Kadın, Hafıza ve Mekânın İzinde: Emine Yıldırım ile “Gündüz Apollon Gece Athena” Filmi Üzerine Söyleşi

Yazan: Gamze Çakan

“Gündüz Apollon Gece Athena”, Emine Yıldırım’ın yazıp yönettiği ve ilk uzun metraj filmi olan bir yapım. Film, yetimhanede büyüyen ve hayaletlerle iletişim kurabilen Defne’nin, annesinin hayaletini bulma umuduyla çıktığı fantastik bir yolculuğu anlatıyor. Defne’ye bu yolculukta radikal solcu Hüseyin, pavyon şarkıcısı Nazife ve Antik Dönem’den bir rahibe eşlik ediyor. Filmin başrollerinde Ezgi Çelik, Barış Gönenen ve Selen Uçer yer alıyor. Görüntü yönetmenliğini Barış Aygen, kurgusunu ise Selda Taşkın üstlenmiş. Müziklerini Barış Diri bestelemiş.

Film, 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gösterildi ve festival süresince yönetmen Emine Yıldırım ile samimi ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Filmin fikri nasıl ortaya çıktı? ‘Gündüz Apollon Gece Athena’nın ilham kaynağı neydi?

Ben zaten Türk sinemasını çok seven bir insanım. Biraz farklı bir şey yapmak istiyordum. O sıralarda tek başıma Side Antik Kenti’ne gitmiştim, beş sene önce, kışın. Mekâna hayran kaldım açıkçası. Çünkü Side çok farklı bir yer. Mesela Efes Antik Kenti gibi değil; hâlâ insanlar yaşıyor yapıtların yanında. Dolayısıyla tarihin hem şimdiki hâli hem de geçmiş hâli bir arada. Çok etkileyiciydi. O zamanlar da çok sessiz, adeta bir hayalet şehir gibiydi. Kış ışığı da çok güzeldi.

Bir yandan o mekân beni çok etkiledi, bir yandan da uzun süredir oyuncu arkadaşım Ezgi Çelik’le yeniden bir iş yapmak istiyordum. Farklı bir kadın hikâyesi anlatmak istedim. Biraz her şey bir araya geldi. Ana his olarak şunu söyleyebilirim: Side’de insan kendini çok küçük hissediyor — ama iyi anlamda. Çünkü fark ediyorsunuz ki siz tarihin küçücük bir parçasısınız ve insanlar binlerce yıldır aynı döngülerde, aynı mücadelelerin içinde yaşıyor. Bu bütünün bir parçası olduğunu hissetmek çok ulvi, çok huzur verici bir duygu. Senaryoyu ve projeyi oluştururken de biraz buradan hareket ettik.

Gündüz Apollon Gece Athena göz kamaştırıcı bir oyuncu kadrosuna sahip. Senaryonun inşası ve karakterlerin şekillenmesi esnasında bu oyuncular aklınızda var mıydı? Yoksa kadro, yapım öncesi süreçte mi belirlendi?

Senaryo geliştikten sonra, Ezgi zaten projenin içindeydi. Onunla sürekli konuşuyorduk. Oyuncular, oyuncuları daha iyi tanıyor; dolayısıyla Ezgi’nin projeye büyük katkısı oldu. Özellikle Hüseyin rolü için Barış Gönenen’i önerdi. O sırada “Çilingir Sofrası” filmi yeni çıkmıştı, orada tekrar izleme fırsatım oldu. Hemen konuştuk ve Barış da ekibe katıldı. Ardından yavaş yavaş genişledik. Selen Uçer zaten Barış’ın tavsiyesiydi, Deniz Türkali de öyle.

Hem oyuncular bize çok yardımcı oldu hem de yapımcım Dilde’yle birlikte sürekli tiyatro izliyor, oyunculara bakıyorduk. Bir cast ajansıyla çalışmadık çünkü filmdeki ton hassastı. Hem mizah hem trajedi vardı ve bu dengeyi doğru yakalamak gerekiyordu. Dolayısıyla filmi gerçekten anlayacak oyuncularla çalışmamız şarttı. Neyse ki herkes filmin hissinde buluştu ve bu şekilde ilerledik.

Filmdeki kahramanların çoğu kadın, perde arkasında da güçlü bir kadın ekibi var. Sizce bu kadın yoğunluğu, filmin ruhunu ve enerjisini nasıl şekillendirdi?

Evet, doğru. Aslında her şey çok güzel biçimde örtüştü. Filmin yapım süreci de büyük bir kadın dayanışmasından doğdu. Başından beri farklı bir kadın hikâyesi anlatmak istiyorduk; kadınlık hâllerine odaklanmak istedik. Dolayısıyla hem filmin yapım süreciyle hem de ruhuyla bu fikir örtüştü ve çok güzel bir kolektif enerji oluştu.

Bunu sadece “kadınlık” olarak sınırlamak istemem ama sette kadın–erkek dengesi de çok iyiydi. Kamera önünde de arkasında da eşit bir dağılım vardı. Herkes birbiriyle çok iyi anlaştı, uyumluydu. Hiç terslik yaşanmadı. Bence bu da o dengeden kaynaklanıyor. Kimse kimseye bağırmadı, her şey sakin, konuşarak ve tartışarak ilerledi. Dolayısıyla filmde hissettiğimiz o kolektif ruh, aslında yapım sürecinde de birebir yaşandı.

Filmdeki yüzleşme sahneleri, yalnızca anneler ile kızları arasında değil; aynı zamanda unutulmuş mitlerle bugünün gerçekleri arasında da yaşanıyor. Siz bu sahneleri yazarken ve çekerken, bugün hâlâ hayatımızda değişmeyen neyi fark ettiniz?

Zor bir soru ama sanırım mesele biraz hafıza ve kültürel mirasla ilgili. Biz son yirmi yılda çok zorluk yaşadık; bazen kendi zamanımız içinde kaybolup umutsuzluğa kapılıyoruz. Oysa geçmişe baktığımızda evet, çok trajediler yaşanmış ama inanılmaz zengin bir kültürel ve beşerî mirasımız var. Anadolu’daki insanlık tarihi gerçekten benzersiz. Dünyada bu kadar eski ve yoğun bir tarih başka yerde yok. Bazen bundan beslenmeyi unutuyoruz. Hepimizin ruhunda geçmişten gelen bir hafıza, bir duygu var. Ben bu kolektif hafızadan beslenmeyi ve unutmamayı seçtim. Bu film de şimdiki zamanla geçmişi birbirinden ayırmıyor; bir bütün olarak birbirini tamamlıyor. Senaryoyu yazarken de anlaşılır ama didaktik olmayan bir dil kurmaya özen gösterdim.

“Gündüz Apollon Gece Athena” başlığı bile başlı başına bir manifesto gibi. Sizce bu başlık, izleyiciye filmden önce hangi kapıyı aralıyor?

Aslında film adını seçmemiz biraz içgüdüsel bir karardı. Yapımcım Dilde’yle daha en başında bu isme karar verdik. Bu tercih doğrudan mekânla, yani Side’yle ilgiliydi. Side Antik Kenti’nin iki ana koruyucu tanrısı var: Apollon ve Athena. Biri erkek, biri kadın. Tapınakları da yan yana duruyor. Bu ikilik, gündüz ve gece, yaşam ve ölüm, trajedi ve mizah filmin ruhuyla çok örtüştü. “Gündüz Apollon, Gece Athena” ismi bu fikirden doğdu ve başından sonuna kadar da değişmeden kaldı. Normalde filmler süreç içinde isim değiştirir ama bu ad bize en başından doğru geldi.

Seyirciden tek dileğim, filmi kucaklamaları. Belki alışılmışın dışında bir yapım ama ben Türk izleyicisine güveniyorum. Bence seyircimiz çok akıllı, çok sezgili; almak isteyen bu filmi mutlaka alacaktır.

Çekim süreci nasıl geçti? Zira çok fazla açık hava çekimi vardı; mekân ve hava koşulları işleri zorlaştırdı mı?

Hem çok keyifli hem de zorlukları olan bir süreçti. Yaklaşık üç hafta artı üç gün gibi bir sürede tamamladık çekimleri. Küçük bir alanda çalıştığımız için lojistik olarak rahattık; ekip Side’ye geçtikten sonra büyük bir sorun yaşamadık. Geniş alanlarda çekim yapmak keyifliydi ama hava koşulları bizi zaman zaman zorladı. Özellikle dış sahnelerde yağmur nedeniyle bazı günleri sürekli yeniden planlamak zorunda kaldık.

Bağımsız film yapmak elbette kolay değil; bütçesel zorluklarımız oldu ama ön hazırlık sürecine çok önem verdik. O yüzden her şeye rağmen işler tıkır tıkır ilerledi. Sette herkes çok sakin, yapıcı ve motiveydi — bu da büyük bir avantaj sağladı.

Ayrıca çok iyi konaklama ve catering sponsorlarımız vardı. Bu gerçekten büyük fark yarattı. Günde 16 saat çalıştığınız bir sette insanların rahat edebilmesi, iyi yemek yiyebilmesi çok önemli. Çünkü ekip kendini değerli hissettiğinde o enerjiyi işe yansıtıyor, filmi daha çok sahipleniyor. Bizim için de en önemli şey buydu: herkesin hikâyeyi gerçekten benimsemesi.

Filmin dünya prömiyerini Tokyo’da gerçekleştirdiniz. Festival deneyimi nasıl geçti, izleyici tepkileri nasıldı?

Filmin dünya prömiyerini Tokyo’da yaptık ve film orada çok güzel karşılandı. Japon izleyiciler filmi gerçekten çok sevdi. Sonrasında Japonya’da dağıtıma girdik. Açıkçası başta filmin nasıl karşılanacağını bilemiyorduk ama izleyiciler her şeyi anladı ve çok güzel sorular sordular. Çıkışta gelip bize “Bu filmi yaptığınız için teşekkür ederiz” demeleri bizim için çok değerliydi.

Beş yıl boyunca zorluklarla, bütçesiz ve kazanç sağlamadan uğraştığınız bir projede, bir izleyiciye dokunmak gerçekten paha biçilemez bir his. Tokyo’daki tecrübe çok güzeldi. Ardından Pekin’e gittik;. Çin izleyicisi de filmi çok iyi karşıladı. Orada da dağıtıma gireceğiz. Genel olarak yurt dışında filmimiz çok güzel bir festival yolculuğu yaşıyor ve bu bizi çok mutlu ediyor.

Filminizi Altın Koza’da da izleyiciyle buluşturdunuz. Adana’daki festival deneyiminiz nasıl geçti?

Altın Koza’yı çok seviyoruz. Ben 2012’den beri Adana’ya geliyorum ve bu festivalin çok önemli bir geçmişi var. İzleyicisi de gerçekten çok güçlü ve ilgili. Burada olmak benim için çok değerliydi; bu yüzden çok mutluyum. Ayrıca rahmetli Kadir Beycoğlu’nu da anmak isterim. Onun döneminde jüri üyeliği yapmıştım, bu yüzden Adana benim için ayrı bir anlam taşıyor.

“Kadınların izlerinden giden kadınlar…” Sizin sinema yolculuğunuzda hangi kadınların izleri var, bu filmde o izleri görüyor muyuz?

Benim çok sevdiğim bir mentorum var; İranlı bir yapımcı kadın, Roşanak Nejat, Almanya’da yaşıyor. Yıllar boyunca bana çok destek oldu. Aynı şekilde Türkiye sinemasında Sevilay Demirci de birçok genç sinemacıya destek veriyor; ona gerçekten çok hayranım. Belmin Söylemez de senaryo sürecinde bana bazı konularda yardımcı oldu. Dolayısıyla ilham aldığım kadınlar bu şekilde diyebilirim. Tabii birkaç isim daha var ama şimdilik bunları söyleyebilirim.

Bize gelecek projelerinizden biraz bahseder misiniz? 

Şu anda geliştirme aşamasında bir projem var, ama hâlâ yolun başındayım. Umarım Türkiye’nin durumu ve ekonominin iyileşmesiyle bunu çekebilirim. Bu sefer yine bir tür filmi denemek istiyorum; bu kez korku türünde bir proje olacak.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir