Steffi Niederzoll’un yönettiği Tahran’da Yedi Kış belgeseli, geçtiğimiz haftalarda Tarabya Kültür Evi ve Sinematek Sinemaevi ortaklığında gösterildi. Belgesel, 2014 yılında tecavüze uğraması sonucu nefs-i müdafaa uygulayan Reyhane’nin İran hükümeti tarafından infaz sürecini ele alıyor. Belgesel, bilhassa ülkemizde ve dünyada yaşanan kurumsal ataerkil şiddeti yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Zira, failin ailesi faili “dini bütün, aile babası. Öyle şeyler yapmaz.”, diyerek aklayıp mağdurun hayatından olmasına neden oluyorlar. Niederzoll, Avrupalı belgeselcilerin Oryantalist bakışından ziyade, konu aldığı kişi(lerle) empati kuracak yönden anlatısını şekillendiriyor.
Madunun Yankılanan Sesi
Tahran’da Yedi Kış, 2006 dolaylarında eski İran istihbarat ajanı Morteza Sarbandi tarafından tecavüze uğrayan Reyhane Cabbari’nin nefs-i müdafaa mahiyetinde Sarbandi’yi öldürmesi dolayısıyla yaşananları inceliyor. Belgesel, sadece tanıklara değil; aynı zamanda arkasında telefon konuşmaları, ses kayıtları ve günlükler bırakan Reyhane’ye de söz hakkı tanıyor. Niederzoll, seyirciyi 1990’lardan 2000’lere uzanan el kamerası görüntüleriyle Cabbari ailesini ve Reyhane’yi anlatıcı haline getirerek hafızanın önemini ve susturulanın sesini susturulana böylelikle teslim etmiş oluyor. Reyhane’nin kaldığı hapishanelerin dış cepheleri kadraja girse de, iç mekânlar kurgu yoluyla oluşturulmuş; yer yer maketler ve ses kayıtlarının üst üste bindirilmesiyle Niederzoll, Reyhane’nin sıkışmışlık duygusunu aktarmayı tercih etmiş.

Bunlara karşın mahkemede Reyhane’nin tecavüze uğradığı gerçeği yoksayılıyor. Sarbandi’nin ailesinin Morteza’yı “aile babası, dini bütün, zinayla işi olmaz”, şeklinde savunması yargılamalarda geçerli sav halini alıyor. Hal böyleyken, Reyhane’nin ailesi yedi yıl boyunca ulusal ve uluslararası ölçekte kızlarının hakkını aramaya girişiyorlar. Lakin, belgesel seyirciye tekrardan madunun sesinin yankılanmasına rağmen İslam kültürü ve ataerkinin kurumsal olarak kadının beyanını esas almadığını; aksine nüfuzu ve aile desteğiyle faili aklayarak Reyhane’yi öldürmekte beis görmediklerini hatırlatmaktadır.
Baba hariç, anne Şule ve Reyhane’nin iki kardeşi Almanya’da yaşamlarını sürdürmektedirler. Belgesel, Şule’nin protestoları ve girişimleri İran’da, Reyhane’den sonra, birçok kadın ve erkeğin idamdan kurtulmalarına vesile olduklarını belirtmektedir.

Reyhane’nin Hikâyesinde Adalet, Eşitsizlik ve Direniş
Niederzoll belgeseli ele alırken, batılı yönetmenlerin aksine oryantalist bir yerden değil; aksine Cabbari ailesiyle göz hizasında bulunarak ve onları anlamaya çalışarak anlatısını şekillendirdiğini görüyoruz. Reyhane’yi ziyaretler, protestolar ve Reyhane’nin idam haberine kadar aileden sağlanan arşiv görüntüler anlatıyı desteklemektedir.
Görüntü yönetmeni Julia Daschner, cinema verite üslubunu benimseyerek seyirciyi Cabbari ailesi ve özellikle Reyhane’nin dürüstlüğünün, sahiciliğinin yakınında tutmayı yeğlemektedir. El kamerası kullanımı ve grenli görüntüler, cep telefonu görüntüleri de seyircinin Reyhane’nin hikayesiyle kolay özdeşim kurmasını sağlamaktadır. Bu bağlamda film, egemen belgesel anlatılarındaki tanrısal bakış açısı ve buyurgan erkek dış sesini de reddetmektedir. Dolayısıyla, kasvetli bir konu işlese de Niederzoll, Reyhane’nin sesini ölümün de ötesinde Reyhane’ye teslim eden içerik ve biçim sunuyor.
Tahran’da Yedi Kış, yürek burkan hikayesi ve sonuna rağmen bir kadının kendi sonunu bile bile kendi haklarının peşinden koşması ve baskıcı ataerkil rejimin tecavüzleri, kadına şiddetin üstünü kapatmasını sarsıcı bir şekilde ele almaktadır.