Çürümenin Kayığındakiler: Hamlet

Yazan: Semiha İktüeren

İstanbul’a Bir Ağıt

Kaan Müjdeci’nin senaryosunu yazıp yönettiği “Hamlet” sonunda seyircisi ile buluştu. Yönetmen Müjdeci’yi, Sivas filmi ile tanıdık. Oldukça beğeni kazanan bu filmi, Venedik Uluslararası Film Festivali Büyük Jüri Ödülü ile ülkeye dönmüştü. Şimdiyse son filmi ‘İguana Tokyo’yu beklerken altı bölümlük bir platform dizisi ile karşımıza çıktı. Gain’de yayınlanan “Hamlet” Büyükada’da yaşayan fayton krallığını ele alıyor. Büyükada’da geçimini at arabalarına borçlu olan bir grup ve o grubun başında her şeyin sahibi bir kral. Tıpkı Danimarka Kralı gibi. Müjdeci, Shakespeare’in Hamlet oyunundan uyarladığı senaryoda, faytoncuların başı olan Ahmet’in ölümü ve kızı Hazar’ın bu ölümün ardından gerçekleştirdiği intikam planını izleriz. Amcası Kadir’in suçlu olduğunu düşünen Hazar, bunu ortaya çıkarmak için cinayetleri araştıran bir televizyon programından yardım alır. Sonrasında işler Hazar’ın da içinden çıkamadığı bir hal alır. Ve bu post truth ortam herkesin bataklığı olur.

Kaan Müjdeci, Prens adalarını hafta sonları güzel bir gün geçirmek için gezinti yerinden çıkartıp İstanbul’a adaların gözünden bakmamızı sağlıyor. Keyiflik bir izlek olmaktan çıkan ada yaşadığı ölümlerin, kıyımların, pis kokuların, -son yıllarda hayatımıza giren- müsilajın ortasında can çekişir. Hazar’ı hep İstanbul’un beton manzarasına bakıp isyan ederken görürüz. Eremya Kömürcüyan’ın seyahatnamesindeki İstanbul’dan eser kalmamıştır. Artık manzara gri bir toz bulutudur. Modern insan da bu kötü kokuya ve çirkinliğe mahkumdur.

Kırmızı İstanbul / Devrim Erbil
Devrim Erbil’in İstanbul’u gibi ada da atların kanları ile kıpkırmızıdır.

Bu can çekişmenin görünür olması yetmiyormuş gibi tüm şahitlerini televizyonun çukurunda bir araya getirir. Dizide ünlü cinayet programı sunucusu Nagehan Tan post modern gerçekliği daha da bükerek gerçeğin kaybolmasına yol açar. Ortadaki şiddet, gerçeğin kaybolması ile linç kültürüne evrilir. Şiddetin görünmezliği ve dolaylı hali onun hakkında konuşmamızı engeller. Burada şiddeti kimin yarattığı sorusu, yanıtsız ve sağ duyudan uzak bir insani boşluktadır. Siyah ayna / black mirror gibi sanal dünyanın gerçeğimizi şekillendirme biçimini, katı olan her şeyin nasıl da buharlaştığını görürüz.

Her çağın Hamlet’i, Polonius’u, Ophelia’sı, Fortinbas’ı değişirken çağımızda Hazar, Ahmet, Öner isimleri ile hayat bulur.

Hazar ve Öner

“Ülkemizin başında büyük bir felaket dolaşıyor”

Horatio

Hamlet’te de olduğu üzere geçmiş dönemlerde devletin güçlülüğü ve bireyin güçlülüğü benzerlik gösterir. Özellikle de ülkeyi yöneten hükümdarın beden sağlığı ile devletin kurumlarının sağlığı arasında bir analoji kurulmaktadır. Başı temsil eden hükümdarın hastalıklı olması veya ahlaki çürümüşlüğü de devletin diğer organlarını olumsuz anlamda etkilemekteydi. Ayrıca, devletteki çürümüşlüğün ülkenin bütününe, aileye, bireye kadar uzandığı görülür, hatta doğa da bu çürümüşlükten nasibini alır. Osmanlı çöküş dönemi için kullanılan “hasta adam” benzetmesi de iyi bir örnektir. Bu dönem sultanların bedenen güçsüz hasta vs. olması, ülkedeki rüşvet skandallarının da yoğun yaşandığı dönemlere denk gelmektedir.

Oyunda da dizide de devletten başlayarak bireyin, doğanın ahlaken ve fiziksel olarak çürümesini görsel imgeler ve koku imgeleri üzerinden takip ederiz. Hamlet, Danimarka’daki çürümüşlüğü evvelce güzel olan bir bahçenin artık yabani otlarla kaplanmış bakımsız haline benzetir. Dizide bu bakımsızlığı, Hazar’ın gezdiği her yerde hissederiz. Hatta, Kadir ve Hazar’ın dudaklarından sıkça duyarız. Etraflarını saran pis ve tiksindirici bir kokunun farkında olduklarını dile getirirler.

“İlk taşı en günahsız olanınız atsın”

Ophelia / John Everett Millais

Güneşin altında duran köpek leşinde kurtlar üremiştir ve bu Danimarka’nın durumunun göstergesidir. Güneşle özdeşleştirilen Kral Claudius’un yüzünden ülke çürümüş bir gövde gibi kurtların istilasına uğramıştır. Doğa da bu çürümeden nasibini almıştır. Bu çürümenin ilk kurbanı Hamlet ‘in babası, ikinci kurbanı ise Ophelia (Öner)’dır. Toplumdaki sanal linç kültürünün dizideki yansıyan yüzüdür Öner. Tanıl Bora, linç kültürünü, “bireysel sorumluluk üstlenmeden, kalabalığın koynuna sığınmış ‘anonim’ bir cürmün gölgesine saklanarak” gerçekleştirilen bir eylem olarak tanımlar. Öner’in öldürdüğü köpek leşinden Nagehan Tan’ın kurtları üremiştir. Tam da Bora’nın dediği gibi linçi yapan kalabalık bundan sorumluluk duymaz ve anında başka bir sorumluyu tespit eder.

Sosyal medya linçinin ilk günah keçisi Öner olurken sonrasında bu savaş oklarının Nagehan’a dönüş hızını şaşkınlıkla takip ederiz. Hedefin hemen ve kısa sürede saparak başka bir hayata nasıl saldırdığını… Dolayısıyla bireyler fiziki dünyada yaşadıkları zorlukların bedelini ödetmek için sanal dünyadaki anonim kimliklerinin onlara verdiği özgürlük ve kitle psikolojisinin sunduğu cesaret ile linç eyleminin bir parçası haline gelmektedir. Bu kalabalıklar yaşayamadıkları katarsis duygusunu böyle yaşamaktadır. Ortak yaşam bilinci olan sağduyu yetisinin azaldığını görmekteyiz.

Burada Hannah Arendt’i anmak belki yerinde olabilir. Arendt’e göre kamusal alanda oluşan ortak dünyanın gerçekliği, onun paylaşılıyor olmasıdır. Bu gerçeklik ancak sağduyu yetisi ile mümkündür. Yine Arendt’e göre totaliter rejimlerin başarıya ulaşma sırrı da bu ortak sağ duyuyu yok etme becerileridir. Ayrıca biriciklik yanılgısı ile özet hayatlarımıza kapandığımız çağımızın insanı da bu ortak sağduyudan hızla uzaklaşmaktadır. Arendt günümüz kitle toplumlarında özel hayatlarına kapanan insanların bu ortak dünyadan gittikçe uzaklaştığını söyler.

Hamlet

“Özel hayat ifşasının öne çıkışı ile tek bir perspektife indirgenen insani çoğulluk, ortak olarak paylaşılan (sağ duyuyu da kapsayan) dünyanın sonunu getirmektedir.”

Hannah Arendt

Fütiristik tarzı ile yandan da içinde yaşadığımız distopyayı gözümüze sokan Black Mirror adlı dizinin “Sosyal Linç” (2016) adlı bölümündeki gibidir hamlet’in gerçekleri de. Ophelia’nın yokoluşuna sebep olan tweetlerin yan yana dizilmiş harf öbeklerinden daha fazlası olduğunu görürüz. Bölümü hatırlayacak olursak: Twitter üzerinden bir halk oylaması yapılır ve zirvedeki kişiler sırayla ölmeye başlar. Halk en başta sanal olarak linç ettikleri kişinin öleceğinin farkında değildir. Ölüm hashtag’i ile ismi paylaşılan kişinin ölümünü araştıran polis bu hashtag’i paylaşan bir kullanıcı ile görüşür. Polis kişinin tweetini gösterip “Onun ölmesini diledin.” der. Ancak kullanıcının cevabı bu suçlamadan azadedir. Bunun bir dilek değil sadece bir hashtag yani bir oyun olduğunu söyler.

Hamlet

İnsanlar ölüm hashtag’i ile paylaştıklarının işe yaradığının farkında değildir; sadece o kişiyi korkutmak, ona karşı olan nefretlerini dillendirmek amacını gütmüşlerdir. Nazi kamplarında milyonların tek emirle katledilmesi gibi burada da milyonların tıkları ile insanların linç edilmesi söz konusudur. Özneler yer değiştirmiş olsa da eylemin kendisinin değişmediğini fark ederiz. Bu linçe bu kadar gönüllü ve sıradan eşlik edebilmeyi sağlayan şey ise sanal ortamın gerçekdışılığıdır. Bu gerçek dışılık ortamında bir sağduyunun kurulması hakların ve sınırların muhafazası ile mümkün olabilecekken bunun gerçekleşemediğini görürüz. “Başkalık ve dolayısıyla kendilik deneyimi imkânının da ortadan kalkmasıyla şiddet kendisini göstermektedir.” Böylesi bir şiddetin yükseldiği eylemsellikte kimin sorumlu olduğu ise koca bir muammadır.

Kaynaklar

  • H. Arendt  / İmkansız Takas
  • H. Arendt  / Geçmişle Gelecek Arasında
  • Hatice Turan  / Sosyal Medyada Şiddet
  • Tanıl Bora  / Linç Kültürü

1 yorum

Serhat Enes Polat 14 Kasım 2021 - 15:55

Muhteşem bir yazı olmuş. Eline, emeğine, kalemine sağlık. Severek takip ediyorum.

Cevapla

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir