1988 yapımı Chocolat ile ilk önemli çıkışını yapan Fransız yönetmen Claire Denis’in genel sinema otoritelerince en iyi filmi olarak görülen Beau Travail’in eleştirisini bu yazımızda siz okuyucularımıza yapmaya çalışacağız. Şimdiden iyi okumalar.
Afrika kıtasındaki Fransa Koloni bölgesi Cibuti’nin çorak bir alanındaki Fransız askerlerinin Çavuşu Galoup için her şey günlük gülistanlık gibidir. Üstü olan yüzbaşı Bruno Forestier’e duyduğu hayranlık ve onun gibi olma motivasyonuyla bölgede eril iktidarını muhafaza etmektedir. Ta ki özgür tavrıyla birlikteki askerleri etkilemeye başlayan genç Sentain bölüğe katılana kadar.
Claire Denis’in başyapıtı her şeyden önce çok keskin ve kesin bir film. Duygusal bir pornoya hitap edebilecek bir senaryoya sahipken Denis filmini olabildiğince içi dolu sembollerle güçlendirerek bizlere sunuyor. Agnes Godard’ın yoğun ışıklı geniş açılı kamerasıyla birlikte çorakta askerliklerini yapan Fransız erkeklerinin dünyasına kolayca giriş yapıyoruz.
Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.

Burada şu önemli noktalara da değinmek gerekiyor. Ana karakter Galoup filmdeki özgürlük, aidiyet, bastırılmış cinsellik gibi kavramların hepsini hem içinde barındırıyor hem de finaldeki twist’iyle hikayenin kusursuzca tamamlanmasına ön ayak oluyor. Filmin oldukça deştiği diğer kavramlardan biri de kıskançlık. Sentain’in gelişiyle birlikte hayranlık duyduğu Yüzbaşı Forestier’in de ona kayması, Galoup’u başka arayışlara itiyor ve daha da erkekleşmesinin önünü açıyor. Ama aslında onun gerçekten istediği şey bu değil.
“Özgürlük, pişmanlıkla başlar belki de”
Diyen Galoup aslında bu andan itibaren Sentain’in varlığını kendisi için bir özgürleşme motivasyonu olarak görmeye başlıyor. Mesleğinin ve bulunduğu statünün onu mecbur bıraktığı gizli eşcinselliğini Sentain’e cezalar vererek bulunduğu konumdan içten içe tiksinerek bu statüyü yavaş yavaş üzerinden atabilecek bir yol olarak görüyor ve bu yolda kullanmaya başlıyor. Öte yandan bölgenin Fransa koloniliğine de değinmeden edemiyor elbette yönetmen Denis. Askerler tarafından bölgenin genelevlerinde metalaştırılan Afrikalı siyahi ve beyaz kadınlara da film boyunca kadrajını çevirerek bir başka trajediye de parmak basmayı ihmal etmiyor. Beau Travail değindikleriyle hayli zengin bir film ve bu onun en büyük artısı diyebiliriz kesinlikle.

Sahnelerde özellikle erkeklerin toplu olarak eğitim alırlarken yaşadıkları, yaşattırılan hayat onlara çoğu kadrajda gözümüze bilinçli olarak çarptırılan Asal Gölü’nün özgürlük sembolizmiyle daha da büyük bir anlam kazanıyor. Sinemada denizin genellikle özgürlüğün, elde edilmek istenenin metaforu olarak kullanulmasının en başarılı örneklerinden birisinin kesinlikle Beau Travail olduğunu söyleyebiliriz. Gri, beyaz, metal renk paletleri içinde erkeklikleriyle birbirleriyle rekabet eden genç erkeklerin gölün mavisine, özgürlüğüne kendilerini kaptırmaları da zor olmuyor elbette. Galoup’un Sentain’e verdiği buzulda yalnız bırakılıp ölüme terk edilme cezası da aslında Galoup’un ordudan sürülüp Fransa’ya dönmesini ve bu sayede gerçek benliğine hakim olmasını, özgürleşmesini sağlıyor.

Başladığı sonsuz ve ritimsiz dansla da özgürleşmesini tamamlıyor, bir nevi kutluyor. Hepsinin ötesinde Beau Travail özellikle Denis Lavant’ın güçlü ve ekran yakıcı karizmasıyla hatırlayacağımız, hiçbir duyguyu, kavramı asla karikatürize etmeden, kör göze parmak yapmadan çok ciddi ve keskin bir şekilde bizlere sunan meşhur 1999’un gizli hazinelerinden, zamansız bir Claire Denis başyapıtı. Burada elbette görüntü yönetmeni Agnes Godard, senaryoda Denis’e eşlik eden Jean-Pol Fargeau, kurgucu Nelly Quettier’e de ne kadar teşekkür etsek az.