Gus Van Sant, çağdaş sinemanın en etkileyici yönetmenlerinden biri olarak tanınır ve özellikle kuir sinemada önemli bir yere sahiptir. Van Sant’ın filmleri, toplumsal normlara meydan okuyan ve marjinal karakterlerin hikayelerini cesurca anlatan derinlikli yapıtlar olarak öne çıkar. Van Sant, filmlerinde kuir karakterleri ve deneyimleri cesurca ve açık bir şekilde tasvir ederek kuir sinemaya önemli katkılar yapmıştır.
Eserlerinde temel olarak eşcinsel aşk, kimlik arayışı ve toplumsal dışlanma gibi temalara yer vermiştir. Yönetmenin söz konusu marjinal anlatım tarzında şüphesiz müzik videoları ve fotoğraf çalışmalarıyla kuir temsilciliğine bulunduğu katkıdan da söz etmek gerekir. Çünkü zamansal akışta yaptığı bilinçli ve temkinli oynamalarla tek bir mekânı farklı kamera açıları kullanarak izleyicinin zihninde tekrar tekrar kurgulamayı çok iyi başarmıştır. Tüm bu kurgusal maharetinin yanında gerçekçi ve samimi atmosferi yaratmak için de doğaçlama ve minimalist bir estetik kullanmaktan geri durmamıştır.
Bu makalede, Gus Van Sant’ın 1986 yapımlı ilk uzun metraj denemesi “Mala Noche”, kuir sinemanın kült yapımı 1991 tarihli “My Own Private Idaho” ve sessizce tüm eşsizliğiyle kuir Sinema külliyatı içinde değerli bir yere sahip olan 2002 yapımlı “Gerry” filmlerini inceleyerek yönetmenin yeni kuir sinemadaki etkilerini ve izlerini keşfetmek istiyoruz. Van Sant’ın özgün anlatım tarzı, minimalist estetiği ve karakterlerine duyduğu empati; onu sinema dünyasında ayrıcalıklı bir konuma getiriyor. Bu üç film aracılığıyla Van Sant’ın kuir temaları nasıl ele aldığını, sinematografik tekniklerini ve izleyiciye sunduğu özgün bakış açısını daha yakından değerlendireceğiz.
Mala Noche (1986)
Gus Van Sant, 33 yaşında 20.000 dolarlık bir bütçeyle ilk uzun metrajlı filmi “Mala Noche”yi çekti.
“Mala Noche,” Gus Van Sant’ın ilk uzun metrajlı filmi olup, yönetmenin sinemaya bakış açısının temel unsurlarını barındırır. Film, Portland’da yaşayan ve bir bakkal olan Walt Curtis’in, genç bir Meksikalı göçmen olan Johnny ile yaşadığı tek taraflı aşk hikayesini anlatır. Van Sant, bu filmde kuir temaları açık bir şekilde ele alır ve Walt’ın Johnny’ye olan takıntısını, toplumsal normların dışında kalan bir aşkın karmaşıklığını ve acısını sergileyerek işler.
Mala Noche aslında Van Sant’ı izlediğimiz ilk film olmasının yanı sıra bizi bekleyen ardıl hikayeleri etkileyiş şekliyle de önemli bir yere sahip. O zamana kadar çok daha komedi unsuru olan ya da toplumsal kabullenişlere dair aykırı temalarda birer figür olarak kullanılan eşcinsel tiplemelerin Mala Noche filminde ekspresyonist (dışavurumcu) bir ifade kazandığını daha içşel meselelere dair, aşka dair ve hatta yaşamanın tek yolunun sevmek ve sevilmek olduğuna dair bireysel bir temayla işlenebileceğini izletiyor.
Van Sant’ın bu ilk uzun metrajlı filmindeki empati temelli dışavurumcu yorumu düşünürken onun bir röportajda sarf ettiği şu sözler onun sanat temellerini ve beslendiği birikimi güzel ifade ediyor:
“12 yaşımdayken diğer derslerden kaçmak için resim öğretmenimin atölyesine gidiyordum. Bugün reklamcılıkta kullanılan tarzda stilistik ve figüratif resimler yapıyordu. Eşcinselliğini de açıklamış biriydi. 1960’ların ilk yıllarında bu bana çok ilginç geldi. İlk defa eşcinsel olduğunu açık açık belirten biriyle tanışmıştım.”
Van Sant’ın bu filmdeki yönetmenlik tarzı, gerçekçi ve samimi bir yaklaşımla dikkat çeker. Siyah-beyaz sinematografi, Portland’ın kasvetli atmosferini ve karakterlerin içsel dünyalarını yansıtır. Film, düşük bütçesi ve minimalist tarzı ile kuir sinemanın alternatif anlatım biçimlerine öncülük eder. Van Sant, Walt’ın içsel mücadelesini ve Johnny’ye olan ilgisini, seyirciye doğrudan ve dürüst bir şekilde sunar. Bu samimi anlatım tarzı, Van Sant’ın sonraki filmlerinde de belirgin olacaktır.
Ayrıca açıkça eşcinsel temasına sahip Mala Noche, bir kuir mekân olarak Portland’ın kullanıldığı ilk film olma özelliğine sahiptir. Günümüzde Portland, Oregon kuir insanlar için özgürce yaşayabildikleri, ABD’nin ikonik yaşam alanlarının başında gelmektedir. Portland’ın günümüzdeki özgür atmosferi göz önüne alınarak filmin izlenmesi ayrıca güzel bir nüans yaratmakta.
Bu film, Los Angeles Film Eleştirmenleri Birliği tarafından “Bağımsız/Deneysel Film Ödülü” ile onurlandırıldı ve Berlin Film Festivali’nde gösterildi. Yönetmen, bağımsız film yapımcıları için festivallerin birer sığınak olduğunu belirterek, filmlerinin festivallerde yer almasından her zaman büyük bir mutluluk duyduğunu ifade ediyor.
My Own Private Idaho (1991)
Gus Van Sant’ın 1991 yapımı “My Own Private Idaho” filmi, sinematografik yapısı ve anlatımı ile döneminin sinematik normlarına meydan okuyan ve kuir sinema için önemli bir mihenk taşı olan kült yapımdır. Film, Mike Waters (River Phoenix) ve Scott Favor (Keanu Reeves) üzerinden anlatılan bir süreğen yol hikayesini merkezine alır ve izleyiciyi temasıyla da birlikte derin bir yolculuğa çıkarır. Sinematografik yapısı, yönetmenin hikâye anlatımı ve karakterlerin gelişimi ile döneminde öne çıkan bir yerdedir.
“My Own Private Idaho,” Gus Van Sant’ın kariyerindeki en önemli filmlerden biri olarak kabul edilir ve yeni kuir Sinemada çığır açan bir yapıt olarak öne çıkar. Film, Shakespeare’in “Henry IV” ve “Henry V” oyunlarından esinlenerek, iki sokak gencinin – Mike ve Scott – Portland’dan Idaho’ya ve oradan İtalya’ya uzanan yolculuğunu anlatır. Keanu Reeves ve River Phoenix’in unutulmaz performanslarıyla taçlanan bu film, aşk, kimlik ve aidiyet temalarını işler.
Mike, narkoleptik bir sokak genci olarak, sürekli annesini arayan ve bir yandan da Scott’a duyduğu platonik aşkın pençesinde olan bir karakterdir. Narkolepsi rahatsızlığı, Mike’ın hayatını ve yolculuğunu karmaşıklaştıran önemli bir unsurdur. Van Sant, Mike’ın içsel dünyasını ve dışlanmışlığını derinlemesine işlerken, Scott’ın toplumsal normlara ve kendi aristokrat kökenlerine olan başkaldırısını da vurgular. Scott, zengin bir aileden gelen ancak sokaklarda yaşayan bir genç olarak, babasına karşı isyan eder ve kendini keşfetme sürecine girer.
Film, kuir temaları ele alış biçimiyle dönemin ana akım sinemasının çok ötesine geçer ve izleyiciye farklı bir bakış açısı sunar. Van Sant, heteronormatif anlatılara meydan okuyarak, karakterlerin cinsel kimliklerini ve ilişkilerini cesurca işler. Bu durum, “My Own Private Idaho”yu sadece bir yol filmi olmanın ötesine taşır ve kuir sinemanın önemli bir parçası haline getirir.
Sinematografik olarak da yenilikçi bir yapım olan “My Own Private Idaho,” rüya sekansları, hızlı montajlar ve etkileyici görsel metaforlar kullanarak, karakterlerin içsel dünyalarını ve yolculuklarını derinleştirir. Van Sant, bu filmde çeşitli anlatım teknikleri kullanarak, izleyiciyi karakterlerin zihin dünyasına çeker. Özellikle Mike’ın narkoleptik atakları sırasında yaşadığı rüya ve halüsinasyon sahneleri, filmin atmosferini benzersiz kılar.
Film, aynı zamanda Amerikan Rüyası’nın çöküşünü ve bireysel arayışların zorluklarını da eleştirir. Van Sant’ın bu filmdeki anlatım tarzı, kuir sinemanın sınırlarını zorlayan ve genişleten bir yapıya sahiptir. Amerikan toplumunun vaat ettiği refah ve mutluluk ideallerinin ardındaki gerçekleri sorgulayan film, karakterlerin yaşadığı hayal kırıklıkları ve arayışlarla bu eleştiriyi derinleştirir. kuir teorinin de post-yapısalcı metodolojisinin açıklandığı dönemlere denk gelen filmin bu yenilikçi anlatım tarzı aynı zamanda politik bir sıçramanın sinemaya yansıması olarak da okunabilir.
“My Own Private Idaho,” özgün anlatımı, etkileyici performansları ve yenilikçi sinematografisi ile Gus Van Sant’ın filmografisinde önemli bir yer tutar. Film, kuir sinemanın ve teorinin gelişimine fevkalade katkıda bulunmuş ve bu alana dair üretilen yapımlarda birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Van Sant’ın, bu filmdeki cesur ve yenilikçi yaklaşımı, “My Own Private Idaho”yu sinema tarihinde özel bir konuma taşır.
Gerry (2002)
“Gerry,” Gus Van Sant’ın minimalist sinemanın sınırlarını zorladığı ve izleyiciye farklı deneyimler sunduğu küçük fakat derinlikli bir yapım olarak öne çıkar. Film, Casey Affleck ve Matt Damon’ın canlandırdığı iki karakterin – her ikisi de Gerry olarak adlandırılır – çölde kaybolmalarını ve hayatta kalma mücadelelerini anlatır. “Gerry,” diyalogdan ziyade görsel anlatımın ön planda olduğu bir yapıya sahiptir ve Van Sant’ın sinematik dilinin evrimini gözler önüne serer.
Film, anlatısal yapısı ve minimalist estetiği ile dikkat çeker. Van Sant, geniş ve boş çöl manzaraları, uzun çekimler ve karakterlerin sessizce ilerleyişini kullanarak, izleyiciye bir varoluşsal deneyim sunar. “Gerry,” kuir temaları doğrudan ele almamakla birlikte, Van Sant’ın anlatım tarzındaki farklılığı ve minimalist yaklaşımı ile kuir Sinemanın sınırlarını genişletir. Van Sant’ın bu üç eserde adımladığı basamakların belki de son sekansı aslında tam da kuir metodolojiyi özgürce ve sistemli şekilde genişletme başarısıdır.
Van Sant, filmde karakterlerin içsel dünyalarını ve ilişkilerini, diyalogdan çok görselliğe dayanarak işler. “Gerry,” izleyiciye doğrudan bir mesaj vermekten ziyade, karakterlerin çaresizliğini ve yalnızlıklarını hissettirmeyi amaçlar. Bu yaklaşım, Van Sant’ın sinemaya olan yenilikçi bakış açısını ve anlatım biçimlerini ortaya koyar.
Gerry ile birlikte karakterlerden, temadan ve hikaye örgüsünden koparak kuir mekansallaşmayı, kendini keşif sürecinin etkileşimsel boyutunu ve nihayetinde politik bir zemin olarak artık kuir var oluşları tatmaya başlıyoruz. Gerry’den sonra pek çok arthouse sinemanın kuir temasını sürdürdüğüne ve hatta benimsediğine şahit oluyoruz.
Sonuç
Gus Van Sant, “Mala Noche,” “My Own Private Idaho” ve “Gerry” filmleriyle yeni kuir sinemada önemli bir iz bırakmıştır. Yönetmenin filmleri, toplumsal normlara meydan okuyan, dönemine göre marjinal karakterlerin hikayelerini derinlemesine işleyen ve yenilikçi sinematografik tekniklerle anlatan yapıtlar olarak öne çıkar. Van Sant’ın sineması, kuir temaları ele alışı, minimalist estetiği ve karakterlere duyduğu empati ile sinema dünyasında özel bir yere sahiptir.
Karakterlerin hikayesini izlediğimiz Mala Noche filminden önce hikaye ve kurgunun eşsiz sunumuna şahit olduğumuz My Own Private Idaho filmine ve nihayetinde mekan ve görsel tekniklerin ustaca işlendiği Gerry filmine Van Sant’ın kuir sinema için gelişimine bizzat bu üç yapımla şahit oluyoruz. Yönetmen hiçbir zaman hayatıyla ya da ürettiği sözlerle gündem olmasa da sinemaya açtığı derinlikli çentiğin içinden birbirinden benzersiz filmlerin geçmesine vesile olmuştur.
Van Sant’ın bu üç filmi, sadece kuir sinemanın değil, genel anlamda çağdaş sinemanın da önemli örnekleri arasında yer alır. Yönetmenin anlatım tarzı, karakterlerinin içsel dünyalarını ve toplumsal normlara karşı duruşlarını etkileyici bir şekilde işlerken, izleyiciye de farklı bir bakış açısı sunar. Gus Van Sant, sinemada devrim niteliğinde işler yaparak, yeni kuir Sinemanın sınırlarını genişletmiş ve bu alanda önemli bir iz bırakmıştır. Şüphesiz bugün izlediğimiz ve bizi kendine hayran bırakan kuir yapımlarda Sant imzasına rastlamak mümkündür.