Erdem Şenocak ile Kuru Otlar Üstüne Filmi ve Oyunculuk Serüveni Üzerine

Yazan: Gamze Çakan

Güçlü oyunculuğuyla rol aldığı her filme değer katan Erdem Şenocak ile tiyatro ve sinema kariyeri, oyunculuk serüveni ve bu yıl Berlin, Cannes, Venedik ve Toronto film festivallerinde gösterilen Unutma Biçimleri, Kuru Otlar Üstüne, Tereddüt Çizgisi ve Son Hasat filmleri hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

İTÜ’de Endüstri Mühendisliği okudunuz… Yanılmıyorsam tiyatroya orada, İTÜ Sahnesi’nde başladınız. O süreçte Endüstri Mühendisliği yapmayacağınızı ilk olarak ne zaman anladınız? Oyunculuğa ilginiz nasıl gelişti, yoksa hep var mıydı? Sonrasında süreç nasıl ilerledi ve bugünlere geldik?

Önce Endüstri Mühendisi olmayı nasıl seçtiğimden başlayayım. Lisede -özellikle benim dönemimde- hayatta ne yapmak istediğinizle ilgili pek bir fikriniz olmuyordu.  Çok sevdiğim, çok çalışkan bir kuzenim vardı. O ODTÜ Endüstri Mühendisliği’ni kazanmıştı. Ondan mühendislikler arasında en sosyal olanının endüstri mühendisliği olduğunu öğrenmiştim. Ben de sayısalcı olduğum için ve de derslerim iyi olduğu için puanlarım boşa gitmesin diye olabilecek en yüksek üniversitelerden başlayarak hep endüstri mühendisliği yazdım.

Yapmayacağımı ne zaman anladım? Aslında çeşitli anlama anları oluyor. Bir anda karar veremiyorsunuz herhalde. Üniversitedeki ikinci senemde tiyatro kulübüne girdiğimde tiyatro çok hoşuma gitmişti. Anlama anım bu değil belki ama çok sevmiştim tiyatroyu. O dönemde çok severek izlediğim bir tiyatro oyunundaki oyuncuların da benim gibi kulüpte tiyatroya başlayıp mezun olduktan sonra tiyatroya devam ettiklerini öğrenmiştim. Kimisi ekonomi, kimisi kimya bölümü mezunu ve tiyatro yapıyorlar. Başka işlerde çalışıyorlar mıydı bilmiyorum ama çok iyi oynuyorlardı. O ihtimalin o an bana belirdiğini hatırlıyorum. Demek ki mühendislik yapsam dahi tiyatroya devam edebilirim diye düşünmüştüm o an. Bunun gibi çeşitli anlar vardı. Oyunculuğu çok seviyordum, çok çalışıyordum. İlk senemde o kadar parlak bir oyuncu değildim ama yazın çok çalışmıştım.  Eylül’de arkadaşlarımın Sen bayağı ilerledin” dediklerini hatırlıyorum. Bazen insan oyunculukta ya da herhangi bir konuda bir anda fırlar ya, o ilk yazımda kendi standartlarıma göre fırlamıştım.

Oyuncu olmaya karar verdiğim anlardan bir tanesi de şuydu. Mezun oldum, diplomamı aldım. Bir işe girme ihtimalim var, bir de tam zamanlı tiyatrocu olma ihtimalim. Ama sonra -biraz da ekonomik sebeplerden- bir işe girdim. Bir buçuk sene çalıştım. Ama işten ayrılmak da aklımın bir köşesinde hep vardı. Tiyatro grubundan bir arkadaşım da o dönem işinden ayrılmıştı. Çok güzel bir şey demişti o zaman: Biriktirdiğim parayla ya kendime bir araba alacağım ya da birkaç sene satın alacağım.” Ben de onun üzerine bir buçuk sene önceki karar anıma geri dönüp Tamam ya, ben de bir ayrılayım. Deneyeyim bakayım.” dedim.  Şöyle bir lüksüm de olmuştu. İşyerimdekiler,Tamam madem tiyatro için ayrılıyorsun. Sana 6 ay süre veriyoruz. Sanki askere gidiyormuşsun gibi düşüneceğiz. Geri dönmek istersen masan hazır” demişlerdi.Bu benim için çok büyük bir şans oldu. O deneme sürecinde anladım işte. Ben buradan devam edeyim. Hem hayatımı da idame ettirebiliyorum.” dedim. Ama ekonomik sıkıntıları aşmaktan daha önemlisi şuydu bence -insan bazen durumları karıştırabiliyor; bende de öyle bir şey olmuş olabilirdi-bir mezuniyet bunalımı mı yaşıyorum, yani o güzel, rahat öğrencilik hayatından beyaz yakalı bir hayata geçmek istemiyor muyum; yoksa tiyatroyu, oyunculuğu gerçekten çok mu seviyorum? Sanatsal anlamda ilerlediğimi ve tercihimin hakkını verdiğimi gördüğümde “Tamam, devam edeyim.” dedim.  Hatta annem ve babamdan saklıyordum o dönem işten ayrıldığımı. Sonra o kararı gerçekten verdiğimde anneme, babama açıldım. Başta üzüldüler ama sonra bir şekilde kabul ettiler ve destek oldular.

Erdem Şenocak, Gamze Çakan

Oğuz Atay’ın aynı adlı romanından uyarladığınız Tehlikeli Oyunlar var ve yıllarca kapalı gişe oynadı. Bu romanı uyarlama fikri ilk olarak ne zaman, nasıl ortaya çıktı? Ve yakın zamanda sizi bu oyunla sahnede yeniden izleyebilecek miyiz?

Oyunu tekrar oynamayı istiyorum. Çok sevdiğim bir oyun çünkü. Oynamaktan çok zevk alıyorum. Oyunun hem metin hem de oyunculuk olarak tazeliğini koruduğunu düşünüyorum. Oyunu görmesini istediğim, oyunu tekrar ya da ilk defa izlemek istediğini bildiğim bir sürü insan var. İstiyorum ama ne zaman olur, bilemiyorum. Bakalım.

Nasıl ortaya çıktı? 2008’de bir tiyatro kampındaydık. Orada günün en son çalışması yatmadan önce sesli roman okumaydı. İki haftalık bir kamptı. Kampın sonuna kadar bir romanı okuyalım, bitirelim demiştik. Tehlikeli Oyunlar’ı okumaya başladık. Her oyuncu sırayla her gün  okusun, birlikte onun diksiyonuna dair yorumlar da yapalım demiştik. Üçüncü gün sıra bana geldi. Ben okurken bayağı bir güldük, eğlendik. Tek kişilik bir prova sürecine girmek istediğimi bilen o zamanki yönetmenim bu romanı çalışmamı önerdi. O dönem bir prodüksiyon tiyatrosu olmadığımız için -yani kimse bize oyun çıkartmak zorundasınız demediği için- de böyle bir çılgınlığa girişebildim. Nitekim oyun sekiz ay çalıştıktan sonra ortaya çıktı.

Bir de dekorla ilgili bir sorum olacak. Sahne dekoru iki salıncaktan ibaret. Bunun sembolik bir anlamı var mı? Bu sadelik eğilimi bize sizinle ve sanat anlayışınızla ilgili ne anlatıyor?

Tabii ki bir şeyler anlatıyor ama, bir yandan bunu çok yüceltmek de istemem. Çünkü aslında şartlar bizi buna zorluyordu. İTÜ’nün çalışmamıza izin verdiği bir bodrum katında prova yapıyorduk. Çok güzel bir salondu, bizim için cennet gibiydi ama herhangi bir kurumsal tiyatronun olanaklarıyla karşılaştırdığınızda salon bile denemezdi belki ne bir spot, ne bir kulis, ne dekor yapabileceğiniz bir alan vardı. Zaten dekor tasarımıyla ilgili  özel bir yeteneğimiz de yoktu. Dolayısıyla bunları zorlamak yerine, “bu eksiklikleri oyunculukla kapatalım, bizim için daha iyi olur” dedik. Tabii, bunu yaparken seyircinin hayal gücüne sığındık. Seyirciye ne kadar çok boşluk bırakırsak, yapabileceğimiz en güzel dekordan daha iyisini hayal eder diye umduk.

Erdem Şenocak, Tehlikeli Oyunlar

Tiyatroda rolünüze nasıl hazırlıyorsunuz? Belli bir rutininiz ya da örneğin metot oyunculuğu gibi bir süreciniz var mı?

Her oyun öncesinde belli ısınma ritüellerim var. Bedensel farkındalık, nefes ve ses çalışmaları yaparım. Isınma yaptığımda  ortaya daha iyi bir oyun çıktığını görebiliyorum. Bazen geç kaldıysam, daha kısa tuttuysam o ısınmayı, oyunu olumsuz etkilediğini hissediyorum. Seyirci de bilinç düzeyinde anlamasa da bilinçaltı düzeyinde anlıyordur bence o farkı. Kamera önüne çıkmadan önce de alanım ve fırsatım olursa bu ısınma çalışmalarını yapıyorum.

Role hazırlık konusuna gelirsek; bence bunun için tek bir metot yok. Tabii ki bir metot olmalı ama her oyuncu, her rol için o role has metodunu geliştirmek zorunda.Ama şunu söyleyebilirim sanırım: soğukkanlı bir oyuncuyum, matematiksel düşünen bir oyuncuyum. Oyunculukta iki uçtan bahsedilir. Bir uç, oyuncunun kendinden geçtiği, role kendini kaptırdığı uç; diğeri de çok soğukkanlı oynadığı. Stanislavski ‘sistem’indeki gibi, içten dışa mı yaklaşacağız yoksa dıştan içe mi yaklaşacağız ikilemi… Sonunda Stanislavski’nin vardığı nokta, aslında bu ikisinin ayrılamaz olduğudur. Ben de o noktadayım. Ama ayrılamaz olan o ikiliye dıştan yaklaşmanın daha kolay olduğunu düşünüyorum. Çalışmaya önce metin analiziyle başlarım. Karakterin o sahnedeki eylemlerini bulmaya çalışırım. Bunları yaparken işin içine sadece aklımı değil, sezgimi de katmaya çalışırım. Hayalimde oynamaya çalışırım. Hayalimde oynayabiliyorsam gerçekte de daha rahat yapabilirim diye düşünürüm.

Erdem Şenocak
Erdem Şenocak, Fotoğraf: Batuhan Erdoğan

Sinemaya 2017 yılında Mahmut Fazıl Coşkun’un Anons filmiyle adım attınız. Oysa tiyatro kariyeriniz 1998 yılına dek dayanıyor. Sizi beyazperdede görmemiz neden bu kadar uzun sürdü?

Evet, tiyatroya1998 yılında üniversite tiyatro kulübünde başladım. Mühendisliği bırakıp oyunculuğa -profesyonel oyunculuk diyelim ona- başladığımda 2005 yılıydı. Tiyatro yaparken çok mutluydum. Tehlikeli Oyunlar 2009’da çıktığında epeyi bir teveccüh gördü ama benim bir menajer bulayım, beni sinemaya ya da televizyona yaklaştırsın gibi özel bir isteğim, çabam olmadı. Ama Mahmut Fazıl Coşkun’dan ve filmin kast direktörü Ezgi Baltaş’tan öyle bir teklif geldiğinde hiç düşünmeden kabul ettim. Yozgat Blues filmini çok seviyordum zaten… Onların gelip beni bulmasını bekledim herhalde.

Son yıllarda sizi pek çok önemli yapımda izleme imkanı bulduk. Ancak bu projeler arasında benim için Kerr’in ayrı bir yeri var. Sizin performansınızın da filme değer kattığını görüyorum. Projeye nasıl dahil oldunuz, rolünüze hazırlık ve çekim süreçleri nasıl gelişti?

Tesadüfler diyebiliriz. Aslında Kerr’de oynayacak başka bir oyuncunun takviminin uyuşmaması sonrasında projeye dahil oldum. Kurgucu Ali Aga vardır. Görülmüştür filminin kurgusunu yaparken, haliyle, beni çokça izlemek durumunda kalıyor.  Sonra kurgu  masasında hangi yönetmenle görüşse, sağ olsun, beni övüyor. Tayfun Pirselimoğlu’na da öyle bir şeyler söylemiş. Az önce dediğim gibi, filmin başrol oyuncusunun takvimi filmde oynamasına elvermeyince oyuncu arayışına giren Tayfun Pirselimoğlu, o sırada birlikte Suçlular adlı kısa filmde oynadığım Ercan Kesal’la konuşuyor.  O da beni öneriyor Tayfun Bey’e. Bu referanslar sonrasında Tayfun Bey’le bir kafede buluştuk. Haydi şu replikleri oku gibi bir audition olmadı. Kafede hayat hakkında, sinema hakkında sohbet ettik.  Audition’ı da öyle vermiş oldum sanırım.

Erdem Şenocak
Erdem Şenocak, Kerr,

Yakın dönemde Kurak Günler, Unutma Biçimleri, Tereddüt Çizgisi, Kuru Otlar Üstüne ve Son Hasat filmlerinde rol aldınız. Bunun yanı sıra Duran, Uysallar, Arayış gibi dizilerde de izledik sizi. Şu an sahnede olan Şimdi oyunu var. Tiyatro, sinema ve televizyon arasındaki dengeyi hem zamanlama hem de zihinsel anlamda nasıl kuruyorsunuz?

Çok yoğun değilim aslında. Bu projeler birikmiş olduğu için öyle oldu. Bir tek Son Hasat ile Tereddüt Çizgisi çakıştı. Uşak’tan Afyon’a mekik dokumam gerekti. Ama çakıştığı için olmayan projeler oldu. Yoğun çalışmak durumunda kaldığım dönemler oldu. Bir kısa filmden dolayı üç gün, ortalama üç saat uyuduğumu biliyorum. O sırada tiyatro provaları da devam ediyordu. Ama zevkliydi. Zihinsel olarak da bence her oyuncu aradaki dengeyi kurabiliyordur. İki rolünü birbirine karıştıran bir oyuncu görmedim. Bizim oyunda örneğin, benden daha yoğun olan oyuncular var. Onların da hiçbir şeylerini aksattığını işlerini birbirine karıştırdıklarını görmedim. Ben bunu yaparken ise oyunculuğa, az önce bahsettiğim, soğukkanlı yaklaşımımın faydasını gördüğümü söyleyebilirim.

Oyunculuk sürecinizde karşılaştığınız en büyük zorluklar neler oldu ve bu zorlukları nasıl aştınız? Edindiğiniz tecrübelerden yola çıkarak genç oyunculara veya tiyatro, sinema, televizyon sektörüne adım atmak isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Bağımsız filmlerde esas yükü yönetmenler, yapımcılar ve ekip çekiyor. Oyuncular genelde en şanslıları oluyor. Tabii şartlar bir dizinin sunduğu kadar iyi olmayabiliyor ama ben hiçbir oyuncunun şikâyet ettiğini de görmedim. Biraz da o şartları bilerek geliyorlar. Ben de bu durumdan hiç şikayetçi olmadım. Amatör tiyatro kökenli olduğum için öyle büyük beklentilerim de olmadı hiç. Amatör tiyatroda oyuncu da sensindir, yapımcı da sensindir, kostümcü de sensindir çünkü. Zorluklara gelirsek… Oyuncu arkadaşlarımla konuştuğum zaman setlerdeki koşulların değil de, iki proje arasındaki bekleme zamanlarının oyuncuya zor gelebildiğini gözlemliyorum. Gençlere iş bulana kadar bu boşlukla bir baş etme yolu bulmalarını tavsiye edebilirim. Bir iş gelmiyorsa, evde bekliyorsanız bence bu oyunculuk yapmanız için bir engel değil. Tiyatro kitaplarınız orada, bir tirat alıp çalışabilir ya da egzersiz yapabilirsiniz. Tabii burada yaşanması olası, türlü ekonomik sorunları es geçtim, bir şekilde bu sorunların çözüldüğünü varsaydım. Ve de haddim olmadan, tavsiye verin dediniz diye söylüyorum bunları.

Erdem Şenocak
Erdem Şenocak, Fotoğraf: Batuhan Erdoğan

Az önce Mahmut Fazıl Coşkun’un Anons filminden bahsettik. Sonrasında, geçtiğimiz 6 yıl boyunca Serhat Karaaslan, Tayfun Pirselimoğlu, Selman Nacar, Emin Alper, Nuri Bilge Ceylan gibi Türkiye’nin önde gelen yönetmenleriyle iş birliği yaptınız. Sizi çok daha fazla projede görmeyi bekliyoruz. Birlikte çalışmak istediğiniz yönetmenler var mı, varsa kimler?  Bir de bu soruya ek olarak ileride kendi filminizi yönetmek gibi bir planınız var mı?

Bir isim anmayayım şimdi. Çok değerli insanlarla çalışma şansı bulduğum için mutluyum. Saydığınız bazı yönetmenlerin ilk filmlerinde çalıştım. Belki henüz tanışmadığımız ilk filmini yapacak pek çok yönetmen var. Filminde yer alamadığımız ancak senaryolarını çok beğendiğimizyönetmenler oldu… Mesela sette olduğum için Pelin Esmer’in son filminde yer alamadım. Çok istedik ama olmadı ne yazık ki. Pınar Yorgancıoğlu’nun senaryosu da çok güzeldi. Bunlar gibi pek çok örnek var.

Diğer soruya gelirsek, üniversite tiyatro kulübünde oyun yönetmişliğim var. Gerçi üniversite tiyatrosunda belli bir sene geçirince yönetmen oluyorsunuz çoğunlukla; özel bir yetkinliğiniz olmasına gerek olmayabiliyor. Oyuncu yönetiminden anladığımı iddia edebilirim ama sinema dilinden, gramerinden anladığımı söyleyemem. Çok film izliyorum, film izlemeyi çok seviyorum ama durum bu. Özetle, bir hayal olarak belki ama şu an öyle bir niyetim yok. Bir de yazma durumunuzla ilgili bu sanırım.Kafamda bir fikir olsa, ben bunu çekmek istiyorum dediğim bir şey olsa, belki…

Kariyerinizdeki gelecek hedefleriniz nelerdir?

Yakın zamanda yayına girecek olan “Bir Derdim Var” dizisinin ekibindeyim şu anda. Bununla ilgili oldukça heyecanlıyım. Bir senedir oynadığımız oyunumuz “Şimdi” bu sezon da devam ediyor. Sinemadan da kopmak istemiyorum tabii ki. Üçünü birlikte götürebildiğim bir hayat benim için çok mutluluk verici olur.

Röportajın bu bölümden sonrası Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filmini henüz izlememiş olanlar için spoiler içermektedir.

Erdem Şenocak
Kuru Otlar Üstüne, Cannes Film Festivali Prömiyeri

Kuru Otlar Üstüne filmine gelelim. Filmi Adana’da izledik, çok beğendik. Sizi de Tolga rolünde, yine hakkını sonuna kadar verdiğiniz bir performansla izledik. Bunun için de tebrik ederiz. Öncelikle film ekibine nasıl katıldınız? Süreç nasıl ilerledi? Onu soralım.

Filmin kast direktörü Pınar Gök bir gün beni aradı oyuncu seçmeleri için. Onun da adını anmışken hakkını verelim. Çok iyi bir kastı var filmin.  Aslında bunun daha öncesi de var. Yönetmen Selman Nacar, ilk filmi İki Şafak Arasında’nın kaba kurgusunu kendisinden fikir almak için Nuri Bilge Ceylan’a izletiyor. Filmle ilgili konuşuyorlar. O zaman Selman’ın bana “seni bir not etti” dediğini hatırlıyorum. Tabii o zaman gündemde Kuru Otlar Üstüne diye bir film yoktu. Ama ondan 6-7 ay sonra kast direktörü Pınar Gök -dediğim gibi- beni aradı. Onunla da Serhat Karaaslan’ın Görülmüştür ve Suçlular filmlerinde birlikte çalışmıştık. Anladığım kadarıyla Bilge Hoca, Beni bir izlemek istemiş ama belki o istemeseydi de Pınar beni yine önerecekti, öyle bir şansım olacaktı, bilmiyorum. Birkaç karakter için auditiona girdim. Tolga oldu. Zaten başından beri Nuri Bilge Ceylan’ın kafasında benim için Beden Öğretmeni Tolga’yı kurduğunu duydum sonradan Pınar’dan.

Tolga ilginç bir karakter. Bir yandan samimi gibi, ama nabza göre şerbet veren bir yanı da var. Bu anlamda aslında karmaşık bir adam. Siz Tolga’yla ilk tanıştığınızda ne düşündünüz? Karakteriyle ilgili ilk yorumunuz ne oldu?

Dostoyevski galiba Suç ve Ceza’da -yanlışım olmasın ama- bir cenaze sahnesini tarif ederken cenaze anlarında etrafı saran kalabalığın saklayamayacakları bir şekilde -ölen kendileri olmadığı için- biraz mutlu olduğunu görürsünüz diye yazar. Bu, tabii insana dair bir şey. Tolga da benzer şekilde yanı başında başkasının çektiği acıdan -kendi başına gelmediği için- asgari bir zevk alıyor bana kalırsa. Dediğiniz gibi nabza göre şerbet veriyor ve yaşanan taciz meselesi ile ilgili kılını kıpırdatmaması bir yana, yaptıklarıyla ve söyledikleriyle işi şikayetçi öğrenciler açısından daha da zorlaştırıyor.

Erdem Şenocak

Peki çekimler nasıl geçti, zorlu muydu? Malum filmin büyük çoğunluğu karda geçti.

Açıkçası benim o açıdan çok şikâyet edeceğim bir durum olmadı. Çekimlerimin neredeyse hepsi iç mekandı. Bir fotoğraf sahnesi, bir de öğrencilere voleybol oynatma sahnesi dışarıdaydı. Ki ben gittiğimde iklim biraz daha düzelmişti, -35 dereceleri görmedim ben. Daha çok Deniz’in ve Musab’ın yükü ağırdı iklim açısından. Belki Ece’nin, biraz Merve’nin… Ben şanslıydım o konuda. 

Hava şartları dışında zorlandığınız anlar oldu mu?

Kimsenin herhangi bir şikâyeti olduğunu görmedim, hissetmedim. Ekip çok uyumluydu, rahattık. Çekimler Erzurum, Karayazı’da oldu. Bir öğrenci yurdunda kalmak durumundaydık otel kapasitesi yeterli olmadığı için. O konuda da  şanslıydık. Çünkü film pandemi döneminde çekildiği için yatılı okul açık olması gereken dönemde kapalıydı, okulun yurdu bize ayrılmış gibiydi. Üniversite yıllarına geri döndüğümüz bir dönem oldu. (Güler)

Güzel olmuş. Peki çekimler ne kadar sürdü?

Benim çekimlerim çok uzun değildi ama toplamda Erzurum’da kışın 8 hafta planlandı, 6 hafta sürdü galiba. Keza İstanbul’daki iç mekân çekimleri de8 hafta planlandı, 6 hafta sürdü diye biliyorum. En olarak, yazın iki hafta süren çekimler de var.

Ve o meşhur stüdyo sahnesi… Sizin haberiniz var mıydı o sahneden?

Benim haberim yoktu. Cannes’da Deniz’le birlikte kalıyorduk, aynı evde. Prömiyerden bir gün önce bana o sahnelerden bahsetti. O da sadece çekildiğini biliyordu, filmde olup olmayacağı konusunda fikri yoktu. Gösterimde yanımda Musab ve Merve vardı.Onların hiç haberi yoktu. Dolayısıyla çok şaşırdılar. İzlerken verdikleri tepkiler  hala aklımda.

Peki filmle ilgili Cannes’da ve sonrasında Adana’da nasıl tepkiler aldınız? Geri dönüşler nasıldı?

Film, festivalin merakla beklenen filmlerinden bir tanesiydi. beklentileri de boşa çıkartmadığını düşünüyorum.Deniz’le birlikte 13 gün geçirdik. Deniz’i yoldan çevirip tebrik ettiklerini biliyorum. Merve de zaten ne mutlu ki tebriklerin en büyüğünü aldı. Kapanış yemeğinde, ana yarışmadaki diğer filmlerin oyuncularının, yönetmenlerinin ve festival jürisinin hepimizi tek tek kutladığını da ekleyeyim.

Adana’da filmi Türkçe bilen seyirciyle izlemek daha ilginçti, daha hoştu. Sonuçta Türkçe bilmeyenler açısından filmi izlerken bir çeviride kaybolma hali olması normal. Ama tabii, filmde her ne kadar Anadolu’ya ilişkin durumlar, espriler olsa da hikâye çok evrensel olduğu için Cannes’da da filme Fransız kalmadılar diye kötü bir espri yapayım. (güler)

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir