet sekansları Roma’nın ikinci düşüşünü başarılı bir biçimde resmediyor. Devamlı rotadan sapan hikayesinden kopmamamızı sağlamak için belden aşağı oynamayı da ihmal etmiyor Argento. Bu haliyle “La Terza Madre” bir B-Film klasiğine dönüşme yolunda önemli adımlar atıyor.

Dario Argento

Deep Red / Derin Kırmızı

Zihin ve duygu okuyabilen Helga Ulmann (Macha Méril), verdiği bir konferansta bir katilin aralarında olduğunu farkeder ve insanların içinde bunu ifade eder. Ardından Ulmann’ın bir kurbana dönüşmesi kaçınılmazdır. Cinayeti pencereden gören ve Ulmann’ın komşusu olan Marcus Daly (David Hemmings) de olayda tanık olarak yerini alacaktır. Bir anda kendini olayların içerisinde bulan Marcus, cinayeti çözmeye çalışırken bir kurbana dönüşmeye adım adım yaklaşacaktır.

Hikayede gerçekleşen önemli olaylar hakkında merak yaratmak ve bir şeyler sezdirmek için cisimleri çok yakında incelememiz sağlanıyor. Bu ayrıntılar olayları ve karakterleri çözümlemede birer ipucu olarak kullanılıyor. Ayrıntıların birer birer verilmesi ama ana çerçevenin gösterilmemesi Gestalt kuramının kısmen kullanıldığına işaret ediyor. Karakterlere gelirsek, onlar ne düşündüklerini ve hissettiklerini ifade ediyorlar, ama vücut dilindeki ayrıntılar bize daha büyük bilgiler veriyor

Film bazen ayrıntılarda boğulmalara neden oluyor ama bunun nedeni asıl önemli olanın cinayetin kendisi değil, cinayete tanık olan adamın kendi hafızasıyla olan mücadele süreci. Kırmızı severler izlerken sevmeye devam edebilecekler mi orası aşikar 🙂 sahnelerde yoğun bir şekilde kırmızı şöleni var.Genel olarak hareketli çekimler yapılıyor.Kimi zaman katil kimi zaman kurban oluyor izleyici. Film bize hiçbir şeyin garantisini vermiyor; kimsenin iyi ya da kötü olduğunu söylemiyor. Deep Red’i izlemenin ilk şartı ”Kimseye güvenme!”

Phenomena (Creepers)

Utangaç bir kız olan Jennifer Corvino aslında böceklere telepatik olarak iletişim kurma yetisine sahiptir ve yeteneğini kullanarak civarda işlenen vahşi cinayetleri çözmeye çalışır. Dönemine göre çekim teknikleri muhteşemdir.Seçilen oyuncular filme başlı başına ayrı bir hava katıyor. Başroldeki Jennifer’ın böceklerle iletişim kurabilen minik bir kızı canlandırdığı filmde; Goblin, Andi Sex Gang ve Iron Maiden gibi grupların müzikleri filme oldukça rahatsız edici ve garip bir tat katar. Genel olarak film gotik bir havaya sahiptir.

Terror at the Opera / Operada Terör

1987’de Argento’nun en iyi ve en çok gözden kaçan filmlerinden biri seyirci önüne çıkar. Opera, diğer hiçbir filminin almadığı kadar sansüre uğrarken aynı zamanda birinci sınıf bir giallo olarak anılır. Film, bir seri katil tarafından hem fiziksel hem de ruhsal işkenceye maruz kalan bir sopranoyu ele alır. Katilin kadın üzerinde uyguladığı işkencelerin büyük açıklıkla incelenmesi, beyaz perdenin şiddete yaklaşımının oldukça değişmesine zemin hazırlar.Unutulmayan sahnelerden biri olan gözlerin altına yerleştirilen iğneler bu filmin ardından hep konuşulmuştur.

Dario Argento

La Sindrome Di Stendhal / Stendhal Sendromu

Dario Argento’nun bu eşsiz gerilim filminde, yönetmenin kızı Asia, tecavüzcü bir seri katilin peşindeki dedektif Anna Manni’yi canlandırıyor. Öykünün çatısını, genç kadının resimler ve sanat başyapıtları karşısında baş dönmesi ve halüsinasyonlar görmesine neden olan ‘Stendhal Sendromu’ isimli psikosomatik hastalıktan dertli olması oluşturuyor. Anna’nın Floransa’nın meşhur Uffizi müzesinde bu sapık tarafından tuzağa düşürülmesi, muhteşem bir ritim ve akışkanlıkla sunulurken filmin devamındaki tonuna dair de sevinçli ipuçlarını vermeye başlıyor.

Dario Argento

Trauma / Travma

İtalyan sinemasının korku ustası bu filminde de kızı Asia’ya başrol vermiş. Genç bir kadın akıl hastanesinden kaçar ve genç bir delikanlıdan yardım almaya başlar. Kadın zamanla çevresindeki herkesin kafasının kesilerek öldürüldüğünü fark eder. İkili, olayları çözmek üzere bir ölüm kalım mücadelesine başlar.

Dario Argento

Non Ho Sonno / Uykusuz

1983 yılında korkunç cinayetler serisi manşetlerde, adı çıkmış Gölge Katilin ölümüyle sonuçlanarak bittiğine inanılır; fakat 17 yıl sonra bir hayat kadınının vahşice katledilmesiyle olaylar yeniden başlar. Katil, modern araçları ve metotları olan polis dedektiflerinin aklını karıştırmaya devam ederek ve esrarengiz ve saplantılı ninniler söyleyerek kurbanlarını tek tek öldürür. Emekli komiser Moretti bir keresinde Cüce Cinayetler de yetkili olduğu için, deneyimlerinden yararlanılabilir. Ünlü dedektif 1983 yılında annesi kurban olan küçük çocuğa verdiği yemini hatırlar: “Bütün hayatım boyunca olsa bile katili bulacağım.” ve katili yakalamak için kendi metotlarını kullanır.

En çok filmografide yer tutan ve sevilen filmleri sizin için derledim. Birde sürekli tartışılan bir konu hakkında ek olarak bilgi vermek istiyorum. Yönetmenin, kadınları filmlerinde cinayete kurban olarak göstermesi onun kadın düşmanı olarak algılanmasını sağlamış ve belli kesimler Argento’ yu bununla suçlamış. Bu konu hakkında Argento’nun verdiği bir röportajdaki yorumunu da buraya bırakıyorum.

Giallo Pages Dergisi Röportajı

Giallo Pages: “Filmlerinizdeki şiddeti eleştirenler, kadına yönelttiğiniz şiddete itirazda bulunarak sizi kadın düşmanlığıyla suçluyorlar ama filmleriniz güçlü kadın karakterlerle dolu?”
Dario Argento: ”Filmlerimde cinayetlerin olduğu ve kadınların sıkça öldürüldüğü doğru ama bir sürü erkek de öldürülüyor! Hepsinden öte, bunların gerçek olmadığını hatırlamanız gerek. Bir fantezi… Ama bu kadınlar da zavallı kurbanlar değil… Phenomena’yı düşünün: 2 kadın karakter, öğretmen ve kız – kızın doğa ötesi güçleri var. Öğretmende de öfke… Suspiria da öyle. Bence bu kavrama hatası. Küçük bir hata…”

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir