Günümüzde bilgiye ulaşmak her zamankinden kolay; fakat gerçeğe ulaşmak her zamankinden zor. Gerçek ile kurgu arasındaki sınır bulanıklaşıyor. Alkan Avcıoğlu’nun Gerçek Ötesi (Post Truth) adlı uzun metraj belgeseli, bu dönüşümü yalnızca konu edinmekle kalmıyor; bizzat bu sürecin bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Tamamı yapay zekâ tarafından üretilen ilk uzun metrajlı belgesel olma özelliği taşıyan film, hakikatin dijital çağda nasıl dönüştüğüne odaklanıyor. Ayrıca bu dönüşümün izleyicide yarattığı güven krizini yapay bir gerçeklikle anlatarak kanıtlamaya çalışıyor.
Film, yaklaşık 55 saatlik yapay zeka materyalinin işlenmesiyle oluşturulmuş. Çoğu sekans 10 saniyeyi geçmiyor. Yüzlerce kısa video izliyoruz. Bu hipnotik düzeydeki anlatı, zaman zaman iyi müzik tercihleriyle ritmini yakalıyor ancak bu anlar oldukça sınırlı. Ortaya çıkan kurgu bir görsel enflasyon yaratıyor; sahneler sıklıkla kendini tekrar ediyor, imgeler arasında kopukluk ya da süreklilik eksikliği hissediliyor. Bu görsel çeşitlilik üzerine bindirilen anlatıcı sesi, daha çok akademik bir makaleyi andıran uzun bir metni seslendiriyor. Filme bir noktada video makale bile diyebiliriz. Yapay zeka ile oluşturulan görüntülerin tekrar etmesini teknik nedenlerden dolayı belki kabul edebiliriz ancak anlatıcı da tekrar ediyor. Benzer şeyleri farklı şekillerde söylüyor. Metnin de yapay zekayla yazılmış bir havası var (belki gerçekten öyledir). Anlatı bazı yerlerde derinleşip önemli yorumlarda bulunuyor ama bunun da genele yayıldığını söyleyemeyiz. Bu noktada film, bilgi yoğunluğu yüksek deneysel bir kolaj olarak okunabilir. Bu stilistik tekrarlar ve yoğunluk izleyicide bir doygunluk hissi yaratıyor.
Ayrıca görsel yoğunluğun yanında Gerçek Ötesi (Post Truth) filmi insanlık, etik, veri, kapitalizm, algı, bilinç gibi çok sayıda konuya değiniyor. Film konuyla ilgili her şeye değinmek, her soruyu sormak ve cevaplamak istiyor. Ancak bu geniş kapsam, yer yer dağınıklık hissi yaratıyor. Bu durum odaklanmayı ve tematik derinleşmeyi zorlaştırıyor. Bu yüzden çok daha basit ve etkileyici olma fırsatını kaçırıyor. Bazı bölümler güçlü bir tartışma zemini sunarken, bazıları yalnızca geçip gidiyor. Yönetmenin bu denli geniş ve katmanlı bir tarihsel, kültürel ve politik içeriği tek bir anlatıda birleştirmeye çalışması büyük bir risk ve cesaret gerektiriyor. Bunu ne kadar başardığı ise tartışılabilir. Buna karşın filmin finalinde biraz daha rahatlıyoruz. Bu bölümde, Strasbourg dans vebası gibi tarihsel bir “kriz” örneği üzerinden günümüzdeki toplumsal kırılmalarla paralellik kurularak bir çeşit kapanış sağlanıyor. Kısa sekanslar yerini daha uzun ve bütünsel bir anlatıma bırakıyor. Ürettiği metaforu dağılmadan, özgün bir şekilde işliyor. Bu seyirciye nefes aldıran ferah alanlar kesinlikle daha fazla olmalıydı.

Yapay Zekâ Estetiği ve Gerçeklik Arayışı
Filmin arka planında kullanılan üretim araçları estetik olarak zaman zaman çarpıcı sonuçlar sunsa da, bu görselliğin nasıl inşa edildiği hakkında bazı sorular sorabiliriz. Yapay zekâ sistemleri, sanatçıların izni olmadan milyonlarca görseli tarayarak stil veritabanları oluşturmakta ve sıklıkla telif hakkıyla korunan eserlerin biçimsel özelliklerini kopyalamaktadır. Bu durum, yaratıcı emeğin rızasız biçimde yeniden kullanılması anlamına gelebilir ve dijital çağın yeni bir tür “estetik gaspı” olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda yaratıcı süreçlerin yapay zekâya bırakılması, sanatın özgünlüğünü tehdit edebilir. Yani yapay zeka ile üretilen eser tam olarak kime ait oldukça tartışmalı. Bu noktada, Theseus’un Gemisi paradoksu yerinde bir metafor sunabilir. Bir nesnenin tüm parçaları zamanla değiştirildiğinde, onun hâlâ aynı nesne olup olmadığı sorusu, yapay zekânın stil kopyalama pratiğine uygulanabilir. Eğer yapay zekâ bir sanatçının görsel tarzını oluşturan ögeleri parça parça alıyor, dönüştürüyor ve yeni bir bütün haline getiriyorsa film artık kime aittir? Bu tür eserler, içeriği bir araya getiren yönetmene mi, içeriği üreten dil modeline mi, yoksa modelin eğitildiği veri setlerine mi ait sayılmalıdır? Bu durumda Gerçek Ötesi (Post Truth) gibi tamamen yapay zekâyla üretilmiş filmlerde, görsel stilin arkasındaki imzalar içim etik problemler yaratmaktadır. Film bu tartışmayı doğrudan açmasa da, bizzat varlığıyla mevcut duruma katkı sağlayan bir yapıya sahip.
Yapısal detayları geride bırakırsak filmin üzerinde durduğu argümanlara bakmamız gerekebilir. Sunduğu fikirler genel olarak güçlü ve temellendirilmiş. İzleyiciyi zihinsel olarak da sürece katılmaya davet ediyor. Filmin iyi yaptığı işlerden biri bu. Hakikat ile kurgu arasındaki çizgi ne zaman silindi ve biz bunu nasıl fark etmedik? Görsel manipülasyonlar, yapay zeka tarafından üretilen içerikler ve hatta “ham” görüntülerin bile aslında yapay müdahaleler içerdiği fikri, izleyicinin gerçeklik algısını sürekli olarak sorgulamasına yol açıyor. Evet büyük ölçüde gerçek dediğiniz şey, zaten farkına varmadan kayıp gitmiş olabilir. Bu, klasik belgeselciliğin doğruluk iddiasını eleştiren bir tavır. Her şeyin sahte olabileceği ihtimaliyle karşı karşıya kalan izleyici diğer yapıtlara hatta bu belgesele de güvenmeyebilir, bu izlemesi keyifli bir paradoks yaratıyor. Halihazırda film kendisinin de yapay olduğu tekrar tekrar söylüyor. Film bu ikilemleri hissettirmeyi gerçekten başarıyor ve seyirciyi tetikliyor.

Sonuç olarak Gerçek Ötesi (Post Truth) sahteliğin yayılması ve hakikatin anlamını kaybetmesiyle ilgileniyor. Film yapay zeka ile birlikte yaşamanın getirdiği anlamsal kaymayı, yani artık neyin doğru olduğuna dair inancın manipülasyonla ve duygularla şekillenmesini çarpıcı örneklerle işliyor. İzleyici de hakikate nasıl ulaşacağını bilemez hale geliyor. Bu çabanın da bir yerde anlamsızlaşması gerçekten düşündürücü. Film belki de gereğinden büyük bir misyonu sırtlıyor. Anlatı bu çabanın altında eziliyor, kendini fazla ciddiye alan bir ton oluşuyor. Eğer herkesin anlatısı kendine hizmet ediyorsa, o zaman yönetmenin anlatısı da bu çerçevede değerlendirilmeli mi? Yönetmen, bu bilinçle kendi otoritesini de sorgulatıyor. Filmin önerisine göre bu noktada yapılabilecek belki de en önemli şey, hakikate inanmaya devam etmek değil, hakikati nasıl inşa ettiğimizi sürekli gözden geçirmek. Peki bu çabanın sonunda gerçekten bir yere varabilir miyiz ya da varmalı mıyız? Her şeye rağmen yapısı gereği film bizi biraz yorsa da gelecek işler için sorgulamaya teşvik eden bir referans haline gelebilir.