2024 Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan Nisan, geçtiğimiz günlerde MUBI ve Sinematek Sinemaevi ‘nin “Film Arası” seçkisinde gösterildi. Film, oldukça muhafazakar Gürcistan ortamında bir jinekoloğun kürtaj sorunsalı üzerinden ataerkillikle imtihanını ele alıyor. Yönetmen Dea Kulumbegashvili, görsel olarak seyirciyi rahatsız etmekten geri durmuyor. Seyirciyi gerek terleten gerek kadınlara yönelik cinsel, ahlaki ve bedensel şiddet gerçeklerini tokat gibi çarpmaktan da geri durmuyor. İzleme deneyimi ağır olsa da Nisan feminist öfkeyi barındıran ve haklı nedenlerle provokatif bir anlatı olarak karşımıza çıkıyor.
Sessiz Çığlıklar, Kadınlık ve Çifte Standart
Film, motif haline gelen deforme bir yaratığın karanlıkta hareket etmesiyle başlıyor. Bu deforme yaratık, bir anlamda Gürcistan toplumunun yozlaşmışlığı, Gürcistan ve dünyanın sırtını çevirdiği madun kişileri temsil ediyor. Kulumbegashvili, film süresince seyirciyi rahatsız etmekten geri durmuyor. Zira, Nina doğum kayıtları yapılmamış birini doğurttuktan sonra bebeğin ölmesinden sorumlu tutuluyor. Nina’nın yasa dışı yollarla kürtaj yapması başlayacak soruşturmalara dayanak olarak kullanılıyor. Gürcistan’da bile, namus kavramı ve doğum politikalarının tutarsızlığı dikkat çekerken, her ne kadar kürtaj yasal olsa da, Caucasus Research Center’ın 2013 yılında yaptığı bir araştırmaya göre halkın %69’u kürtajın asla meşru bir zemine oturtulamayacağı görüşündedir. Pew Research Center‘ın 2017’deki araştırmasında ise Gürcistan halkının yalnızca %10’unun kürtajı desteklediği bulgulanmış. Bütün bu bulgular durumun vahametini gözler önüne sermektedir.
Filmdeki erkekler, ataerkil sistemi içselleştirmiştir. Nina’yı köydeki doğumları gerçekleştiren doktor olarak yüceltirler. Ancak kürtaj dedikoduları yayılmaya başlayınca, onu cezalandırmak üzere harekete geçerler. Harekete geçmeseler bile, Nina köye indiğinde arabalara bindirilmiş büyükbaş hayvanlar arasında dolanırken eril bakışa maruz kalır. Bu sahne, kadınların erkekler karşısındaki dezavantajlı konumuna işaret eder.
Ayrıca Nina’nın iş arkadaşı ve eski sevgilisi David, evli ve iki çocuk babasıdır. Nina’ya destek olmak ister; ancak erkek olmanın sağladığı imtiyazla ona anneliği telkin eder. Nina’yla yeniden birlikte olma arzusunu dile getirir. Ne var ki David, filmin ilerleyen bölümlerinde yaratığa sarılmak zorunda kalır. O sarılma, bir madunla kurulan temastır. Yine de David, başhekimle birlikte Nina’nın karşısında konumlanır. Madun yaratık karanlığın içinde kaybolur. Madun yine görünmez. Madunun sesi elinden alınır.
DİKKAT: Bu noktadan itibaren yazı, filme dair spoiler içermektedir!

Çivileyen Ataerkinin Vahşeti
Yönetmenin Chantal Akerman ve Bela Tarr’dan öykünerek uzun planları kullanması, rahatsızlık unsurunu amplifiye etmektedir. Seyirciye bir kaçış imkanı sunmaz. Aksine seyirciyi kadınları, erkekleri ve non-binary bütün insanları çivileyen ataerkil sistemle burun buruna getirir. Kanlı doğum sahneleri, kürtajlar, Nina’nın çıplak kaldığı anlar ve Nina ile diğer kadınların erkeklerce sorguya alındığı planlar örnek gösterilebilir. Bunların yanı sıra Nina, bütün telkinlere rağmen köye inip kürtaj isteyenlere destek olmaktan geri durmaz. Nina, süreç içerisinde kendi çıplaklığı ve kendi cinselliğini de keşfetmeye çalışır. Yoldan aldığı bir erkeğe oral seks yapmasına rağmen erkeğin kendisine oral seks yapmasını istediğinde erkek Nina’ya fiziksel şiddet gösterir. Cinsel ilişkideki çifte standart ve hiyerarşi de kendini göstermiş olur. Erkeklerin tecavüzleri örtbas edilirken Nina’nın kürtajını yaptığı bir kadın bunun bedelini canıyla öder. Sorgulanan, öldüren erkek değil; sırf kürtajı yasal yollarla yapmadığı için Nina olur. Foucault’nun biyoiktidar kavramı ve Spivak’ın madun kavramı kesişmektedir. Kadın hem devletin yasa koyucu eliyle hem de özel alanda erkek şiddetiyle susturulur.
Lakin filmde kürtaj sahnesi ve sezaryen doğum, ilk sahnedeki vajinal doğum kadar sarsıcı değildir. Kürtaj sahnesinde yalnızca ıkınmaları, metal aletlerin soğuk seslerini ve annenin kızının elini tutuşunu işitiriz. Bu sessizlik, hem bedenin hem de eylemin görünmezliğine işaret eder. İnsanlarla bağ kurmaktan kaçınan Nina için bu sahne aynı zamanda onun mekanikleşme hâlinin bir göstergesi olarak da okunabilir. Sezaryen doğum ise kısa bir kesit hâlinde gösterilir. Kürtaj kadar tartışmaya açılmasa da, film sezaryene yönelik toplumsal önyargıya da dikkat çeker. Mevzubahis sahneler Julia Kristeva’nın ‘abject’ kavramı üzerinden okunduğunda, doğumun ve kürtajın görsel/sesli sunumu bedenin hem kutsandığı hem dışlandığı ikili yapıyı ifşa etmektedir.
Sonuç
Nisan, seyirciye ataerkinin sistematik baskısına dair acımasız ama gereken bir yüzleşme sunuyor. Dea Kulumbegashvili, kadınların bedenleri üzerinde kurulan tahakküm mekanizmalarını, görsel estetikle politik öfke arasında kurduğu dengeyle ifşa etmektedir. Sessizlik, karanlık ve uzun planlar; sadece bir sinema dili tercihi değil, aynı zamanda baskının, görünmezliğin ve bastırılmış arzuların bir temsili haline gelmektedir. Foucault’nun biyoiktidarı, Spivak’ın susturulan madunu ve Kristeva’nın “abject” bedeni; Nisan’in her bir karesinde yankılanıyor. Dolayısıyla film, ataerkil sistemin işleyişini, kadın üzerindeki sistematik eril şiddeti ve susturulan seslerin çığlıklarını yansıtıyor. Filmi, 1 Ağustos itibarıyla MUBI’de izleyebilirsiniz.