Ozu Sineması Ve Noriko Üçlemesi: Değişim Rüzgarları Ve Kuşakların Fikir Ayrılıkları

Yazan: Rima Konya

“Başkalarına aynı görünsem de benim için ürettiğim her şey yeni bir ifade ve her eseri yeni bir ilgiden yapıyorum. Hep aynı gülü çizen bir ressam gibi.”

Yasujirô Ozu

Gelmiş geçmiş en etkili yönetmenlerinden birisi olarak görülen Yasujiro Ozu, bu sözüyle minimalist sinemasını dünyaya özetlemektedir. Öyle ki, çekirdek oyuncu kadrosu ile çektiği filmlerin her biri birbirini anımsatır. Bu durum sinema tarihinin kilometre taşlarından Banshun (Late Spring, 1949), Bakushu (Early Summer, 1951) ve Tōkyō monogatari (Tokyo Story, 1953) filmlerinde iyice yüzeye çıkmıştır. Nitekim bu üç filmin birbiriyle karıştırılmasında en büyük pay sahibi usta aktris Setsuko Hara tarafından canlandırılan Noriko karakteridir ve serinin “Noriko Üçlemesi” olarak anılmasına da neden olmuştur. Bu yazımızda filmlerin yanında yönetmenden ve filmlerin çekildiği dönemin koşullarından (işgal dönemi ve sonrası) da kısaca bahsetmek istedik.

Yasujiro Ozu, 12 Aralık 1903’te Tokyo’da dünyaya geldi, 60 yıl sonra doğum gününde de çok sevdiği şehrinde hayata gözlerini yumdu. Mezarı yine filmlerinde sıklıkla duyacağınız Kamakura’da Engaku-ji Zen Budist Tapınağı’nda yer alır. Hiç evlenmemiş ve hayatının büyük bir bölümünü beraber geçirmiş olduğu annesinin yanına gömülmeyi tercih etmiştir. Mezarını ziyaret etmeye kalktığınızda üzerinde Zen Budizmi’nde hiçlik anlamına gelen “mu” yazılı olan bir mezar taşı ve hayranları tarafından bırakılmış, tüketmekten büyük keyif aldığı sake şişeleriyle karşılaşacaksınız.

Ozu

Tüccar bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya gelen Ozu, gençlik yıllarının önemli bir kısmını kardeşleri ile birlikte, babasının memleketi Matsusaka’da geçirdi. Lise yıllarının önemli bir kısmını judo yaparak ve film izlemek için dersleri asarak geçirdi. Civilization (1916) filmini izledikten sonra film yönetmeni olmak istediğine karar verdi. Ekonomi ve öğretmenlik okumak için girdiği üniversite giriş sınavlarında tökezleyen Ozu, 1923’te kız kardeşi ile birlikte babasının yanına Tokyo’ya taşındı. Burada amcasının da yardımıyla Shochiku Film Şirketi’nin sinematografi departmanında asistan olarak çalışmaya başladı ve 1926 yılına gelindiğinde aynı şirkette üçüncü asistan yönetmen olarak görev yapıyordu. 1927’de senaryosunu stüdyo direktörüne sunma şansını elde etti ve jidaigeki (dönem filmleri) departmanında yönetmen olarak çalışmaya başladı. Burada ilk filmini (Zange no yaiba, Sword of Penitence) çekti ve kariyerinin devamında da sıklıkla beraber çalışacağı senaryo yazarı Kogo Noda ile tanıştı.

Bu dönem çektiği filmler arasında Eğitim Bakanlığı’nın ricası üzerine çekmiş olduğu bir Kabuki belgeseli (Kagami jishi) de vardır. Kariyerinin ilk yıllarında onlarca sessiz ve sesli film çeken yönetmenin bu dönemine ait pek çok çalışması ne yazık ki hasar görmüş veya kaybolmuştur. 1937 yılında filmlerinin sebep olduğu düşük gişe hasılatını takiben stüdyodan ayrıldı ve Japon İmparatorluk Ordusu’nun bir parçası olarak İkinci Çin-Japon Savaşı’na katıldı. Hayatının bundan sonraki iki yılını çeşitli Çin şehirlerinde ve cephelerinde geçirdi. Bu yıllarda ünlü yönetmen ve senaryo yazarı Sadao Yamanaka ile tanışma fırsatını da yakaladı. 1939’da görevini tamamlayıp Japonya’ya döndüğünde savaş günlüklerini derleyip yayınlamaya başlayan Ozu’nun sanatçı gözüyle yaşananları tüm çıplaklığı ile yayınlamak istemesi ciddi sansürlere ve yasaklamalara uğramıştır. Kimyasal silah kullanımı ve konfor kadınları gibi rahatsız edici konulardan bahsetmek istemesi dikkatleri fazlaca üzerine çekmiş, kariyerinin devamında da filmlerinin sansür kurullarınca fazlaca didiklenmesine neden olmuştur.

Bu dönemde Todake no kyōdai (Brothers and Sisters of the Toda Family, 1941) ve Chichi ariki (There Was a Father, 1942) filmlerini yayınlar. Aynı zamanda sonrasında yine sansür kurulunun büyük müdahalelerine maruz kalacak Ochazuke no aji (The Flavor of Green Tea over Rice, 1952) filminin senaryosunu yazar. 1943 yılında propaganda filmi çekmesi için ordu tarafından tekrar görevlendirilir ve Singapur’a gönderilir. Burada küçük bir belgesel filmi çektikten sonra yıllarını okumak ve tenis oynamak ile geçiren Ozu, ordunun servis ettiği filmler sayesinde Amerikan Sineması ile tanışır ve özellikle Citizen Kane filminden çok etkilenir.

Ağustos 1945’te savaşın kaybedilmesi ile çektiği filmi ve senaryosunu yok eden Ozu gözaltına alınır ve sonrasında bir kauçuk plantasyonunda çalıştırılır. 1946’da ülkesine dönen yönetmen ve Chiba’da yaşayan annesinin yanına taşınır. Ofuna Stüdyoları’nda yönetmenlik kariyerine dönen Ozu çok geçmeden yeni yapımlarını beyaz perdeye taşır. Tokyo Story de dahil olmak üzere birçok ünlü filmini geleneksel bir Japon ryokanı olan Chigasakikan’da yazan yönetmen, 1940’lı yılların sonunda Noriko Üçlemesi ile iyice tanınmaya başlar. Ustalık yıllarında çektiği Higanbana (Equinox Flower, 1958), Ohayo (Good Morning, 1959), Ukigusa (Floating Weeds, 1959), Akibiyori (Late Autumn, 1960) ve Sanma no aji (An Autumn Afternoon, 1962) filmleri ile büyük bir takdir ve izleyici kitlesi toplayan Ozu, 1955 yılından ölümüne kadar Japonya Yönetmenler Birliği’nin başkanlığını da yapmıştır.

Ozu

Sessiz filmlerle başlayan kariyerini renkli filmlerle sonlandıran Ozu, kısa komedilerle çıktığı sinema yolculuğuna derin ve duygusal yapımlarla yön vermiştir. Aile, evlilik ve kuşaklar arası fikir ayrılıkları filmlerinin öne çıkan temalarıdır. “Büyüyen çocukları göstererek Japon aile sisteminin çöküşünü temsil etmeye çalıştım” demiştir. Savaş ve işgal sonucu harap olmuş ülkesinin ayağa kalkma çabasını bizlere sunarken, bu büyük değişim dalgası karşısında kaybolmaya başlayan Japon geleneklerini, özellikle de aile ve sosyal hayattaki dejenerasyonun ne boyutta olduğunu bizlere gösterir. Bu sebeple, bu değişimin belki de en hızlı şekilde yaşandığı Tokyo’yu sıklıkla kadrajına alır.

Filmlerinin anlatı içeriği kadar özgün yönetmenlik teknikleri ile de öne çıkmaktadır. Sahne geçişlerinde tipik kesme yöntemlerini tercih etmeyen yönetmen, geçişlerde durgun nesneler ve müzikten de faydalanmıştır. Bu geçişlerden çok tartışılan bir örnek, Late Spring filmindeki bir sahnede vazoya yapılan kesmelerdir. Bu kesmeler ile Noriko ve babası arasındaki diyalogu bambaşka bir duygusal derinlikle seyircisine sunar. Kamerasını alışılagelmiş omuz hizasının yarısına indirerek “tatami” hizasına çeker ve bu hizayı karakterleri oturmuyorsa bile kullanmaya devam eder. İnsan görüşüne en yakın gördüğü 50 milimlik lensler kullanır. Filmlerini renklendirmek için Agfacolor kullanan yönetmen, kırmızı ağırlıklı daha sıcak tonlarda filmler üretmeyi amaçlamıştır. Filmlerinde melodramlardan kaçınır ve önemli olayları bilinçli olarak atlayabilir; örneğin önemi oldukça büyük olan bir düğünü ya da cenazeyi göstermeden geçebilir ve sonraki sahnede (zaten çoktan gerçekleşmiş) olayın ayrıntılarını diyalogları dinleyerek öğreniriz.

Ozu’nun filmleri aynı zamanda Zen Budizmi ve geleneksel Japon sanatlarını tanımamız için iyi birer referanstır. Karakterlerimiz Noh ve Kabuki temsillerini izlemeye giderler, çay seremonilerine katılırlar ve Zen bahçelerine bakarak derin düşüncelere dalarlar. Batılı kıyafetlerle gittikleri işlerinden döndüklerinde yukatalarını giyer ve yemekten sonra arkadaşları ile sake içerler. Her ne kadar savaş sonrası nesil modernleşmeye hevesliyse de (iş çıkışında arkadaşları ile buluşup Ginza’daki yeni kafeleri keşfetmek ve daha pahalı da olsa Batı yiyeceklerini tüketmek gibi), olgun nesiller gençlerin evlenmesini ve geleneksel aile kurumunu devam ettirmesini beklemektedir (eve para getiren adam, evlenip işten ayrılan ve çocuk büyüten kadın, yine aynı evde yaşamını sürdüren aile büyükleri ve diğer akrabalar). Serinin ilk filmi Late Spring, 1945-1952 yılları arasında gerçekleşen ABD işgalinin etkilerini net şekilde görebileceğimiz bir yapımdır. Şehirdeki İngilizce tabelaların yanı sıra Noriko ile Hattori’nin bisiklet sürdüğü sahnede yol kenarındaki devasa Coca-Cola tabelasını fark etmemek imkansızdır.

Yine aynı filmde Noriko’nun evlenmesi için teşvik edilen kişinin Amerikalı aktör Gary Cooper’a benzetilmesi de işgalin etkisinin gündelik hayata ne kadar nüfuz ettiğinin bir göstergesi. Buna ek olarak Tokyo Story filminde gözümüze çarpan inşaat görüntüleri ve fabrika bacaları da gitgide değişen ve mekanikleşen bir ülkenin ayak sesleridir.

Usta yönetmen hem çağdaşlarını hem de kendinden sonra gelen yönetmenleri derinden etkilemiştir. Ozu’nun 40. ölüm yıldönümünde dünya çapında pek çok film festivali kendisini onurlandırmış ve İranlı yönetmen Abbas Kiarostami kendisine olan hayranlığını ifade etmek için Five (Five Dedicated to Ozu, 2003) isminde beş sekanstan oluşan bir belgesel yayınlamıştır. Uzun yıllar beraber çalıştığı Shochiku Stüdyoları da yine Ozu’yu anmak üzere Tayvanlı yönetmen Hou Hsiao-hsien ile Café Lumière (2003) filmini yayınlamıştır. 2013 yılında Yoji Yamada Tokyo Story filminin modern yorumu olan Otoko wa Tsurai yo (2013) film serisini bizlere sunarken, Wim Wenders da Tokyo-Ga (1985) isimli film-belgeselinde Ozu’nun dünyasını keşfetmek üzere Japonya’ya gitmiş, Chishū Ryū ve Yuharu Atsuta ile röpartaj yapma şansını elde etmiştir. Usta yönetmen birçok film enstitüsü ve eleştirmeni tarafından gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerden biri olarak görülmekte ve Roger Ebert gibi eleştirmenlerce de en hümanist yönetmen olarak sayılmaktadır.

Banshun (Late Spring, 1949)

Dul Profesör Shūkichi Somiya (Chishū Ryū) 27 yaşındaki evlenmemiş kızı Noriko (Setsuko Hara) ile yaşamaktadır. Noriko babasına destek olmak için evin idaresini üstlenmiştir ve durumundan şikayetçi görünmemektedir. Shūkichi’nin kız kardeşi Masa hala (Haruko Sugimura) Noriko’nun çoktan evlenme yaşına geldiği konusunda ısrarcıdır. Bunun için etrafındaki birçok adayı Noriko’ya yakıştırır ve evlenmesi için teşvik eder. Ancak Noriko evlenip evden ayrılmak ve babasını yalnız bırakmak konusunda gönülsüzdür; babasının da tekrardan evlenmesi konusundaki olumsuz görüşünü de babasının tekrardan evlenmiş olan arkadaşı Profesör Jo Onodera (Masao Mishima) hakkındaki söyledikleri ile ifade eder. Shūkichi’nin kızını ikna etmek için farklı planları vardır.

Film sansür kuruluyla pek çok gerginlik yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Öncelikle savaş ve işgal kaynaklı herhangi bir olumsuzluğun filme yansıtılmamasına dikkat edilmiştir. Bombalamaların sebep olduğu harabiyete yapılan tüm atıflar kaldırılmış, Tokyo’nun sadece tozlu (hokorippoi) bir şehir olarak tanıtılmasını uygun görülmüştür. Filmdeki miai geleneğini (görücü usülü evlendirme), hatta ve hatta Noriko’nun annesinin mezarını ziyaret etme sahnesinin motivasyonunu bile sorgulamışlardır. Filmdeki en ilginç sansürlerden birisi ise yerde bulduğu cüzdanı iyi şans tılsımı olarak üstünde taşımak isteyen Masa halanın, cüzdanı polise teslim etmesi konusunda ısrarcı olan kuruldur, Ozu bu sahneyi de Shūkichi’nin kız kardeşine cüzdanı polise teslim etmesini öğütlemesi şeklinde değiştirerek kotarmıştır.

Bakushū (Early Summer, 1951)

Noriko (Setsuko Hara) Tokyo’da sekreter olarak çalışmakta ve akşamları trenle Kamakura’da yer alan Mamiya aile evine dönmektedir. Annesi Shige (Chieko Higashiyama), babası Shūkichi (Ichirō Sugai), doktor abisi Kōichi (Chishū Ryū), abisinin eşi Fumiko (Chikage Awashima) ve yeğenleri ile geniş ve mutlu bir aile hayatına sahip olan Noriko’nun huzuru büyük amcasının ziyaretinde dile getirdiği bir düşünce ile sekteye uğrar; amca onun 28 yaşına geldiğini ve evlenmesi gerektiğini defalarca kez vurgular. Kōichi ve eşine ek olarak Noriko’nun patronu Satake uygun gördükleri adaylar ile ikna çalışmalarına başlamışken, Noriko’nun yakın arkadaş grubu da bekarlar ve evliler olarak bölünerek Noriko’yla alay eder. Noriko sonunda komşusu Tami’nin (Haruko Sugimura) de desteğiyle ailesini şaşırtacak bir karar alır. Aile bu sefer farklı bir konuda Noriko’yu ikna etmeye çalışacaktır.

Tōkyō Monogatari (Tokyo Story, 1953)

Serinin son filminde emekli yaşlı Hirayama çifti Shūkichi (Chishū Ryū) ve Tomi (Chieko Higashiyama), Tokyo’da yaşayan oğulları Kōichi (So Yamamura) ve eşi Fumiko (Kuniko Miyake), kızları Shige (Haruko Sugimura) ve eşi Kurazō (Nobuo Nakamura) ve son olarak ölen oğullarından emanet kalan gelinleri Noriko’yu (Setsuko Hara) görebilecekleri bir gezi planlar. Ancak doktorluk yapan Kōichi ve bir kuaför salonu işletmekte olan Shige işlerinin ve ev düzenlerinin meşguliyetini bahane eder ve onları bir kaplıcaya gönderir. Ebeveynleri kaplıcadan erken döndüklerinde hayal kırıklığına uğrayan kardeşler yine evlerinde kalmamaları için bahaneler uydurduğunda baba eski arkadaşlarına, anne ise dul gelinine sığınır. Noriko onların ziyaretinden şikayetçi olmak bir yana, ofisindeki işlerini ayarlar ve onlara neşeyle şehri gezdirir. Savaşta kaybettikleri oğullarının eşi Noriko’yu her ne kadar sahiplenseler de tekrardan evlenmesi için yüreklendiren çift, öz çocuklarının ne kadar değiştiğini ve uzaklaştığını idrak ettikleri bu kısa gezinin sonunda buruk bir şekilde memleketleri Onomichi’ye döner. Çiftin dönüşünden kısa bir süre sonra aileyi tekrardan bir araya getiren bir olay patlak verecektir. Yönetmen filmin son kısmındaki olaylar ve diyaloglarla da ailenin kan bağıyla mı yoksa sevgiyle mi kurulduğunu seyirciye sorgulatır.

1937 ABD yapımı Make Way for Tomorrow filminden esinlenen Tokyo Story, orijinal filmdeki buhran dönemi Amerika’sı ve ekonomik sorunları yerine savaş sonrası Japonya’sı ve kültürel-duygusal problemlerine odaklanmıştır. Modern şehirlere okumaya ve çalışmaya giden çocukların kırsal kentlerde kalan aileleri ile giderek uzaklaşmasını vurgulayan film, kapitalist fikirlerin etkisiyle kaybolmaya yüz tutan geleneksel değerlere ışık tutar. Haruko Sugimura’ya Mainichi Film Ödülleri’nde “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülü kazandırmasına karşın Japon film ihracatçıları Ozu’nun bu filmini de pazarlayamayacakları düşünerek es geçerler. Akira Kurosawa’nın Rashomon’unun 1951 Venedik Film Festivali’ndeki büyük başarısından sonra gözler Japon film endüstrisine çevrilse de Ozu’nun filmleri fazla “Japon” ve geleneksel bulunur ve yönetmen hayatta olduğu sürece hak ettikleri değeri görmezler. Günümüzde ise Tokyo Story prestijli sinema dergilerinin ve ünlü eleştirmenlerin gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri olarak gösterdiği bir başyapıt olarak tanınmaktadır. Metacritic, Time, Cahiers du cinéma, Sight & Sound, The Guardian, BBC, Entertainment Weekly, Kinema Junpo ve daha nice dergi ve yayın kuruluşunun favorileri arasında gösterdiği film, çağlara meydan okuyan çizgisiyle daha da izlenecek ve sevilecektir.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir