Adaletin, Zamanın ve Yaşama Direncinin Peşinde Filmler Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde!

Yazan: Zeynep Bafralı

15. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali,  27 Kasım – 2 Aralık tarihleri arasında Altın Terazi Uzun ve Kısa Metraj Yarışmaları yanı sıra farklı bölümlerde, merak uyandıran yeni yapımları izleyiciyle buluşturacak. Adalet Terazisi, Zamanın İzleri ve Yeryüzü Hepimizin bölümlerinde yer alan filmler, izleyiciyi tarih, toplum ve yaşam üzerine derin sorgulamalara davet ediyor. Farklı alanlarda adalet arayışını konu alan filmler Cannes, Berlin, Venedik, Locarno, Sundance, Rotterdam, Tribeca vb. film festivallerindeki prömiyerlerinin ardından İstanbul’un her iki yakasında gösterilecek.

Adalet Terazisi

Festivalin yarışma dışı ana bölümü Adalet Terazisi’nde, bu yıladalet arayışını farklı açılardan ele alan dört film yer alıyor. Slovakya’da trajik bir hatayla hayatı altüst olan ve kendini ruhunda kurduğu mahkemede yargılayan bir babayı, bakım yardımına ihtiyaç duyan yaşlı bir kadın ve ona destek olmaya çalışan komşusunun gerilim dolu hikâyesini, Bronx’ta dezavantajlı bir çevrede vaktinden önce büyümek ve yetişkin olmak zorunda kalan gençlerin açmazlarını konu alan bu filmler farklı coğrafyalarda geçse de herkese tanıdık geliyor…

Eylül ayında düzenlenen Venedik Film Festivali Ufuklar bölümünde prömiyerini yapan ve Slovakya’nın bu yılki Oscar adayı olarak belirlenen  Tereza Nvotová yönetmenliğindeki Baba / Father, Adalet Terazisi bölümünün kaçırılmayacak yapımlarından. Slovakya’da geçen gerçek bir olaydan ilham alan filmde, açıklaması zor bir hatayla  çocuğunu kaybeden, evliliği sarsılan, hapis cezası istemiyle yargılanan baba vicdan azabıyla boğuşurken, yaşamaya hakkı olup olmadığını da sorgulamaya başlıyor. 20 dakikayı bulan uzun planlarıyla, özellikle de mahkeme sahnesiyle dikkat çeken film, izleyiciyle ana karakterin hayatı arasında kesintisiz ve mesafesiz bir bağ yaratıyor.

Senarist-yönetmen Joel Alfonso Vargas, ilk uzun metraj filmi Her Şeyin Bir Bedeli Var / Mad Bills to Pay için ilhamını kendisinin de büyüdüğü Bronx’taki çocukluk anılarından, aile dinamiklerinden, semtin girişimci kültüründen, gençliğin özgürlüğünden, ilk aşklardan ve o çılgın, sıcak yazlardan alıyor. Joel Alfonso Vargas, Locarno Film Festivali Geleceğin Leoparı bölümünde En İyi Yönetmen ödülü kazandığı Que te vaya bonito, Rico adlı kısa filmini geliştirerek yaptığı bu filmde, yoksulluk, eğitimsizlik, göçmenlik, yasa dışı da olsa bir çıkış ve geçim arayışı etrafında dönen bir öykü anlatıyor. Aile kavramını, ebeveyn olmanın anlamını, sevgi ve güven ortamı yaratmanın yollarını sorgulayan Amerikan bağımsız sineması örneği film, annesi ve kız kardeşiyle yaşayan 19 yaşındaki Rico’nun 16 yaşındaki sevgilisi Destiny’nin hamile kalması üzerine sorumluluk alma hamlelerine odaklanıyor. Vargas, babasının terk ettiği Rico’nun baba olma isteği ve ısrarıyla, annesi ve anneannesinden uzak kalan Destiny’nin korkularını onları yargılamadan anlatıyor. Bu yıl Sundance Film Festivali’nden dünya prömiyerini yapan ve NEXT Jüri Özel Ödülü kazanan film, uluslararası prömiyerini Berlin Film Festivali Perspektif bölümünde yaptı.

Babygirl ve Hüzün Üçgeni filmlerindeki performanslarıyla dikkatleri üzerine çeken Harris Dickinson ilk yönetmenlik denemesi Serseri / Urchin ileizleyiciye fırsat eşitsizliği ve bağımlılık üzerine gerçekçi bir film sunuyor. Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümünde dünya prömiyerini yapan film, özgüveni ve özdisiplini olmayan, bağımlılıktan kurtulamayan ve bir işte dikiş tutturamadığı için sokak ve hapishane arasında yaşamını sürdüren bir karakterin öyküsünü anlatıyor. Hayata dezavantajlı başlayan bir çocuğun kendine inşa edemediği gelecek nedeniyle yetişkinliğindeki savruluşunu gözler önüne seren filmin başrol oyuncusu Frank Dillane bu performansıyla 2025 Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Erkek Oyuncu seçildi. Film, varlığı görmezlikten gelinen insanlara biraz daha empati duymak gerektiğinin altını çizerken, verdikleri mücadeleyi anlamak için mizahi dozu da barındıran bir fırsat sunuyor.

Paul Andrew Williams’ın sosyal gerçekçilikle psikolojik gerilimi buluşturan karanlık ve sarsıcı draması Yusufçuk / Dragonfly, toplumun kıyısında kalmış iki kadının; yaşlı, yalnız bir kadın olan Elsie ile ekonomik ve duygusal olarak tükenmiş komşusu Colleen’in beklenmedik dostluğunu konu alıyor. Colleen, yıllar önce kocasını kaybetmiş, oğlu tarafından ihmal edilen Elsie’nin bakıcılarından memnuniyetsizliğini fark eder. Başlangıçta süt almak gibi küçük jestlerle başlayan ilişki, zamanla Colleen’in Elsie’nin hayatındaki tek gerçek destek haline gelmesine dönüşür. Önyargılar ve güvensizlikler içerisinde ilerleyen bu dostluk Elsie’nin oğlunun gelmesiye giderek bozulur ve bir trajediye dönüşür. Yalnızlık ve suçluluk gibi duyguları, yaşlı bakım sistemini, insan doğasındaki karanlık yönleri, şefkat ile zalimlik arasındaki ince çizgiyi sorgulayan filme Andrea Riseborough ve Brenda Blethyn’in çarpıcı performansları hem insani hem ürkütücü bir derinlik kazandırıyor. Prömiyerini Tribeca Film Festivali’nde yapan film ile oyuncular En İyi Performans Ödülü’nü layık görüldüler.

Zamanın İzleri

Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, Zamanın İzleri bölümü Afganistan’da Taliban yönetimine rağmen kadınlar için özgürlük savaşı veren bir büyükelçi, bugünleri öngören George Orwell ve Ukrayna’da savaş ortamında eğitim görmeye çalışan çocuklar hakkında üç belgeselle, Soğuk Savaş döneminin barış savunucusu diplomatlarından Hammarskjöld hakkında bir biyografik filmden oluşuyor.

Afganistan’ın Son Büyükelçisi / The Last Ambassador, 2021 yılında Taliban iktidarı ele geçirdiğine Afganistan’ın Viyana’daki son büyükelçisi olan Manizha Bakhtari’nin, bir o kadar da Afgan kadınların hikayesi… Bir gecede eski hükümeti kaçan ve uluslararası alanda tanınmayan Taliban tarafından yönetilen bir ülkeyi temsil etmek zorunda kalan Manizha Bakhtari, mücadeleden vazgeçmiyor ve Daughters programı aracılığıyla Afgan kız öğrencilere gizlice eğitim alma fırsatı sağlarken, büyükelçi olarak uluslararası sahnede Taliban’a karşı siyasi direniş de organize ediyor. Çok uzun sürmesi beklenmeyen bu dönemde belgeseli çekmeye karar veren Natalie Halla, Bakhtari’nin üç buçuk yıldır devam eden mücadelesini ve Afganistan’daki kadınların çarpıcı durumunu bu belgeselle dünyaya anlatıyor. Manizha Bakhtari, git gide zorlaşan koşullarda, “Barış, savaşın yokluğu değil, adaletin varlığıdır,” sloganına sadık kalarak Afgan kadınların en önemli uluslararası sözcülerinden biri olmaya devam ediyor.

Per Fly’ın yönettiği Hammarskjöld: Barış için Mücadele / Hammarskjöld: Fight for Peace Soğuk Savaş döneminde Kongo’ya barışı getirmeye çalışırken gizemli koşullar altında ölen İsveçli BM Genel Sekreteri ve Nobel Barış Ödülü sahibi Dag Hammarskjöld’ün yaşamını konu alan biyografik bir film. Mikael Persbrandt’ın Dag Hammarskjöld rolündeki etkileyici performansıyla dikkat çektiği bu politik gerilim filmi kişisel yaşamıyla küresel sorumlulukları arasında sıkışmış bir adamın öyküsünü gözler önüne seriyor. Hammarskjöld’ün içsel çatışmaları ve barış uğruna verdiği diplomatik mücadelesi ve ödediği bedeller, filmde güçlü ve dramatik bir anlatımla işleniyor. Ölümünden sonra yayımlanan günlükleri Markings, onun idealizmi, yalnızlığı, karanlığı ve fedakârlık yolculuğunu anlamanın anahtarı olarak filmde görsel ve duygusal bir rehber işlevi görüyor. Film, prömiyerini geçtiğimiz yıl Rotterdam Film Festivali’nde yaptı.

Usta yönetmen Raoul Peck’in gazetecilik yaparak çağına tanıklık eden, edebiyatçı olarak günümüzü öngören bir distopyaya imza atan, siyasi görüşleri nedeniyle çok tartışılan ve kitapları birçok yerde yasaklanan George Orwell belgeseli Orwell: 2+2=5, Cannes Film Festivali’nde prömiyer yaptı. Adını 1984 romanındaki siyasi manipülasyonu simgeleyen formülden alan 2+2=5, Orwell hakkında, 1984 ve Hayvan Çiftliği uyarlamalarından fragmanlar dahil çok zengin bir biyografik malzeme sunuyor. Günümüzde git gide yükselen faşizm hakkında çeşitli kaynaklarla Orwell’in distopik siyasi düşünceleri arasında paralellik kuran bu belgeseli Homeland ve Billions dizileriyle tanınan Damian Lewis seslendiriyor. George Orwell’in son aylarını ve vizyoner eserlerini derinlemesine inceleyerek, distopik başyapıtı 1984 ile dünyaya sunduğu hayati de olsa rahatsız edici kavramların kökenlerini araştıran Raoul Peck, Orwell’in öngörülü dehasını, zamanımız ve geleceğimiz için hayati derslerini ustalıkla çözümlemeye koyuluyor.

Kateryna Gornostai imzalı Zaman Damgası / Timestamp Ukrayna’nın Rus işgaline uğramamış ya da işgalden kurtarılmış birçok kentinde ilk ve orta öğretim okullarını dolaşıp savaş koşullarında öğrenci ve öğretmenlerin eğitime nasıl devam ettiğini kaydettiği bir belgesel. Ukrayna okullarını, savaş gibi olağanüstü koşullarda bile öğretmenlerin ve öğrencilerin azimle devam ettiği direniş sembolü olarak gösteren film, Ukrayna’nın geleceğinin de nasıl şekillendiğini gözler önüne seriyor. Zaman Damgası, savaşın öğrencilerin ve öğretmenlerin günlük yaşamlarını nasıl etkilediğini belgelerken çocuklara eğitim ve normal bir yaşam hissi sağlamanın zorluklarını içeriden bir bakışla çatışma görüntülerine yer vermeden anlatıyor. Savaş bölgelerindeki çocukların ruh hallerine dair çarpıcı ve gerçekçi bilgiler sunuyor. Dünya prömiyerini 75. Berlin Uluslararası Film Festivali ana yarışmada yapan Zaman Damgası, Kira Muratova’nın 1997 tarihli Üç Hikaye / Three Stories filminden bu yana Altın Ayı için yarışan ilk Ukrayna filmi oldu.

Yeryüzü Hepimizin

Festivalin akademik programının temasına atıfta bulunan bu özel gösterimdeTomas Elšík imzalı belgesel Dayanma Gücü / Resilience izleyiciyle buluşacak.Çevre felaketlerinin eşiğinde duran bir dünyada insanın doğayla ilişkisini yeniden düşünmeye davet eden etkileyici belgesel, Pavel ve Klara’yı takip ediyor. Pavel, ilkbahar çayırlarının hassas ekosistemlerini korumaya kendini adamış; elinde orakla toprağı özenle biçerek, yok olma tehlikesi altındaki nadir bitki türlerini yaşatıyor, ormansızlaşma sonucu zarar gören sulak alanları tekrar canlandırmaya çalışıyor. Klára ise insanlığın yıkıcı izleriyle barışamıyor; sadık köpekleri Viky ve Irbis’le birlikte arazide gezerek yaban hayatını tehdit eden ölümcül yem tuzaklarını tespit edip etkisiz hâle getirmek, zehirlenmiş koruma altındaki bir kartal vakasını çözmek ve buna sebep olan çiftçileri tespit etmek için uğraşıyor.

Dayanma Gücü, belgesel ve kurmaca arasındaki sınırları bulanıklaştırarak hem bir çevre dedektifliği hikâyesi hem de insanın doğayla kurduğu tahakküm ilişkisine dair felsefi bir sorgulama. Doğaya hükmetme arzusunun bedelini sessizce hatırlatıyor: Kaybolan dengeyi belki de artık geri kazanamayacağız. Dayanma Gücü, bu iki insanın kesişen yolculukları üzerinden, insanla doğa arasındaki bağı görsel olarak büyüleyici bir dille resmediyor ve şu soruları soruyor: Uykuda kalan duyularımızı yeniden uyandırıp dünyayı birbirine bağlı bir bütün olarak görmeyi öğrenebilir miyiz?İnsanın doğa üzerindeki üstünlük tutumunu değiştirmesi mümkün mü?

Hukuk alanındaki akademik programı, uzun ve kısa metrajlı uluslararası film yarışmaları, farklı başlıklar altındaki film seçkisi, yan etkinlikleri ve film seçkisinden yola çıkıp gündemin nabzını tutan VisionIst etkinliklerinden oluşan zengin bir programı “Herkes İçin Adalet” ilkesi çerçevesinde bir araya getiren festival, Prof. Dr. Adem Sözüer’in başkanlığında, Prof. Dr. Bengi Semerci’nin direktörlüğünde düzenleniyor. Program danışmanlığını Alin Taşçıyan’ın üstlendiği festival programından diğer detaylar önümüzdeki günlerde açıklanacak.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir