Bu yazı filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
77. Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü kazanan Aydınlık Hayallerimiz, yönetmen Payal Kapadia’nın ilk kurmaca uzun metrajı. Daha önce “Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece” ile yine aynı festivalde en iyi belgesel dalında Altın Göz Ödülü kazanan Kapadia, Aydınlık Hayallerimiz filmiyle; farklı kuşaktan üç kadının birbirlerinin acılarına olan paydaşlığını sınıfsal kodlar ekseninde oldukça sade ve etkili bir anlatımla işliyor.

Mumbai’nin Kaotik Atmosferi ve Acı Renkleri
Mumbai üzerinden; vadettiği imkanlar nedeniyle hayatını idame ettirmek zorunda olduğu için kentte çalışan insanların bir yerden sonra kendini tamamlayamayışını, duygusal ve maddi olarak eksik kalışlarını geleneksel normlar üzerinden eleştirel yaklaşımla sunuyor Payal Kapadia.
Aslında film, beğeni ölçütü bağlamında izleyici tarafından oldukça farklı yorumlanabilecek nitelikte. Özellikle başlangıçta filmin içine girebilmek kimi izleyici için zor olabilir. Ancak yönetmen filmin başında bize nasıl bir şey izleyeceğimizin donelerini çoğu kez veriyor. Payal Kapadia, rutin bir hayat süren bu üç kadının sıradan olabilecek acılarının arkasındaki gizli renkleri keşfedeceğimizin ipuçlarını gerek sahne kurgulamasıyla gerek kamera açılarıyla gerekse kullandığı tonlarla aktarıyor. Prabha ve Anu’nun ev ve iş arasında geçen rutin hayatlarının gösterildiği sahnelerde koyu tonların kullanılması, zaman dilimi olarak da birçok kez gecenin tercih edilmesi karanlık bir filme giriş yaptığımızın tezahürüdür. Mumbai’deki sınıfsal sorunların, politik unsurların ve tüm özgürlük kodlarının çarpıştığı iklimde izleyicinin yüreğinde bir şeyleri harekete geçiren etken ise filmdeki dramatik malzemenin gerçekçi boyutudur. Üç kadının da acıları ve dertleri farklı olsa da onları kader ortağı yapan tek bir şey vardır: Mumbai.

Acıların Paydaşlığı
Görücü usulüyle evlenen Prabha, aynı hastanede kendisi gibi hemşire olan Anu ile ev arkadaşıdır. İş için Almanya’ya giden kocasından ayrı bir şekilde Mumbai’de maddi imkansızlıklar nedeniyle ev arkadaşı Anu ile yaşamak zorunda kalan Prabha, evlilik duygusunun tatmininden uzak bir hayata sahiptir. Anu ise hem gençliğinin getirdiği enerjiyle hem de göze aldığı sevda riskleriyle filmdeki en çılgın denilebilecek kişidir. Müslüman Shiaz’a âşık olsa da gelenekler gereği onunla bir ilişki sürdürmesi olanaksızdır. Bu durum yine de Anu’nun tutkularına gem vurmaz. Prabha ve Anu’nun hemşirelik yaptığı hastanede aşçılık yapan ve yıllar önce eşini kaybeden Parvaty ise bu iki kadının aksine çok daha farklı bir çıkmazın içindedir. Oturduğu ev kentsel dönüşüme girdiği için kendisine yeni bir yaşam alanı bulabilmenin kaygısıyla mücadele eden Parvaty, aldığı köye gitme kararıyla bir yandan da yeni hikâyelerin, yeni hayallerin kapısını aralar.
Mumbai doğumlu genç yönetmen Payal Kapadia, Mumbai’nin kasvetli, kaotik, düzenden uzak renklere hapsoluşunu Prabha, Anu ve Parvaty’nin kendi hayatlarına hapsoluşlarıyla eşdeğer bir düzlemde işler. Mumbai bazen hayatın akışında beliren kaderin temel taşı, bazen de hayatın akışında gelişen kaderi değiştirmek için kurulan hayallerin merkezidir. Bu nedenle gerek Mumbai’nin gerekse filmdeki üç kadın karakterin kaderi birbirinden bağımsız okunamaz. Üç kadın da birbirinin terazisi, şifası, özgürlük yoludur.

Dramatik Yapıdaki Felsefe
İnsanın varoluşunu maddi gerekçelerle tanımlayan sisteme eleştiri sunan film, bununla beraber hayatın acımasız panoramasını da gözler önüne serer. Tüm bu karamsar tablonun üzerine her şeyden vazgeçip köye giden Parvaty, Prabha ve Anu’nun kendisini yalnız bırakmamasıyla derman bulur, onların desteğini yüreğinde hisseder.
Üç kadın da Mumbai’nin onları sınırladığı kafeslerden hayatın doğal akışında sıyrılmaya başlar. Çünkü hayat tam olarak böyledir. Onu tanımlamaya çalıştığın her an yarım kalmak kaçınılmazdır. Oysa insan kendini hayatın doğal ritmi içinde tamamlanmaya bırakırsa her şey doğalında tanımlanmaya başlar. Köye gelerek bir vazgeçiş üzerine varoluşunu tamamlamaya çalışan üç kadının duygusal durumlarında güçlü bir ferahlık belirir. Yönetmen Payal Kapadia’nın karakterler üzerindeki bu felsefi bakış açılarının filme apayrı bir renk kattığını söylemeden geçmek olmaz.

Sinema Tekniği ve Matematiği
Hayatın içindeki seslerden, selenlerden yaratılan armoni, filmde kullanılan müziğe kıyasla sahnelerin dramatik yapısıyla daha bir bütünleşir. Film, günlük yaşamın içindeki hislerin derinliğini ve büyüklüğünü anlatırken karakterlerin içinde bulundukları durumları minimal tutar. Yönetmen Payal Kapadia gerek karakterlerin süreçlerindeki eylemlerinde gerekse o karakterleri oynayan oyuncuların oyunculuk biçemlerinde minimal yapıyı esas alarak derinlik yaratır. Bununla birlikte hem sosyolojik hem de politik kodları ölçülü bir dille harmanlamakla kalmaz, aynı zamanda Mumbai’nin karmaşasından uzaklaşarak sakin bir konuma erişen karakterlerin duygu durumlarındaki bu değişiklikleri sinema estetiğine yakışacak teknik buluşlarla da zenginleştirir. Böylece Kapadia, filmin başında bulanık ve karanlık çekim teknikleriyle Mumbai’nin düzenden yoksun, sınıfsal olarak ayrışmış yanlarını göstererek açtığı bu çemberi, filmin sonuna doğru karakterlere umut veren renklerle aydınlık hayaller kurdurarak kapatır.
Aydınlık Hayallerimiz; hayatın doğal akışındaki dramatik malzemelerin bağımsız sinemanın ritmiyle birleşmesine ilgi duyan, aksiyon planını hikâyenin özünün önüne koymayan, aynı zamanda sinemanın teknik belirleyenlerine meraklılar için keyifli bir tercih olabilir.