Maskelerin Efendisi: Peter Sellers’ın Perdeler Ardındaki Sırrı

Yazan: Emirhan Coşkun

Sinema tarihindeki en eşsiz ve çeşitli yeteneklere sahip oyunculardan biri kimdir diye sorsanız buna verilebilecek cevaplardan biri şüphesiz ki Peter Sellers’dir. Onunla tanıştığınızda, canlandırdığı birçok farklı karakterin derinliklerine ve tuhaflıklarına şahit olursunuz. O, bir aktörün sadece bir yüzünü değil, bin yüzünü ustalıkla canlandırabilen nadir bir sanatçıydı. Onun büyülü performansları sadece sahnede veya perdede değil, aynı zamanda kendi kişiliğinin derinliklerinde de yaşanmıştı. Bu yazıda, Peter Sellers’ın benzersiz kariyerine ve hayatına yakından bakacağız, onun perde arkasındaki sırlarını keşfedeceğiz ve maskelerin efendisinin gerçek dünyasına adım atacağız.

Dikkat! Bu yazı, ünlü aktör Peter Sellers’ın kariyeri, yetenekleri ve sinema dünyasına olan katkılarına odaklanmakta ve ünlü aktörün sanatsal başarılarına, komediye olan katkılarına ve karakter oyunculuğundaki ustalığına derinlemesine bir bakış sunmayı amaçlamaktadır. Sellers’ın kişisel yaşamındaki zorluklar, tartışmalar veya skandallar objektif bir şekilde ele alınmıştır. 

Peter Sellers, sahne ve ekranın önünde kendi benzersiz tarzını oluşturmuş, komediye yeni boyutlar katmış ve unutulmaz karakterler yaratmış bir sanatçıdır. Bu yazı, genel olarak onun sanatsal mirasını onurlandırmak için kaleme alınmıştır.

Sanatçı Aileden Gelen Geçmiş

8 Eylül 1925’de Portsmouth’un bir banliyösü olan Southsea’de hayata gözlerini açan Sellers, (bugün hâlâ doğduğu evin üzerinde “Peter Sellers, aktör ve komedyen burada doğdu” yazısı görülebilir) William “Bill” Sellers ve Agnes Doreen “Peg” adındaki sanatçı çiftin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Ona ölü doğan abisinin adını vermişlerdi. 18. yüzyılın en önemli boksörlerinden biri olan Daniel Mendoza’nın akrabasıydı ve tıpkı ebeveynleri gibi bundan gurur duyuyordu. Hatta Sellers ailesi bir ara kendi kurdukları yapım şirketinin logosuna da Mendoza’nın resmini koymuştu.

Sanatçı bir aileden gelen Sellers, daha iki haftalık bir bebekken sahne sanatları ile tanıştı. Portsmouth’un en büyük tiyatrolarından biri olan Southsea’deki Kings Theatre’ın başrolü Dick Henderson, Sellers’ı kucağına alarak “For He’s a Jolly Good Fellow” şarkısını söyledi. O zamanlarda aklı buna ermiyordu elbet ama bazı şeyleri idrak etmeye başlayınca sanatçı bir ailenin tek çocuğu olmanın getirdiği zorlukları yaşamaya başlamıştı. Ailesinin sürekli olarak turneye çıkıyor oluşu Sellers’ın yaşamında birçok karışıklığa ve mutsuzluğa neden oldu.

Baba tarafından Protestan, anne tarafından Yahudi olmasına rağmen Katolik okuluna gönderilmişti. Bu bile Sellers’ın karmakarışık bir hayatı olduğunu anlamamıza yeten ipuçlarından biri. Her ne kadar zengin bir ailenin çocuğu olmasa da annesi tıpkı zengin çocukları gibi iyi bir eğitim görmesini istemişti. Peter tembel bir öğrenci olmasına rağmen bazı özel yetenekleri sayesinde öğretmenlerinden geçer not almayı başarmıştı. Ailesi de onu sahne sanatları konusunda sürekli teşvik etmişti; ancak babası oğlunun eğlence alanındaki yetenekleri konusunda şüpheliydi. Bu durumu biraz mübalağalı bir şekilde değerlendirerek onun yeteneklerinin sadece bir “çöpçü” olabilecek kadar yeterli olacağını düşünmüştü. Annesi ise eşinin aksine oğlunun yeteneklerine hep güvenmişti.

Okul yıllarında doğaçlama yeteneğini geliştirmeye başlamıştı. Bu süreçteki en büyük eğlencelerinden biri, yakın arkadaşı Bryan Connon ile birlikte BBC Radyo’daki komedi programlarını dinlemekti. Connon, bu zamanlar için şu ifadeleri kullanmıştı;

“Peter, Monday Night at Eight’deki (haftalık bir radyo programı) insanları taklit etmekten müthiş bir zevk alıyordu. Diyalogları doğaçlama konusunda bir yeteneği vardı. Ben genellikle bir kişiyi canlandırırdım, ancak Peter tüm karakterleri üstlenir ve kendi icadı olan birkaç sesi de dâhil ederdi.”

Bryan Connon

II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle okulu tahliye edilince Sellers’ın eğitim hayatı 14 yaşındayken sona erdi. Ailesi ile birlikte daha güvenli olduğu için dayısının yaşadığı minik bir sahil kasabası olan Ilfracombe’ye geldi. Dayısı da tıpkı ebeveynleri gibi tiyatrocuydu. Devon kasabasındaki Victoria Palace Tiyatrosu’nu yönetiyordu. Sellers’ın ilk işi de burada bekçilik yapmak oldu. Bekçilikten sonra sürekli yükseldi ve sırası ile gişe memuru, yer gösterici, sahne müdür yardımcısı ve ışık operatörü oldu. Aynı zamanda bazı oyunlarda da küçük rollerde oynuyordu.

Sahne arkasındayken Paul Scofield gibi önemli aktörleri gözlemleyebilme şansı buldu. Derek Altman adındaki arkadaşı ile “Altman and Sellers” sahne adıyla ukulele çalmak, şarkı söylemek ve şakalar yapmaktan oluşan ilk sahne gösterisini başlattılar. Sahne arkasında çalışırken ünlü davulcu Joe Daniels’ın Joe Daniels and his Hot Shots grubunun sahne öncesi hazırlıkları sırasında davulu çalmaya başlayınca bu çabası Daniels tarafından fark edildi ve Daniels ona bazı talimatlar verdi. Davul, Sellers’ın mizacına ve sanatsal becerilerine çok uygundu. Hatta Spike Milligan, Peter’ın doğaçlama ve taklit yeteneği olmasa çok önemli bir caz sanatçısı olabileceğini belirterek sanatçının farklı alanlardaki yeteneklerini vurgulamıştır.

II. Dünya Savaşı’nın her gençte yarattığı tahribat Sellers’ın da kısa bir süre savaş pilotluğuna ilgi göstermesine neden olmuştur; ancak görme yeteneğinin zayıf olması nedeni ile bu hayali asla gerçekleşmedi. Annesi ise onun Royal Air Force’a katılmasını istememişti. Hatta bu yüzden oğlunun askerlik görevinin tıbbi gerekçelerle iptal edilmesi için uğraştı ancak başarılı olamadı. Askerlik pek de beklediği gibi çıkmayınca görevlerden sıkıldı ve Filo Lideri Ralph Reader’ın RAF Gang Show eğlence grubu için seçmelere katıldı. Reader de tıpkı diğer insanlar gibi ondaki yeteneğin farkına vardığı için gruba kabul etmiştir. Sellers bu gösteriler dizisi kapsamında hem davul hem de taklit yeteneğini geliştirmiştir.

Savaşın bitimi ile terhis olan Sellers, tiyatro kariyerine devam etmek istese de sürekli olarak sahneye çıkabileceği bir grup bulamadı. 1948 yılında BBC’nin seçmelerine katıldı ve kabul edilerek “New To You” adlı televizyon programı ile ilk kez İngiliz izleyicilerinin karşısına çıktı. İlk televizyon deneyiminde izleyicilerden tam not alan Sellers, ertesi hafta bir kez daha televizyona çıktı; ancak bu ilerleyiş onun için yeterli gelmemişti. Bir gün “Much-Binding-in-the-Marsh” adındaki bir radyo programının yıldızı Kenneth Horne’nun taklidini yaparak BBC radyo yapımcısı Roy Speer’i aradı. Yaptığı bu “trol” hareket Speer tarafından “arsız genç herifin teki” olarak nitelendirilmesine neden olsa da kariyerindeki önemli sıçramalardan biri olarak görülmüştür.

Peter Sellers’in ilk önemli işlerinden biri Spike Milligan, Harry Secombe ve Michael Bentine ile birlikte yaptıkları The Goon Show adlı radyo programıdır. Bu radyo programı gülünç olay örgülerini gerçeküstü mizah, kelime oyunları, sloganlar ve bir dizi tuhaf ses efektiyle karıştırarak izleyicisine sunuyordu.

Yeni Bir Film Yıldızı Doğuyor: 1950’li Yıllar

Sellers’ın sinema serüveni de Spike Milligan ve Harry Secombe ile birlikte başlamıştır. Üçlü beyazperdeye ilk kez “Penny Points to Paradise” filmi ile çıkmıştır. Sellers bu filmde Binbaşı Arnold Fringe karakterine hayat vermiştir. Aynı yıl bir dizi farklı karakteri canlandırma yeteneğini sergilediği ilk film olan “Let’s Go Crazy” gösterime girmiştir. Sellers aynı zamanda bu kısa filmin senaryosunu da kaleme almıştır.

1954 yılında Sid James, Tony Hancock, Raymond Huntley, Donald Pleasence ve Eric Sykes’la birlikte ilk kez büyük bir prodüksiyon filminde rol almayı başarmıştır. Ünlü belgesel yapımcısı John Grierson’a göre bu film ve rol, hem Sellers hem de Hancock’un film kariyerlerini başlatmıştır. Daha sonraki teklifler hep daha büyük roller içeriyordu. 1955 yılında Alexander Mackendrick’in yönettiği “The Ladykillers”da idolü Alec Guinness’in yanı sıra Herbert Lom ve Cecil Parker’la birlikte rol aldı. Film hem Birleşik Krallık’ta hem de ABD’de ciddi bir gişe başarısı elde edince, Sellers da adını geniş coğrafyalara duyurmaya başlamıştı.

1959 yapımı olan “I’m All Right Jack” filmi, Peter Sellers’ın uluslararası ilk ödülünü almasını sağlayan film olarak öne çıkar. Sellers bu filmde sendikanın mağaza sorumlusu Fred Kite rolüyle en çok hatırlanan rollerinden birini oynamıştır. Bu rolle birlikte BAFTA En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü kazanmıştır.

I’m All Right Jack

Kariyerinin Zirve Yılları: 1960’lı Yıllar

1960’lı yıllar Peter Sellers’ın filmografisindeki zirve yılları temsil eder desek yalan söylememiş oluruz. 1960 yapımı olan “The Millionairess” filminde Hintli doktor Dr. Ahmed el Kabir’i canlandırmıştır. Aslında başlarda bu rolle pek ilgilenmese de filmde Sophia Loren’in başrol oynayacağını öğrenmesi ile birlikte rolü kabul etmiştir. Sellers ve Loren ikilisi arasındaki ilişki zamanla aşka dönüştü; ancak bir sorun vardı. Peter Sellers evliydi. Ünlü aktörün hayatı o kadar çalkantılıydı ki bu karakterine de yansımıştı. Sellers karısının önünde Loren’e olan aşkını itiraf etmişti. Hatta bazı geceler oğlunu uyandırıp ona “Sence annenden boşanmalı mıyım?” diyecek kadar garip biriydi. Bazı kişilere göre ikili arasındaki ilişki tek taraflı olsa da bazılarına göre aksine bir dönem Loren-Sellers ikilisi birlikte olmuşlardı.

1961 yılında “Mr. Topaze” filminin başrolünde oynadığı gibi ilk kez yönetmen koltuğuna da oturmuştur. Film, Marcel Pagnol’un Topaze adlı oyunun beyazperdeye bir uyarlamasıdır. Bu film hem izleyiciler hem de film eleştirmenlerinden geçerli not alamamıştır. Sellers bu yüzden bu filmden daha sonraki yıllarda nadiren bahsetmiştir. 1962 yılında ünlü yönetmen Stanley Kubrick bizzat kendi çekeceği “Lolita” filmi için Sellers’a teklif götürmüştür. Kubrick’i etkileyen en önemli etken, Peter Sellers’ın birden fazla karaktere hayat verebilecek yetenekte biri olmasıdır. Yetenekli aktör başlarda bu rolü kabul etmek konusunda kararsız kalmıştır, çünkü Sellers’a göre Clare Quilty; “fantastik bir kâbus, kısmen eşcinsel, kısmen uyuşturucu bağımlısı, kısmen sadist” bir karakterdi. Bu da aktörün bu rolü başarılı bir şekilde canlandırabilme yeteneğinden şüphe etmesine neden oldu. Kubrick doğaçlama yapabileceği konusunda Peter Sellers’ı ikna etti. Böylece daha önce komedi rolleriyle tanınan bir oyuncu olmasına rağmen, bu filmdeki ciddi ve karmaşık karakter performansı ile tüm otoritelerden geçer not almayı başarmıştır.

1962 yılında babasının ölümü üzerine İngiltere’yi terk etme kararı aldığı sırada Amerikalı yönetmen Blake Edwards’dan Pembe Panter’deki Müfettiş Clouseau rolünü oynaması için teklif almıştır. Aslında bu rol için başlarda Peter Ustinov düşünülmüş, ancak Ustinov daha sonra rolden çekildiğini açıklayınca Edwards, Sellers’a teklif götürerek yepyeni bir efsanenin kapılarını aralamıştır. Normalde Capucine ve Claudia Cardinale’in rolleri daha büyük olsa da Sellers öyle bir performans göstermiştir ki birçok otoriteye göre performansı Charlie Chaplin ve Buster Keaton ile aynı seviyede kabul edilmiştir. Müfettiş Clouseau rolü senaryoda tüm detayları ile yer almasına rağmen Sellers kostümü, aksanı, makyajı, bıyığı ve trençkotu kendi tasarlayarak karakteri adeta yeniden yaratmıştır. Rolü bu kadar efsane kılan detayların başında da Sellers’ın işine olan saygısı geliyor. Sellers, bu filmdeki rolü ile Altın Küre’de ve 18. Britanya Akademi Film Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görülmüştür.

1964 yılına gelindiğinde ise dünya sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olan bir film ortaya çıkmıştır: “Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb” Lolita filminde birlikte çalışan Sellers-Kubrick ikilisi tekrar çalışma fırsatı yakaladıkları bu filmle, çağının ötesinde bir mizah anlayışı ortaya çıkarmışlardır. Sellers bu filmde Lionel Mandrake, Başkan Merkin Muffley ve Dr. Stragelove karakterlerini büyük bir başarı ile canlandırmıştır.

Lionel Mandrake, Amerikan Hava Kuvvetleri’nde bir RAF subayıyken, Başkan Merkin Muffley, merika Birleşik Devletleri’nin başkanını temsil eder. Yıllarca hafızalardan silinmeyen Dr. Strangelove karakteri ise eski bir Nazi bilim adamıdır. Özellikle Dr. Strangelove’un elini kontrol edemeyişi Nazi geçmişi olan ve savaşın absürt yanlarını sergileyen bir figür olarak akıllara kazınmıştır. Sellers bu filmdeki performansı ile 37. Akademi Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülü’ne ve 18. Britanya Akademi Film Ödülleri’nde En İyi İngiliz Erkek Oyuncu ödülüne aday gösterilmiştir.

1964 yılında, Pembe Panter serisinin ikinci filmi olarak görülen “A Shoot in the Dark” filminin çekimleri için Fransa’ya gitmiştir. Müfettiş Clouseau efsanesini devam ettiği bu filmde Sellers başlarda hem rolü hem de yönetmen Anatole Litvak’ı yeterli bulmamıştır. Yapım ekibi bunun üzerine Litvak’ı görevden alarak yerine Blake Edwards’ı getirmiştir. Edwards, William Peter Blatty ile birlikte senaryoyu yeniden düzenlemiş ve hikâyeyi bir Clouseau komedisine dönüştürmüştürler. Komiser Dreyfus ve Kato karakterleri de bu düzenlemeden sonra senaryoya eklenmiştir. Film çekimleri sırasında Sellers ve Edwards ikilisinin arası sıklıkla gerginleşmiştir. Hatta ikili gerekmedikçe asla konuşmamış, çoğu durumda başkaları aracılığı ile birbirlerine not yollamışlardır. Aslında bu durum Sellers’ın sık sık başına geliyordu çünkü talepkar ve zor bir karaktere sahipti. Örneğin İtalyan yapımı olan After the Fox’un çekimleri sırasında anlamakta güçlük çektiği yönetmen Vittorio De Sica’yı kovdurmak için elinden geleni yapmıştı. Sellers’ın mükemmeliyetçiliği öyle bir boyuta varmıştı ki oyuncu eşi Britt Ekland’ın performansını dahi yetersiz bulmuş ve bunu ona herkesin içinde söylemişti. Hatta bununla yetinmeyip tartıştıkları bir anda karısına sandalye bile fırlatmıştı.  

1965 yılında rol aldığı “Casino Royal” filminde Woody Allen ve Orson Welles ile bir araya gelmişti. Eşi Ekland’a göre durumu iyice kötüleştiği için hiç kimseye güvenmiyordu. Zamanla Orson Welles ile arası gerildi ve bunun üzerine sette aynı yerde bulunmak istemediğini yapımcıya iletti. Hatta filmin çekimlerinin tamamlanmasını beklemeden setten ayrıldı. Bunun üzerine filmi tamamlayabilmek için apar topar bir rol yazılarak Terence Cooper filmde dâhil edildi.  

1960’lı yıllarda sağlığı kötüye gittiği için bazı filmlerdeki rolü değiştirilmiştir. Örneğin Kiss “Me, Stupid” filminin çekimlerinde zorlanmaya başlayınca rol kendisinden alınarak Ray Waltson’a verilmişti. 1968 yılındaki “The Party” filmi, Sellers’ın filmografisinde önemli bir yere sahiptir. Bu filmde yönetmen Blake Edwards’la yeniden bir araya gelmiş olan başarılı aktör, bir karışıklık sonucu lüks bir Hollywood akşam yemeği partisine davet alan beceriksiz Hintli aktör Hrundi V. Bakshi’yi harika bir performansla canlandırmıştır. Buradaki rolü Müfettiş Clouseau ile The Millionairess’deki doktorun bir karışımı gibidir. Özel hayatında yaşadığı sıkıntılara rağmen bu dönemde oynadığı tüm filmlerde, film geçerli notu alamasa bile Sellers’ın performansı hep takdir toplamıştır.

The Party

Yavaş Yavaş Gelen Son: 1970’li ve 80’li Yıllar

70’li yıllarda Sellers’ın kariyeri inişli çıkışlı bir şekilde devam etmiştir. Örneğin “There’s a Girl in My” filmi iyi bir gişe başarısı elde edip oyunculuğu övülürken, “Where Does it Hurt?” ve “Ghost in the Nooday Sun” filmindeki rolleri ile oyunculuğu komik olmaktan ziyade aşırı abartı ve çılgınca bulunmuştur. Bu aksaklıklara rağmen yeniden toparlanmış, “The Optimists of Nine Elms” filmindeki sokak sanatçısı rolüyle 1973 Tahran Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanmayı başarmıştır.

Sellers’ın biyografi yazarı Peter Evans’a göre de 70’li yıllar Sellers için iyi geçmemiştir. Evans, o dönemdeki dokuz filmden üçünün hiç yayınlanmadığını ve beşinin başarısız olduğunu belirtmiştir. 1974 yılında vizyona giren “The Great McGonagall” da tam bir başarısızlık örneğiydi. Bu dönem yaşadığı zorluktan dolayı kariyeri dibi görmüştü. Hatta TV yapımlarında ve reklamlarında yer almak üzere 100.000 pound tutarında maaş ve brüt gelirin yüzde 10’unu kabul etmeyi kabul bile edecek durumdaydı –ki belirtmeden geçmeyelim, zamanında 1 milyon poundun altındaki teklifleri kabul dahi etmiyordu.

Sellers’ı hayata yeniden döndüren şey 1974 yılında çekilen “The Return of the Pink Panter” filmiydi. Christopher Plummer, Herbert Lom ve Catherine Schell’le birlikte rol aldığı bu filmden sonra yeniden A listesindeki bir film yıldızı olarak görülmeye başlanmıştı. Film oldukça iyi bir gişe başarısı elde ettiği için maddi olarak da yeniden eski günlerine geri dönmüştü. Pembe Panter serisinin yarattığı başarı, 1976 yılında “The Pink Panther Strikes Again” filmi ile devam etti. Filmin çekimleri sırasında Blake Edwards ile olan ilişkisi daha da kötüye gitti. Edwardsi çekimler sırasında oyuncunun zihinsel durumu hakkında şunları söylemiştir:

“Eğer bir akıl hastanesine girseydiniz ve gördüğünüz ilk mahkûmu tanımlamanız gerekseydi, Peter’ın dönüştüğü varlık işte buydu.”

Blake Edwards

Fiziksel olarak kötüye giden sağlığı onu daha da çekilmez bir adam yapmıştı. Sık sık öfke nöbetleri geçiriyor, sette çalışanlara zorbalıklar yapıyordu. Yapımcı ve yönetmeni projeyi terk etmekle tehdit ediyordu. Tüm bunlar daha sonraki yıllarda Sellers’ın iş bulmasını zorlaştırmıştı. Her ne kadar iyi bir oyuncu olsa da kimse böyle zor biri ile çalışmak istemiyordu.

“Revenge of the Pink Panter” filmi ile Pembe Panter serisine devam etmişti. Film iyi bir ticari başarı yakalasa da eleştirmenler Müfettiş Clouseau’ya karşı sert eleştiriler getiriyordu. Bu eleştirilerin odak noktası ise karakterin ve rolün artık kendini tekrar ediyor oluşuydu. Sellers da Müfettiş Clouseau’yu oynamaktan sıkılmıştı. “Clouseau’dan bıktım artık, verecek başka bir şeyim yok” demişti.

Revenge of the Pink Panther

1978 yılında konuk olduğu The Muppet Show’da kendi gibi değil de farklı aksanlar ve kostümlerle katılmayı tercih etmişti. Kurbağa Kermit rahatlayıp kendisi olabildiğini söylediğinde yıldız aktörden şöyle bir cevap almıştı:

“Bu işte sevgili Kermit, anladın mı, tamamen mümkün değil. Asla kendim olamadım… Görüyorsun, artık ben burada değilim. Ben burada değilim… Bir zamanlar vardım, ama onu ameliyatla aldırdım.”

1979 yılında ilk önce “The Prisoner of Zenda”, daha sonra “Being There” filmlerinde görülmüştür. Özellikle Being There, Peter Sellers’in üzerine titrediği bir iş olmuştur. BBC’ye verdiği bir röportajda Sellers, rolü oynamayı her şeyden çok istediğini ifade etmişti. Kitabın yazarı olan Jerzy Kosinski’yi ikna etmek için oldukça çaba sarf etmiştir. Kosinski de senaryoyu kendisinin yazması şartı ile Sellers’ın bu isteğini kabul etmiştir. Çekimler sırasında Sellers dış dünya ile irtibatını neredeyse kesmiştir. Hiç kimseye röportaj vermemiş, oyuncu ve set ekibi ile zorunda olmadıkça iletişim kurmamıştır. Senaryo tahlil edildikten sonra Chance (Sellers’ın canlandırdığı karakter) için en önemli özelliklerin yürütüşü ve seslendirmesi olduğu sonucuna varılmıştır. Peter Sellers, bu filmdeki davranışları ile adeta başka biri gibi davranmıştır. Bu filmdeki rolü oyuncuya 51. Ulusal İnceleme Kurulu Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü, Londra Eleştirmenler Birliği Film Ödülleri Özel Başarı Ödülünü,  45. New York Film Eleştirmenleri Birliği Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu ve 37. Altın Küre Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu – Müzikal veya Komedi ödülünü kazandırmıştır.

1980 yılı Peter Sellers’ın beyazperdede göründüğü son yıldı. Sax Rohmer’in aynı adlı macera romanlarının komedi amaçlı yeniden tasavvuru olan “The Fiendish Plot of Dr. Fu Manchu” Sellers’ın son filmi olarak tarihe geçmiştir. Sellers bu filmde de birden fazla karakteri canlandırmıştır. Sellers’ın sert tavırları bu filmin çekimlerinde de değişmemiştir. Yönetmen Piers Haggard ile sürekli atışmış, en sonunda onu işten attırmayı başarmıştır. Bunun üzerine bazı sahneleri yönetmek için uzun süredir arkadaşı olan David Lodge’u filmi tamamlaması için sete davet etmiştir ve filmin çekimlerini devralmıştır. Ancak bu değişim pek işe yaramamış olacak ki film Washington Post tarafından “savunulmayacak derecede beceriksiz bir komedi” olarak nitelendirilmiştir.

Peter Sellers
The Fiendish Plot of Dr. Fu Manchu

Erken Gelen Ölüm

Peter Sellers hep 75 yaşında bir gece uykusunda öleceğini düşünmüştür; ancak ölüm onu henüz 1980 yılında 54 yaşındayken bulmuştur. 21 Temmuz günü anne ve babasının küllerinin yerini görmek için ilk kez Golders Green Krematoryumu’nu ziyaret etmek amacı ile Londra’ya gelir. Goon Show’daki arkadaşları Milligan ve Secombe ile buluşmak için bir akşam yemeği planlar. Yemeğin olduğu gün öğle saatlerinde kaldığı otel odasında kalp krizi geçirerek bayılır. Hastaneye yetiştirilse de kalbi daha fazla dayanamaz ve 24 Temmuz 1980 tarihinde saat gece yarısını hemen geçince hayatını kaybeder.

Sellers’ın ani ölümü sonrasında tüm arkadaşları onu sonsuz bir saygı ile anmıştır. Richard Attenborough, “Chaplin’le kıyaslanabilecek bir dehaya sahipti” derken, Pembe Panter serisindeki Kato rolü ile bilinen aktör Burt Kwouk  “Peter, Birleşik Krallık’ta çok sevilen bir oyuncuydu… Vefat ettiği gün, sanki tüm ülke durmuş gibiydi. Her gittiğiniz yerde, Peter’ın kaybı, her şeyin üzerini örten bir gölge gibi hissediliyordu.” ifadelerini kullanmıştı.

Öldüğü gün buluşma planları olan Goon Show’daki arkadaşları ise konuşmayacak kadar üzgündüler. Tıpkı anne ve babası gibi o da Golders Green Krematoryum’unda bir anma töreni ile defnedildi. Ölümünün ardından yaşanan en ilginç olay ise Pembe Panter serisi ile ilgili olmuştur. Metro-Goldwyn-Mayer, “Romance of the Pink Panther” filmini çekmek için Clouseau rolünü Dudley Moore’a teklif etmiştir; ancak hem ölümünün taze olması hem de rolün Sellers’a çok yakışması nedeni ile Moore bu teklifi geri çevirmiştir. Bunun üzerine serinin yönetmeni Edwards çok ilginç bir olaya imza atmıştır: Serinin son üç filminden silinen sahneleri toplayarak “Trail of the Pink Panther” isimli filmi vizyona sokmuştur. Oyuncunun ailesi bunun üzerine Edwards’a dava açmış ve davanın sonucunda Edwards oyuncunun ailesine 1 milyon dolar artı filmin kârının yüzde 3,15’i ve brüt gelirinin yüzde 1,36’sını ödenmiştir.

Peter Sellers
Trail of the Pink Panther

Bir Müzik Adamı Olarak Peter Sellers

Şaşalı bir sinema kariyeri olan Sellers’ın müzikal yeteneği ve geçmişi de en az o kadar şaşırtıcı bilgiler ve gerçeklerle doludur. 1958 yılında müzik kariyerinin başlangıcı “The Best of Sellers” albümü ile olmuştur. “Any Old Iron” “Bangers and Mash” ve “Balham – Gateway to the South” gibi parçalar, Sellers’ın yeteneğinin yanında komik ve eğlenceli tarafını da yansıtmıştır. Hemen ardından gelen “Songs for Swingin’ Sellers” albümü, Sellers’ın parodi yeteneklerini sergilediği bir başka başyapıt olmuştur. Bu albümde Frank Sinatra ve Dean Martin gibi ünlü şarkıcıların şarkılarını kendi komik üslubunca yeniden yorumlamıştır.

Sellers müzik kariyeri boyunca birçok ünlü isimle düet yapmıştır. Bunlardan en önemlisi Sophia Loren’dir. 1960 yılında Loren ile yaptığı “Peter and Sophia” albümü “Goodness Gracious Me” ve “Bangers and Mash” gibi eğlenceli şarkıları içermiştir. Sellers ile özdeşleşen en önemli performanslardan biri de “A Hard Day’s Night” şarkısıdır. Sellers, The Beatles’ın ünlü şarkısı “A Hard Day’s Night”ın parodisini kaydederek büyük bir ilgi görmüştür.

Maskelerin Arkasındaki Adam

Sellers, her ne kadar muazzam yetenekli bir sanatçı olsa da kişisel yaşamı için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değildi. Filmlerini incelerken ne kadar zor bir oyuncu olduğundan bahsetmiştik. Kamera arkasında yaşadığı ve yaşattığı sorunlar, sektörün birçoğuyla arasının açılmasına neden olmuştur. Sorunlar sadece iş arkadaşları ile ilgili değildi. Sanatçı tam dört kez evlenmişti. Bunlardan en ünlüsü ve skandallarla dolu olanı İsveçli aktris Britt Ekland ile olanıydı.

1964 yılında “Guns at Batasi” filminin çekimleri sırasında tanıştığı Ekland ile tanıştıktan kısa bir süre sonra evlenmişti. Sellers’ın karakterindeki defolar kısa sürede kendini belli etmeye başlamıştı. Güvensizlik ve paranoya belirtileri her geçen gün daha da şiddetleniyordu. Örneğin Ekland çekici erkeklerin karşısında rol aldığında son derece endişeli ve kıskanç olurdu. Filmlerin kamera arkasında yaşanan gerginlikler her geçen gün şiddetleniyordu. 5 Nisan 1964’de Ekland’la seks yapmadan önce orgazm ilaçları kullanmasının neticesinde bir dizi kalp krizi geçirdi. İyileştikten sonra Ekland ile birlikte A Carol for Another Christmas filmi için kameraların karşısına geçti. Çift, Ekland’ın açtığı dava ile 1968 yılında boşandı.

Peter Sellers
Peter Sellers – Britt Ekland

Sellers bu aykırılıklarını sağlık konusunda da diretmiştir. Geleneksel tıp yöntemlerinin ötesine geçerek alternatif tedavilere ilgi göstermesi buna örnek olarak gösterilebilir. Özellikle hipnoz ve meditasyon gibi yöntemlere başvurmuştur. Uzun yıllar boyunca sigara ve alkol kullanımı nedeni ile hastalığı daha da kötüye gittiği için alternatif tedavilerin hiçbiri işe yaramamıştır.

Ardından Şekillenen Komedi ve Karakter Oyunculuğu

Sellers’in sahne ve ekran üzerinde çok yönlü bir oyuncu olması, ardından gelen birçok ismi de derinden etkilemiştir. Birçok isme göre Chaplin’den sonra komedi tarihine adını yazdıran ikinci önemli aktör olarak tarihe geçmiştir. Arkadaşları ile birlikte yaptığı The Goon Show, Monty Python grubu üzerinde derin bir etki bırakmıştır. John Cleese, “Sizi beş dakika dinleyebilseydi, harika bir performans sergileyebilirdi” diyerek, Sellers’ın taklit yeteneğinin ne kadar harika olduğunu ifade etmiştir.

Canlandırdığı Hrundi Bakshi ve Müfettiş Clouseau karakterleri ile Rowan Atkinson’ın Johnny English ve Mr. Bean karakterlerini şekillendirmesinde etkili olmuştur. Peter Cook, Stephen Mangan, Mike Myers, Rob Brydon, Alan Carr, Eddie Murphy, Robin Williams, Sacha Baron Cohen, Will Ferrell, Spinal Tap, Conan O’Brien ve David Schwimmer gibi birçok komedyen ve komedi grubu da Peter Sellers’dan etkilendiklerini ifade etmişlerdir.

Ünlü komedyenin hayatı hakkında daha detaylı bilgilere erişmek için Roger Lewis’in “The Life & Death of Peter Sellers adlı biyografik çalışmasını okuyabilir, aynı zamanda aynı adla gösterime giren 2004 yapımı filmini de izleyebilirsiniz. 

İyi Bir Sanatçı, Karmaşık Bir İnsan: Peter Sellers’a Veda

Peter Sellers, hem sahnede hem de sahne dışında birçok maske takan ve her biri eşsiz olan bir sanatçıydı. Onun güldürü yeteneği sadece güldürmekle kalmayıp derinlik kazanıyor ve insanlara karakterler aracılığıyla hayatın farklı yönlerini görmelerini sağlıyordu. Ancak Sellers sadece bir komedyen değildi, aynı zamanda bir karakter oyuncusu, sinemanın ve tiyatronun önde gelen isimlerinden biriydi. Evet, hayatı, karmaşıklıklar, skandallar ve tıpkı oynadığı karakterler gibi çeşitlilikle doluydu, ancak arkasına dönüp baktığında her zaman eğlence ve yaratıcılıkla dolu bir macera görüyordu. Bu nedenle bugün hâlâ birçok otorite, Peter Sellers’ın sanat dünyasında bıraktığı büyük mirası hatırlıyor, onun gibi bir sanatçının bir daha gelmeyeceği gerçeği ile var olmaya devam ediyor.

Bu yazı, komedi ve karakter oyunculuğunun ustalarından biri olarak hatırlanacak olan Peter Sellers’a adanmıştır…

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir