Haziran ayında Ankara, yine sinema aracılığıyla kadınların hikâyelerine ve dayanışmanın sıcaklığına ev sahipliği yaptı. 28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali yalnızca bir gösterim takvimi değil; yılların birikimiyle örülmüş bir hafıza alanı, ilham veren karşılaşmaların mekânı oldu. Festivalin izleyicileri, sinemacıları, gazetecileri ve gönüllüleriyle çıktığımız kısa ama derin yolculukta, “5 Soruda Festival” formatıyla onların gözünden festivali dinledik.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 28. yılında da sinemayla direnişi, hafızayla geleceği buluşturdu. 27 Mayıs – 4 Haziran tarihleri arasında Ankara’nın farklı mekânlarında gerçekleşen festival, kadınların hikâyelerini perdeye taşımanın çok ötesine geçerek izleyicilerden yönetmenlere, gönüllülerden gazetecilere kadar pek çok kişinin duygularında ortak bir iz bıraktı. Bu yıl da gösterimlerin arasında karşılaşmalar, sohbetler, beklenmedik duygular ve ortak hayaller vardı. Biz de festival sona ererken yarattığı izlenimi anlamak için çeşitli katılımcılara beş soru yönelttik. Bu röportajlardan süzülenler, bir festivalin ardında kalanları kolektif bir belleğe dönüştürüyor. Şimdi Uçan Süpürge’ye bir de onların gözünden bakalım.

Yıllara Yayılan Bir Yol Arkadaşlığı: İlk Katılımlar, Dönüşler ve Sürüp Giden Festival Hikâyeleri
Festival, birçok katılımcı için yalnızca bir etkinlik değil, bir aidiyet duygusu sundu. Bu yıl festivalin konuklarına, gönüllülerine ve katılımcılarına ilk olarak şu soruyu sorduk: “Festivalde kaçıncı yılınız? Daha önce katıldıysanız ilk ne zaman katıldınız?” Cevaplar yalnızca bir tarihler silsilesi değil; bir belleği, bir yolculuğu ve bir bağlılığı işaret ediyor. Kimisi ilk kez bir festival biletini elinde tutmanın heyecanını yaşarken, kimisi takvimine “Uçan Süpürge haftası” notunu düşmeyi çoktan bir gelenek hâline getirmiş.
Soruya cevap olarak, Üçüncü Gurbet filmiyle festivalde yer alan yönetmen Mediha Güzelgün, “Uçan Süpürge’de olmak bir kadın için gurur verici, burada olmak çok güzel,” derken, festival basın gönüllüsü Berna ise deneyimini “eğlence ve samimiyet” kelimeleriyle özetledi. Özellikle ilk kez katılanlar için bu deneyim bir “başlangıç anı”ydı. Bir gönüllü katılımcı, “Geçen yıl nöbet yüzünden gelememiştim, bu yıl nöbet çıkışı üç filme birden girdim,” diyerek motivasyonunu paylaştı. Bazı katılımcılar için bu festival, lise yıllarına uzanan bir nostalji; bazıları içinse yıllar sonra sanatçı olarak geri dönülen bir sahne. İzleyicilerden biri şöyle anlatıyor: “İlkinin tarihini hatırlamıyorum ama üniversite yıllarıydı. 3-5 yıl önce Büyülü Fener’de izlemiştim. O zamandan beri takipteyim.”
Festivalin sinemasal belleğiyle tanışan yalnızca izleyiciler değil. Film ekipleri için de bu buluşma, üretimlerinin karşılık bulduğu yer haline geliyor. Yönetmen Mediha Güzelgün dört yıl önceki ilk katılımını şöyle hatırlıyor: “İlk defa bir festivale Uçan Süpürge ile katılmıştım. O zaman 12 kadın yönetmen olarak gelmiştik. O kadar yüreklendirmişti ki beni… Şimdi dört yıl sonra yine buradayım. Artık yalnızca izleyen değil, anlatan tarafım.” Yönetmen Tuvana Simin Günay içinse Uçan Süpürge’nin anlamı başka: “Ankaralıyım. Lisede hep gelirdim ama ilk kez bir filmimle buradayım. Bu festival çok kıymetliydi benim için, hep saygı duydum. Ankara Film Festivali’nden sonra ‘Uçan Süpürge’ye gitmeliyim’ derdim.”
Festival katılımcılarından birisi Uçan Süpürge ile bağını bu şekilde açıklıyor: “Bir festivalin ömrü takvimdeki günlerle sınırlı değil. Bazı buluşmalar, kelimelerle taşınan duygular ve seçilen yollar, zamanı aşıp hatıralara dönüşüyor. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali de işte tam olarak böyle bir iz bırakıyor: kişisel olanı politik, sessizi görünür kılarak.”
Ankaralı bir izleyici şöyle diyor: “Tam hatırlamıyorum ama sanırım beşinci gelişim. İlk kez öğrenciyken, 2018’de gelmiştim. O zamanlar tek tük film seçip geliyordum ama şimdi programın tamamını tarıyorum. Uçan Süpürge, bir noktadan sonra sadece izleyici değil, bir katılımcı haline getiriyor insanı.” Bazıları için ise Uçan Süpürge’ye katılmak rastlantı değil, tam anlamıyla bir tercih.
Bazı gazeteciler içinse Uçan Süpürge, yıllar içinde profesyonel takibin ötesinde bir ilgiye dönüştü. Festivalde konuk olarak bulunan bir basın mensubu şöyle diyor: “Yaklaşık on yıldır festivali ya takip ettim ya haber yaptım. Bu yıl ilk kez izleyici koltuğuna daha fazla zaman ayırabildim. İyi ki de öyle olmuş. Uçan Süpürge her yıl bir konuya, bir söze odaklanıyor ama aslında hep aynı şeyi yapıyor: kadınların sesine alan açmak.”
Her biri farklı hikâyelerle gelen bu katılımcılar, birlikte bir kolektif hafıza kuruyor. Kimisi ilk defa adım atıyor, kimisi yıllardır takip ediyor. Ama hepsinin ortaklaştığı bir duygu var: Uçan Süpürge yalnızca bir festivale katılmak değil, bir yol arkadaşlığına dahil olmak demek.

Burada Olmak Tesadüf Değil: Bu Yolu Seçenlerin Hikâyesi
Peki katılımcılar neden buradaydı? Bu yılın dikkat çeken ortak duygusu, Uçan Süpürge’ye katılmanın bir rastlantı değil, bilinçli bir seçim olduğuydu. Festivalin habercisi çoğu zaman bir sosyal medya postu ya da geçmişten gelen bir bağ. Ancak asıl motivasyon, sinema aracılığıyla kurulacak bağlara dair umut. Uçan Süpürge’ye katılmak, yalnızca film izlemekten ibaret değil. Festival alanına atılan her adımın ardında bir neden, bir arayış ve çoğu zaman bir inat var. Burada bulunmak, sadece sinemayı sevmek değil; kadınların hikâyelerine ortaklık etmek, onları anlatanlara alan açmak anlamına geliyor.
Röportaj yaptığımız bir başka katılımcı: “Sosyal medyadan takip ediyorum. Film seçmeden geliyorum çünkü her birinin kıymetli olduğunu biliyorum. Bugün iki film izledim; biri The Ice Tower, diğeri Gündüz Apollon Gece Athena. İçeriklerinden bağımsız olarak burada bulunmak zaten bir karar.” diyerek festivalin herhangi bir filme indirgenemeyecek bir bütünlük sunduğunu belirtti. Yönetmen Tuvana Simin Günay’ın festival doğal bir durak olarak niteleyen sözleri ise sinema üreticileri için bu kararın ne kadar derin bir anlam taşıdığını ortaya koyuyordu: “Festival sektörde bir işaret fişeği. Burada olmak hem dayanışma hem de tanıklık anlamına geliyor. Burada olma motivasyonum çok büyük. Ankaralıyım, bu festivalle büyüdüm. Özel bir davet almaya bile gerek yok; bu festival zaten bizim. Sinema yapan herkes bilir. Festivalin adı bile bir çağrı aslında. Zaten sektörde olan herkesin bildiği bir durak. Sinema yapan bir kadınsan, burada olmak neredeyse kaçınılmaz. Benim için de öyleydi.” Bu yıl festivale ilk kez gönüllü olarak katılan bir üniversite öğrencisi ise “Başta ‘etkinlik deneyimi’ diye düşündüm ama şimdi fark ediyorum ki aslında kolektif bir mücadelenin içindeyim,” diyerek motivasyonunun beklenmedik biçimde dönüştüğünü aktardı. Yönetmen Mediha Güzelgün içinse bu yılki motivasyon, kendi belgeselinin en doğru izleyiciyle buluşacak olmasıydı: “Belgeselim kadın travmalarıyla ilgili. Uçan Süpürge’nin ruhuna çok uygun. Bu filmin yeri tam burasıydı.”
Bazen Bir Film, Bazen Bir Cümle: Unutulmayan Karşılaşmalar
Festivalde her buluşma yeni bir kıvılcım, her film başka bir iz bırakıyor. Röportajların en renkli bölümlerinden biri ise katılımcıların festivalde onları en çok heyecanlandıran anlara dair anlattıklarıydı. Festivalin bu yılki Benzersiz Kadınlar Benzersiz Hikayeler temasına göndermeler sıkça yapıldı. Yönetmenlerden biri, “Male gaze bizi yıprattı ama artık kadın perspektifi çok güçlü,” derken, akademisyen bir katılımcı da “Kadınların üretim yaptığı her alan dönüşümü beraberinde getiriyor,” diyerek bu değişime işaret etti. Bir izleyici, filmlerle buluşmanın öngörülemeyen duygusal yoğunluğunu şöyle dile getiriyor: “Bugün ‘Gündüz Apollon Gece Athena’ beni heyecanlandırıyor. SIYAD ödüllü, film sonrası ekiple buluşma da var. Bu anı çok bekledim. O an, sadece bir izleyici değil, bir katılımcı gibi hissettim.” Sinema yazarı Gözde Hatunoğlu ise “Kültür çölü gibi bir ülkede Uçan Süpürge gibi bir festival nefes aldırıyor” diyerek festivalin benzersizliğine vurgu yaptı.
Yönetmen Tuvana Simin Günay’ın heyecanı ise bir başka yönetmen arkadaşına duyduğu hayranlıkla örülü: “Cansu Baydar’ın ‘Neredeyse Kesinlikle Yanlış’ filmi… Daha önce Sundance ve Venedik’te yarıştı. İzlediğim an etkisinden çıkamadım. Hâlâ içimde yaşıyor.” sözleriyle festivalin yerel bağlamını vurguladı. Yönetmen Mediha Güzelgün içinse en heyecan verici karşılaşma, en unutulmaz an, genç izleyicilerle buluştuğu anlar olmuştu: “Gençlerle buluşmak. Onlara anlatmak istiyordum zaten. Kendi coğrafyamdan hikâyeleri onların gözlerine bakarak anlatmak çok anlamlıydı. Hafıza, sadece geçmişle değil, gelecek kuşakla da kurulur.”
Festivalin en unutulmaz yönlerinden biri de, katılımcıların belleğinde yer eden anlar, beklenen filmler ve sürpriz karşılaşmalar oldu. Katılımcılardan biri, “Festival programı elime geçtiğinde daha önce izlemeyi çok istediğim iki filmin burada gösterileceğini görmek beni heyecanlandırdı. Panellerle söyleşiler de en az filmler kadar zihin açıcıydı. Biz Radyoyu Çok Sevdik filmini özellikle çok sevdim; hem dili hem de anlatımı etkileyiciydi. Yeni filmlerdeki sürreal anlatım dili beni çok etkiledi. Dreamers ve Thank You for Banking With Us gibi filmleri de sabırsızlıkla bekliyorum,” diyerek hem film seçiminde hem tartışmalarda kendine ait bir iz bulduğunu ifade etti.
Yönetmen Cem Hakverdi içinse hafızada kalan bir cümle, festivale damgasını vuran anlardan biri oldu. Hakverdi, “Katılımcılardan biri, ‘Yaptığımız işler sonsuza kadar görünür olacak’ dedi. Bu söz, hem bizim çektiğimiz belgeselin gücüne hem de festivalin buna alan açmasına dair çok şey söylüyor. Sanırım en çok bu cümle bende kaldı,” diyerek festivalin üretimleri kalıcılaştıran işlevine dikkat çekti.
Sinema yazarı ve gazeteci Gözde Hatunoğlu ise özellikle tür sineması açısından sınırları zorlayan yapımları heyecanla takip ettiğini dile getirdi: “Akşam Emine Yıldırım’ın filmi var, onu çok merak ediyorum. İstanbul’da izlemiş olsam da festival seçkisinde yeniden izlemek farklı. Bağımsız sinemada kısır bir anlatı döngüsü var Türkiye’de; bu film onun dışına çıkan bir iş. Özellikle The Ugly Stepsister gibi body horror türüne yakın işler ilgimi çekiyor. İzlemesi de çekmesi de zor ama kadın yönetmenlerin bu alana yönelmesi çok değerli. Geçen yıl boyunca Substance konuşuldu; o çizgide işler görmek heyecan verici. Panelleri ve söyleşileri de aynı şekilde yakından takip ediyorum.”
Bu ifadeler gösteriyor ki festival, yalnızca filmleriyle değil, filmler etrafında örülen anlam ağlarıyla ve bellekte yankılanan sözleriyle de iz bırakıyor.

Kadraj Değişti: Kadınlar Anlatıyor, Sinema Yeniden Yazılıyor
Bu yıl festivale katılan herkesin ortaklaştığı bir nokta varsa, o da kadın anlatılarındaki dönüşümün artık geri döndürülemez olduğu. Festivalin en önemli mesajlarından biri de kadın hikâyelerinin artık başka bir yerden konuşuluyor olması. Kurbanlık değil, fail değil, sadece ‘temsil’ değil. Derinleşen, çeşitlenen, direnen hikâyeler bunlar. İzleyicilerden biri bu dönüşümün sadece temsille değil, katılım oranıyla da ilgili olduğuna dikkat çekiyor:“Toplumda farkındalık arttıkça, festivale yansıması da değişiyor. Katılım daha çok ve daha çeşitli. Kadınların sesi daha gür çıkıyor artık.”
Röportaj sorularından biri olarak sorulan “Kadınların hikâyeleri sinemada nasıl bir değişim yaşıyor? Festival bu dönüşümde nerede duruyor?” sorusuna gelen cevaplar Uçan Süpürge’nin, kadın anlatılarını görünür kılmakla kalmayıp, bu anlatıların nasıl anlatıldığına da yön verdiğine dikkat çekiyor. Tuvana Simin Günay bu dönüşümün yapısal yönüne odaklanıyor: “Sektör yıllarca erkeklerin domine ettiği bir alandı. Ama artık özellikle kısa film dünyasında çok güçlü kadın yönetmenler geliyor. Kadınlar daha çok hikâye anlatıyor çünkü daha çok var oluyorlar. Bu görünürlük kolay kazanılmadı.”
Oyuncu Selen Uçer, festivalin “benzersiz kadınların benzersiz hikâyeleri”ni hem bir araya getirdiğini hem de erişilebilir kıldığını vurguluyor: “Hikâyelerin görünmesini sağlıyor ve kadın birlikteliği–dayanışması ile ulaşımı artırıyor. Gösterimler sırasında aldıkları geri bildirimler de cabası; bu misyonuyla festival, ülkemizde türünün tek örneği.” Oyuncu Ezgi Çelik aynı çizgiyi destekliyor:“Kadın yönetmenlerin film çekme imkânı zaten çok sınırlı. Bu işleri bu kadar görünür ve erişilebilir hâle getirmek gerçekten çok kıymetli.” Yönetmen Mediha Güzelgün ise festivalin kurumsal olarak bu dönüşümdeki rolünü vurguluyor: “Türkiye’nin tek kadın film festivali. Bu başlı başına çok büyük bir katkı. Kadın karakterler artık ezilen, ev işi yapan figürlerden çıkıyor. Karar veren, düşünen, başaran karakterler artıyor. Biz yönetmen olarak burada yer aldıkça bu da artacak.” Akademisyen ve yönetmen Nazan Haydari ise kadın anlatılarındaki değişimin yalnızca içerikle sınırlı olmadığını, anlatının biçimi ve diliyle de yeniden kurulduğunu belirtiyor: “Kadınlar artık sadece hikâyelerini anlatmakla kalmıyor; anlatma biçimini, dili, yapıyı da dönüştürüyor. Festival bu anlamda yaratıcı anlatılara alan açarak bu dönüşümün önünü açıyor.”
Seyirci cephesinde de dönüşüm hissedilir derecede güçlü. Ankara’da yaşamaktan “şans” diye söz eden bir izleyici şöyle diyor: “Toplumdaki farkındalık arttıkça, kadınların sesi daha gür çıkabiliyor. Bu da festivale katılımın her yıl artmasına yansıyor.” Bir başka izleyici, festival sloganının tam isabet olduğuna inanıyor: “Gerçekten birbirinden farklı, benzersiz kadınları izledik. Erkek bakış açısının yıpratıcılığından sonra kadın perspektifinin bu kadar güçlenmesi çok anlamlı. İyi ki kadınların kamerası var.” Bazı katılımcılar için festival, dünyayı yerel sınırların ötesinde okumayı mümkün kılıyor: “Soraya’yı Taşlamak beni yıllar önce sarsmıştı. Bu filmlerle kadınlara yapılan haksızlıklar gündeme geliyor; yoksa bizler sadece kendi küçük çevremizde kalırdık,” diyor bir konuk izleyici. Bir diğer katılımcı, popüler kültürde kadın temsillerinin tek‑tipleşmesine karşı Uçan Süpürge’nin çok sesli panzehir sunduğunu ekliyor: “Şimdi tek tip ‘her şeye karşı çıkan’ kadın klişesi oluşuyor popüler sinemada. Oysa az önce Venezuela’dan Almanya’ya göçmüş bir kadının 17 yıl sonra iş bulma mücadelesini izledim; popüler kültür böyle hikâyeleri göstermez.” Festivalin bu dönüşüme yalnızca perde önünden değil, sahne arkasından da katkısı büyük. Bu yıl festivalde gönüllü olarak yer alan bir genç kadın şöyle diyor: “Her sabah perdeleri açarken, aslında yalnızca salonu değil, başka kadınların hikâyelerine alan açtığımızı hissediyorum. Film izleyemediğim zamanlar oluyor ama içeride o koltuklarda biri oturuyorsa, bu değişimin bir parçasıyım. Bu his, çok güçlü.”

Burada Olmayanlara Bir Kartpostal Mesafesi Kadar Yakınız : Kadın Kadının Yurdudur
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, yalnızca salonda oturanlara değil, salona bir gün adım atabilecek tüm kadınlara da sesleniyor. Festivalin bu yılki konukları, gönüllüleri ve izleyicileri, “bugün burada olmayan bir kadına” bir kartpostal gönderecek olsalar ne yazacaklarını samimiyetle dile getirdi. Bu soru festivalin en duygusal, en kişisel yanı. Her yanıt bir dostluk çağrısı, bir iç dökme, bir umut mesajı gibi. Bazıları, geçmiş kuşaklara dönerek duygusal bir selam yolluyor: “Kartpostalı anneme, babaanneme, anneanneme gönderirdim. Onların döneminde bu fırsatlar yoktu. Şimdi ben buradayım, sizin için de,” diyor genç bir izleyici. Başka biri, çağrısını renklerin diliyle sunuyor: “Kendine bir hikâye arıyorsan ama benzersiz bir hikâye arıyorsan; benzersiz bir kadın yönetmenin gözünden bakmak, anlamak ve buna dahil olmak istiyorsan, hadi gel.” Festivalde olmayan ama salonda yeri olan kadınlara yazılan kartpostallar, aslında kolektif bir çağrının parçası: “Canım kız kardeşim, senin yerine de bugün güç bulduğum, duygudaşlık yaşadığım filmler izledim. Seneye birlikte olalım.”
Kartpostallar, kişisel olduğu kadar politik de: “Her kadın ayakları üzerinde durmayı bilmeli ve güçlü olmalı. Anne babalar da önce kızlarını sağlam yetiştirmeli,” diyor daha önce birçok kadın film festivaline katılmış bir izleyici.Bir gönüllü, sinemanın yalnızca izleyici değil yapıcı tarafına da cesaretle çağırıyor:“İzleyici ol, oyuncu ol, yapımcı ol… ne olursan ol ama bir kadın olarak burada özgürce ve cesaretle bulun. Asla hiçbir şeyden korkma.” Bazıları esprili, sıcak ve içten: “Gel gönüllü çalış, muhtemelen evde oturuyorsun!” Bazıları ise bir ömürlük direnişi ve dayanışmayı hatırlatıyor: “Vazgeçmemek, direnmek, mücadele etmek, birlikte olmak, dayanışmak.”
Festival salonlarında yankılanan bu mesajlar, bir karttan fazlasıydı: görünmeyen binlerce kadına gönderilmiş kolektif bir davet, dayanışmanın el yazısıyla yazılmış bir hatırlatma ve kadınların anlatacak daha çok hikâyesi olduğunu gösteren bir umut mektubu. Bu satırlar, festivalin görünmeyen ama hissedilen katmanlarını taşıyor. Uçan Süpürge yalnızca burada olanlara değil, bir gün burada olabilecek tüm kadınlara ait.
Festival sona ermiş olabilir, ancak perdesi kapanmayan bir şey var: anlatı. Haziran geride kaldı belki, ama bu röportajlardan, bu filmlerden ve bu sözlerden geriye kalan duygular, önümüzdeki ayların politik ve yaratıcı iklimine çoktan yayılmaya başladı. Ve şimdi gözler 29. yıla çevriliyor. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, kadınların sinemadaki sesini büyütmeye, yeni hikâyelere alan açmaya ve dayanışmanın izini sürmeye devam ediyor. 29. festivalin hazırlıkları şimdiden başladı. Bir kez daha benzersiz kadınların benzersiz hikâyeleriyle buluşmak için heyecanla çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu hikâyelerin perdesi kapanmaz.
Röportaj Ekibi
Festival Basın Koordinatörü: Meziyet Yıldız Mest
Festival Basın Ekibi: Ece Büyüksağnak, İdil Özşahin, Zeynep Aryaman, Kayra Balkesen, G. Duru Erkılıç, Ekin Durmaz, Betül Kaplan, Mina Geçer, Pınar Polat, Berna Öztürk, Arjen Deniz Türkmen