Bir Modern Zaman Masalı: Le Havre

Yazan: Tuğba Yılmaztekin

Mülteciler deyince gözümüzün önünde hep şöyle sahneler belirir; aç, sefil, yaralı, hüzünlü insanlar, çoğunlukla ağlayan çocuklar. Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismäki alışılmışın dışına çıkıyor ve tüm dünyanın artık çözümsüz saydığı bu meseleyi bize en yalın şekliyle anlatıyor. Bunu yaparken biraz masalsı ve romantik bir havaya büründürse de asla gerçeklikten tümüyle uzaklaşmıyor.

Filme adını veren Fransa’nin liman kenti Le Havre’da geçiyor hikaye. Renk kullanımıyla, oluşturduğu kompozisyonlarla bir dönem Le Havre’da yaşamış Fransız izlenimci ressam Claude Monette’nin yağlı boya tablolarını anımsatıyor görüntüler. Ve doğal olması için hiç uğraşılmadığı belli olan bir ışıklandırma eşlik ediyor bu görüntülere. Aynı zamanda 35 mm çekilmiş olan bu film “sinema öldü” diyen Kaurismaki için çok manidar bir seçim gibi duruyor.

Le Havre
Le Havre

Müzik tercihini ise 60’ların rock grubu The Renegades’in muhteşem parçası “Metalot”tan yana kullanan yönetmen, bunun yanı sıra Little Bob lakaplı Roberto Piazza’yla kulaklarımıza mini bir müzik ziyafeti veriyor. Marcel Marx (André Wilms) ayakkabı boyacılığı yaparak geçimini kazanan eski bir yazardır. Karakterin yazar olduğuna dair bu filmde çok bir detay görülmemekle birlikte yönetmenin bir önceki filmi olan “Bohem Hayatı”nın devamı niteliğinde olmasıyla bunu anlamak mümkün.

Marx, karısı Arletty (Kati Quitinen), köpeği Leika ve sevimli komşularıyla bize özlediğimiz mahalle hayatını sunan sade ve mutlu denebilecek bir yaşam sürmektedir. Bir gün siyahi bir mülteci çocuk çıkagelerek hayatlarının odağına yerleşiverir. Adı Idrissa (Blondin Miguel) olan bu çocuk Marx’a adeta yaşadığını hatırlatacak bir amaç verir; İdrissa’yi annesine kavuşturmak.

Le Havre
Le Havre

El Kaide ile Bağlantısı Var mı ?

O daha bir çocuk der polis memuru Monette, İdrissa’ya doğrultulan silahlara engel olurken kaçmasına imkan sağlamış olur. Marcel ise o sırada oturmuş, denize doğru sandviçini yemektedir, suyun içinde gizlenen Idrissa ile hiç düşünmeden paylaşmak ister ekmeğini. Ve başlar kesişen hikayeleri.

Tüm bunların arka planında Marx ile eşi Arletty arasındaki iç ısıtan aşk hikayesini de incelikle işler yönetmen. Arletty ile Marx bir ve bütünken aynı zamanda kendi hayatları ve amaçları olan birer birey olmayi başarırlar. Arletty, amansız bir hastalığa yakalanmıştır. Artık hem çözmesi gereken bir mesele, hem de hasta bir eşi vardır Marx’ın. Her iki durumla da başa çıkarken komşuları tek destekçileri olur.

Le Havre
Le Havre

Yönetmen bürokrasiye, kiliseye ve sınıf çatışmalarına öyle sade eleştiriler yapar ki, izlerken eleştiri olduğunu bile farkedemeyebilirsiniz. Uzun diyaloglara yer vermez, konuşmaların sıkıcı olduğunu düşünür. “Stone Face” lakaplı Buster Keaton’a olan hayranlığından olsa gerek oyuncuları mimik kullanmada son derece cimridir. Buna rağmen istenilen duyguyu yansıtmakta oldukça başarılıdırlar.

Dram komedi türünde çekilmiş bu filmi komedi kisvesi altında izlemek isteyenler belki biraz hayal kırıklığına uğrayabilir. Kaurismaki’nin “karikatüristik” diye ifade edilebilecek, size kahkalar attırmayan ama güldüren yer yer de absürd olabilen kendine has bir mizah anlayışı vardır.

Le Havre
Le Havre

“Muhammed Salih’in kardeşiyim. Albino genleri taşıyorum. Üstelik hem yazar hem de avukatım. Fransa yasalarına göre de ırkçılık bir suçtur. Ve bayım başından beri söylediklerinzi kaydediyorum.”

Yönetmen filme etkilendiği ve sevdiği bir çok şeyi bize sunmak istercesine serpiştirmiştir. Karakterlerin isimleriyle, eski Fransız filmlerine ve bazı yönetmenlere olan göndermeleriyle, bir şeylerden bu kadar beslenip yine de son derece özgün olmayı başarabildiği bu film ona Cannes Film Festivali’nde dört ödül birden kazandırmıştır.

“Eğer filmin tarzını değerlendirecek olursam bir çeşit yeni gerçekçiliğin Fransız stiliyle yeniden yaratılmaya çalışılması diyebilirim. Vittoria De Sica ve Cesar Zavattini arka planda sessizce saklanıyorken yeni gerçekçilik etkisini Marcel Carne veya Jacques Becker tonuyla vermeye çalıştım.” Aki Kaurismäki

Le havre’ı birkaç kelime ile ifade edecek olursak; naif, acelesi olmayan ve sade bir peri masalı diyebiliriz.

3 yorum

İSO 20 Eylül 2020 - 09:25

Bu kadar sadelikte güzeli,sanatı en güzel şekilde yansıtmak sanırım Aki Kaurismaki’nin ince ruhlu olduğunun kanıtıdır. Size katılıyorum ben de çok beğendim. Bütün filmlerini de severek izliyorum hepsi çok değerli,anlamlı ve sinema adına umut verici. Hala dünyanın bir yerlerinde iyi şeyler yapmaya çalışanları göstermek insanın içini rahatlatıyor.

Cevapla
Matelot 02 Ekim 2020 - 22:08

Bu film tam olarak insan sevgisinin ve iyiliğin yaşadığının ispatıdır. Sevgili Tuğba şahane ve samimi anlatımınla film yeniden tazelendi gönlümde…

Cevapla
Tuğba Yılmaztekin 03 Ekim 2020 - 01:59

Teşekkür ederim, ne mutlu bana öyleyse.

Cevapla

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir