28. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali kapsamında düzenlenen “Film Eleştirisi ve Toplumsal Cinsiyet Paneli”ne film eleştirmeni Alin Taşçıyan moderatörlüğünde, SİYAD Başkanı Esin Küçüktepepınar, Almanya ve Meksika’dan katılan Bettina Hirsch ve Adriana Fernandez ile yazar Senem Erdine katıldı.
Panelde Sinemada Kadın Eleştirmenliğine Dair Neler Konuşuldu?
Esin Küçüktepepınar, panele Forrest Gump filminden bir örnekle başlayarak sinemada kadın temsiline dikkat çekti. Filmin ana karakteri Jenny üzerinden çizilen direnişçi ve özgür ruhlu kadın figürünün, sonunda ölümle cezalandırılan bir yazgıya mahkûm edildiğini dile getirdi. Bu tür temsillerin doğrudan olumsuzlayıcı olmasa da dolaylı olarak kadın karakterleri cezalandırıcı bir yapıya sahip olduğunu belirtti. Kendisinin de eleştirmen olarak zaman zaman erkek meslektaşları tarafından “aşırı yorumluyorsun” ya da “kadın hassasiyetiyle bakıyorsun” gibi tepkilerle sınırlandığını dile getirdi. Bu yaklaşımın, kadınları anne, kız kardeş ya da eş gibi rollerle idealize eden ve popüler kültürde sıkça rastlanan korumacı cinsiyetçiliğin bir yansıması olduğunu vurguladı.

Adriana Fernandez, eleştiri alanında cinsiyetçi bir ayrımın varlığına dikkat çekti. Animasyon ve romantik komedi gibi türlerin kadınlara; daha sanatsal ya da ciddi olarak görülen filmlerin ise erkek eleştirmenlere uygun görüldüğünü belirtti. Avengers ya da Rush gibi aksiyon dolu yapımları sevmesine rağmen, bu tür filmler hakkında yazarken anlatıya ve duyguya daha çok yöneldiğini dile getirdi. Bunun, kadın eleştirmenlerin sinemaya daha içsel ve duygusal bir yerden yaklaşma eğilimini destekleyen bir algıyı pekiştirdiğini ifade etti. Ayrıca, kadınları öven ya da onların varoluşlarını farklı yönleriyle resmeden yapımları değerlendirme konusunda daha açık bir yaklaşım benimsediğini belirtti.
Bettina Hirsch, kadın ve erkek eleştirmenlerin sinema yazımında farklı bakış açılarına sahip olduğunu dile getirdi. Eleştirinin öznel doğasının cinsiyetle doğrudan ilişkili olduğunu vurguladı. Berlin Film Festivali’nden örnek vererek, 2005 yılında yarışma bölümünde yalnızca bir kadın yönetmenin filmi yer alırken, 2019’a gelindiğinde bu oranın %41’e çıktığını belirtti. Bu değişimin güçlü bir motivasyon yarattığını ve toplumsal eşitlik sağlandıkça kadın eleştirmenlerin sayısının da arttığını ifade etti. Cannes’da da benzer bir tablo olduğunu, 22 filmden yalnızca 5’inin kadın yönetmenlere ait olduğunu belirtti.

Senem Erdine, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin yaklaşımını Marksist kuramlarla temellendirdiğini dile getirdi. Bu rollerin, kapitalist sistemin ihtiyaçlarına hizmet edecek biçimde inşa edildiğini ve sürekli yeniden üretildiğini belirtti. Emek sektöründe olduğu gibi sinema endüstrisinde de erkeklerin baskın pozisyonlarda yer aldığını vurguladı. Öte yandan, LGBT+ bireylerin de bu sistem içinde marjinalleştirildiğini; bunun, heteronormatif aile yapısının yeniden üretimi ve tüketim odaklı bireylerin yetişmesi açısından önemli görüldüğünü ifade etti. Toplumsal dönüşümün aynı zamanda kültürel bir mücadeleyi de gerektirdiğini ve medyanın –özellikle sinemanın– dayattığı cinsiyetçi kodlara karşı farkındalık geliştirilmesi gerektiğini belirtti. Eleştiri anlayışının da bu doğrultuda değişmesi gerektiğini dile getirdi.
Alin Taşçıyan, feminist film teorilerinin 50 yılı aşkın süredir anlatıyı dönüştürerek önemli bir yol kat ettiğini belirtti. Erkeklerin de artık feminist film kritiği yapabilecek bir noktaya geldiğini dile getirdi. Ancak bir erkek karakterin yerine bir kadın karakter koymanın feminist film yapmak anlamına gelmediğini, bunun en fazla pro-feminist bir tavır olabileceğini ifade etti.
Panelin ilerleyen bölümünde Esin Küçüktepepınar, kadın ve erkek eleştirmenlerin aynı filmi ele alış biçimlerinin farklı olup olmadığını izleyicilere sordu. Kadın izleyiciler, bu konuda bir fark olduğunu dile getirdi. Küçüktepepınar, Lucrecia Martel’in Zama filminin Venedik Film Festivali’ne alınmamasını örnek vererek, kadın yönetmenlerin başyapıt düzeyindeki eserlerinin dahi görmezden gelinebildiğini belirtti.

İzleyicilerden biri ise panelistlere, neden örneklerin genellikle beyaz kadınlar üzerinden verildiğini sordu ve beyaz olmayan kadın eleştirmenlere dair düşüncelerini merak etti. Alin Taşçıyan, bunun yalnızca anlatıyı değil, oyunun kurallarını da değiştirmekle ilgili olduğunu dile getirdi. “En iyi 10” gibi listelerin genellikle Anglo-Sakson ağırlıklı olduğunu, ancak son yıllarda bazı müdahale ve eleştirilerle bu alanda çeşitlilik sağlandığını ifade etti. Ayrıca dil ve kültür arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, kültürel referansların beyaz bir zeminde durduğu sürece diğer tüm referansların da beyazlaşabileceğini vurguladı.
Panel sonunda Uçan Süpürge Vakfı tarafından konuşmacılara plaket armağan edildi.