The Marvelous Mrs. Maisel ve Palladino Etkisi

Yazan: Hilal Işık

Yıllar önce “yabancı dili geliştirmek için altyazılı dizi izlemeliyim” düşüncesi ile televizyon seyrederken Gilmore Girls’e denk gelmiştim. Diyaloglar o kadar hızlı ve atıf doluydu ki eğitim amacı ile kullanabilinecek en son diziyi bulmuştum. Ama aynı diyalogların eğlenceli hali, Stars Hallow’un atmosferi, her biri ayrı bir eğlence sebebi olan yan karakterler, Lorelai ile Rory’nin kimyası, ana kadın karakterlerin kendi hayallerinin ve amaçlarının olması o kadar çekici gelmişti ki bırakmadan tüm sezonları izledim.

Ekran karardığında beliren ilk isim de onca sezon aklıma yerleşti: Amy-Sherman Palladino. Her bölümü, karakterlerin verdiği kararların her biri şahane olmamakla birlikte Amy-Sherman’ın kurguladığı dünya o kadar sıcak ve çekiciydi ki karakterlerle arkadaş olmak, dizinin geçtiği mekanda yaşamak ve de aynı şeyleri deneyimleme hevesi bırakıyordu insanda. Sonradan kendi üniversite yıllarımda Rory’nin üniversite hayatı gibi bir hayatın var olmadığını üzülerek anladığımda Amy-Sherman’ın tarzını da az çok anlamıştım: Büyülü bir dünya yaratarak negatif olayları ya pozitife çevir ya da onlardan ders alıp olgunlaş. Bunu yaparken de karikatürize ve realitenin süslü hali olmaktan çekinme.

Yıllar sonra aynı yaratıcı ismi, aynı tarzla Amazon’un dönem dizisi Marvelous Mrs. Maisel’da görmek daha izlemeye başlamadan taraflı görüşe sahip olmama sebep oldu haliyle. Bu sefer 1960’ların New York’un da geçen hikayede ultra zengin muhitte yaşayan muazzam zeki, eğlenceli, iki çocuk annesi ev hanımı Midge Maisel; kocasının kendisini sekreteri ile aldattığını öğrenir. O zamana kadar kocasının hobisi bildiği ve desteklediği komedyenliği bir de kendisi dener. İlk seferinde üzgün, acılı ve sarhoş şekilde çıktığı sahnede doğal bir komedi yeteneği olduğunu keşfedince aradığı kariyeri de bulur. Ancak her şey bu kadar kolay değildir tabiki çünkü Midge boşanmak üzeredir, Yahudi’dir ve de her şeyden önemlisi 1960’larda aklı ve yeteneği ile var olmaya çalışan bir kadındır.

Önceden belirtmeliyim ki Rachel Brosnahan’ın muazzam bir oyunculuk ile canlandırdığı Midge karakteri izleyenler için erişilmez derecede mükemmel gelebilir. Hatta bir noktada Joel’in bu mükemmelliği kaldıramadığı ve “daha rahat olmak istediği için” aldattığı da sezdirilmekte dizide. Ancak bu da Amy-Sherman’ın bir başka özelliği. Ana karakterleri güzel, akıllı, başarılı, esprili ve kusursuz görünür. Ancak sadece yüzeyde. Güçlü karakterlerinin ve porselen dış görünüşlerinin altında kendinden şüphe eden, fevri, hataya meyilli kadınlar vardır. Gerçek kadınlar yani. Kusurları olmakla birlikte genellikle bunlardan bir şeyler öğrenirler (Örneğin Midge’in arkadaşının düğününde dilinin kemiğini bulamayıp sonradan pişman olup nerde ne konuştuğuna daha fazla dikkat etmeye başlaması gibi).

Karakterlerin çoğu ve yapımcı kadro kadın olunca dizinin değinmek istediği cinsiyet eşitsizlikleri hem kolay işleniyor hem de göze batıyor. Midge’in tıpkı Palladino’nun diğer ana kadın karakterleri gibi hayalleri var, var olma çabası var. Bununla beraber iş bulmaya çalışmasını hoş karşılamayan ailesi, bir eşe ihtiyacı olduğunu ve eski eşi af dileyerek geri döndüğünde onu kabul etmemesinin hata olduğunu söyleyen babası, komedyen olmak için yeterince çirkin olmadığını söyleyen mekan sahipleri ile mücadelesi Midge’in ilk sezonda karşısına çıkan sorunları da var. Ayrıca çocuk sahibi olamadığı için eşinin kendisinden ayrılacağı saplantısı ile yaşayan yengesi de yine ilk sezonun bonusu.

Başarısının artmasıyla ikinci sezonda artan erkek komedyen-kadın komedyen çatışması temelinde cinsiyetçi fikirlerin yanı sıra sahne performansları sırasında erkek komedyenler hakkında şaka yaptığında mekanlardan aforoz edilmesi, cinsel içerikli konulardan bahsetmemesi konusunda uyarılması ve hatta “hamile” dediği için sahneden indirilmesi göze çarpan dönemsel (?) sorunlar. Ancak, Midge’in ve ana karakterlerin parlatılması pahasına saf, salak ve hatta boş olarak tasvir edilen kadın kararkterlerin sayısı düşündürücü. Ayrıca 60’ların dünyasında kadınlara dayatılan olduğun gibi görünme, ne yediğine dikkat et (hatta hiç yeme), diğer kadınları düşman bilme gibi özelliklerin Midge’in iş dünyasındaki “kötü kalpli” rakibi Sophie Lennon’a verilirken onun ve çevresindeki kadınların bu tarz dayatmalarla boğuşmuyor oluşu da dikkat çekici.

Eksik noktalarına rağmen oldukça eğlenceli ve hızlı geçişlere sahip anlar vadeden dizinin kadrosu Amy-Sherman’ın dünyasını yansıtmadaki en önemli unsur diyebiliriz. Zira ilk sezonuyla kazandığı sekiz Emmy’den birinin “En İyi Kadro” oluşu da bunu vurguluyor. Midge Maisel’ı canlandıran Brosnahan’ın yanı sıra baba Abe Weissman’ı canlandıran Tony Shalhoub; anne Ross Weissmann’ı canlandıran Marin Hinkle hem karakterlerinin şahsına münhasırlıklarını hem de aile uyumlarını şahane bir şekilde sahneye taşıyor. Ayrıca Midge’in arkadaşı/menajeri Susie Myerson’ı canlandıran Alex Bornstein aynı anda zenginlerin dünyasınından etkilendiğini o kadar dengeli bir kinaye ile sunuyor ki dikkatli bakılmadığında duygularının gizlediği soğuk görüntünün altındaki hisler belli olmuyor bile. Kurgusuyla, kadrosuyla ve müzikleriyle yaratıcısının yoğun izlerini taşıyan ve üçüncü sezon onayını almış olan Marvelous Mrs. Maisel ortası olmadan, ya sevilecek ya da bir daha asla görmek istenmeyecek diziler arasında yerini alıyor.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir