Not: Bu yazı spoiler içermektedir.
Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın senaryosunu birlikte yazıp yönettiği, 74. Berlin Film Festivali’nde hem FIPRESCI hem de Ekümenik Jüri Ödülü kazanan My Favourite Cake / En Sevdiğim Pastam; İran, Fransa, İsveç ve Almanya ortak yapımı bir film. Otuz yıldır yalnızlıkla devinen ve yüreğinde sakladığı yaşam tohumlarını yeşertmek için hayatın kendisine renkli kader kapıları açmasını düşleyen Mahin ile yalnızlık gömleğini üstünden atamayan Faramarz’ın hikâyesini anlatan film, ülkedeki sosyolojik, psikolojik ve fizyolojik olguları da sanatın şifalı üslubuyla aktarmayı başarıyor.
Senede bir kere de olsa evinde arkadaşlarını ağırlayarak onlara güzel bir sofra hazırlayan Mahin, mutsuz bir yaşamı olduğunu onlardan saklamaya çalışır. Arkadaşlarıyla yaptığı sohbette içten içe yalnızlık kuyusundan kendini çıkarma arzusuna kapılması görünüşte eğlenceli ama derinlerde bir o kadar sancılıdır. Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha, Mahin’in yalnızlığını izleyiciye aktarırken tezat bir anlatım tekniği kullanır. Mahin, gerek evinde arkadaşlarını misafir ettiği sahnede gerekse yıllar önce İran’dan Avrupa’ya giden çocuğuyla telefon üzerinden görüntülü konuşma yaptığı anlarda yalnızlığının paylaşıldığını değil de pekiştiğini hisseder. Böylece Mahin, yalnızlığı aşmak için eyleme geçtiği her an yalnızlığı ile daha da yüzleşir.

Mahin’in, geri kalan ömrüne eşlik edecek bir hayat arkadaşı aramak için yollara koyulduğu anlarda karşılaştığı olaylar, İran’ın geçmiş ve günümüz arasındaki sosyolojik-psikolojik-fizyolojik boyutunu gözler önüne serer. Ahlak polisleri tarafından giyimleri nedeniyle karakola götürülmek istenen kızlara karşı Mahin’in korumacı eylem ve söylemleri onu izleyicinin gözünde daha güçlü daha derin bir karakter olarak konumlandırır.
Geç Ömrün Genç Ruhları
Hayatı kaçırmamak arzusuyla kendine bir eş arayan Mahin, gezinirken gördüğü yaşlı erkeklere alıcı gözüyle bakarak süzgecinden geçirmeye başlar. Bu sahnelerdeki yaşamsal kodların samimi, eğlenceli ve gerçekçi bir düzlemde kurgulanabilmesi izleyiciyi filme ve karaktere karşı daha da yakınlaştırır.

Faramarz’ı lokantada yemek yerken gören ve onun da yalnız yaşadığına kulak misafiri olan Mahin, kendisiyle tanışmak için planlar yapar ve sonunda konuşma fırsatı bulur. Fizyolojik olarak yaşlı olsalar da ikisinin de utangaçlıkları, heyecanları ve kalp atışları gençtir. Ahlak polisleri aracılığıyla doğru yaşam öğretilerini dikte eden İran’daki bu sert rejimin karanlığında Mahin’in Faramarz’ı evinde misafir etmesinin amacı; hayatın onlardan esirgediği, her insanın yaşamayı hak ettiği mutlulukları yaşayabilmektir. Bu nedenle Mahin ve Faramarz’ın karakter ağacı eve geldiklerinde açmaya, çiçeklenmeye başlar. Karakterlerin duygusal durumlarındaki bu değişim teknik unsurlarla da desteklenir. Filmin başında seyirciyi karşılayan bezgin renkler yerini daha göz alıcı, kalbe heyecan veren tonlara bırakır. Yüreklerinin mahzeninde yıllarca saklanan duyguların paylaşıldığı bu özel günü sonsuzlaştıracak bir fotoğraf çekilmek için güzel ışık alan bir bitki önünü tercih etmeleri ise kurak ve karanlık hayatlarını aydınlatma, çiçeklendirme arzusunun tezahürüdür.
Mahin ve Faramarz, İran rejiminin adeta dikenli tellerle ördüğü bu baskıyı, evde kendilerine yarattıkları konfor alanıyla aşarlar. Faramarz’ın yanmayan ışıklarını tamir ederek karanlıktan kurtardığı bahçe, Mahin’in yalnızlıktan kararan yüreğinin aydınlanmasını temsil eder. Işıklanmayla beraber ortaya çıkan yeşilliklerin içinde yıllardır açılmayı bekleyen aşk kırmızısı şarabı beraber içmeleri, hayatlarının geri kalanında yürümek istediği çiçekli yolların artık çok uzak olmadığını ifade eder.

Ülkedeki tüm baskı politikasına ve dikte edilen yaşam öğretilerine rağmen arzu edilen duygulara sarılmayı güçlü bir perspektifle sunan film, ahlak polislerinden veya çevreden gelebilecek parmak sallama tehdidine karşı bir özgürlük alanı yaratabilme tutkusunu da sanatın güçlü kodlarıyla aktarmayı başarır. Hem erkek hem kadının ihtiyaç duyduğu beğenilme arzusu, anlama-anlaşma isteği, tatlı sözler eşliğinde flört etme heyecanı, ortak bellekte genç bir ömrün rutini gibi görünse de aslında bu duyguların bir yaşı olmadığını, hatta yaşlı bir kalbin bu heyecanlarla daha da güçlü beslendiğini bir kez daha hatırlatır En Sevdiğim Pastam.
Sanatsal Çağrışımlar
Mahin ve Faramarz’ın alkol aldıktan sonra dans ettikleri sahne İran sinemasının kalitesinin tutarlılığıyla örtüşen güçlü ve samimi bir imza sahnesi olmuş. Dans bittikten sonra ikilinin koltuğa sırt üstü kendini bırakması, tavana bakarak derin nefesler alması, terledikleri için duşa girme üzerine yaptığı konuşmalar, cinsel olmasa da duygusal orgazmın doruklarına ulaşıldığının sanatsal anlatım örneklerindendir. Bu sahnede yaratılmak istenen anlamı izleyicinin zihninde canlandıracak kamera açılarının kullanılması ise övgüye değer.

Mahin karakterini oynayan Lili Farhadpour ve Faramarz karakterini oynayan Esmaeel Mehrabi oyunculuk olarak ortak bir dil ve seviye yakalamış. Filmde anlatılmak istenen durumların eksenindeki duyguları gayet doğru ve yeterliliğe bağlı kalarak oynamayı başarabildikleri için gerçekten daha da gerçek bir film izleriz. Film boyunca devam eden gerçekten öte gerçek duygusu yalnızca filmin sonunda kırılma yaşar. Bu kırılma, elbette epik temelli bir yabancılaşma değildir. Film boyunca duyguların, durumların gerçekliğine sanatsal dil eklenirken filmin sonunda ise tam tersi bir bakış açısıyla sinemadaki kurmacanın peşinden giden duygular, durumlar ve oyunculuklar görürüz. Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın bu tercihi, filmin bütününde yaratılan hislerin gerçekliliğinin rengini değiştirerek teatral bir atmosfer oluşturmuş.
Gerek senaryosundaki dramatik çatışmaların yan hikâyelerle ve güçlü buluşlarla desteklenmesiyle gerekse hikâyenin derinlerindeki anların güçlü oyunculuklarla birleşmesiyle En Sevdiğim Pastam filminin sinema tarihine yıllar sonra da hatırlanacak bir iz bıraktığı söylenebilir.