Karanlık Bir Bilinçaltı Senfonisi: Eraserhead Filmine Bakış

Yazan: Emirhan Coşkun

Bir yönetmen düşünün ki daha kariyerinin ilk filminde bizi bilinçaltının en derin noktalarına götürsün. Hatta bununla kalmasın, bizi gördüğümüz en ağır ve bilinmez rüyaların içine çekerek tam bir buçuk saat boyunca bambaşka bir ruh hâline bürünmemize fırsat versin. Eğer bu isim David Lynch ise bunun mümkün olmaması düşünülemez…

Bugüne kadar birçok film izleyip bunların incelemelerini yaptım ancak Eraserhead gibi kendine has çizgisi olan filmler her daim daha fazla ilgimi çekmiştir. Karakterleri, sahip olduğu atmosferin adeta acıdan zevk duyarmışçasına yarattığı haz, rahatsız edici ses ve görselleri ile Eraserhead, David Lynch’ın film antolojisinde en eşsiz sayfalardan birini kaplıyor.

Eraserhead

Adeta Sovyet Sinemasından Bir Örnek İzliyor Gibiyim

Film hakkında konuşurken bahsetmem gereken ilk nokta şüphesiz ki muhteşem atmosferi. Siyah-beyaz olmasının dışında filmde kullanılan dış mekânların tamamı adeta Sovyet sinemasından bir örnek izliyor gibi hissetmeme neden olmuştu. Beni bu filme çeken detayların başında bu geliyor. Sembolizmin ağırlıkta olduğu sahneler, her dakika acaba karakter şu an nerede ve ne yapıyor gibi onlarca sorunun aynı anda kafanızda canlanmasına neden oluyor.

Film, David Lynch’ın bilinçaltına itilmiş olan babalık korkusunu ele alıyor ancak bunun yanında yaratılan sanayi toplumlarında aile kurmanın vermiş olduğu korku da sembolizmin örnekleri ile çeşitli mesajlarla izleyiciye iletiliyor. Bu korkunun doruk noktasına ulaştığı ve karakterde tam bir kırılanın yaşandığı sahne ise filmin ana karakteri olan Henry Spencer’ın sevgilisinin ailesi ile tanışmaya gittiği sahnedir. Öncelikle tıpkı yukarıda bahsettiğimiz gibi Spencer’ın sevgilisinin anne ve babası olan Mr. X ve Mrs. X filmin yansıttığı sanayi toplumu ailelerinden biri olarak izleyiciye sunuluyor. Karakterin filmin genelinde yüzünde hâkim olan korku ve bilinmezlik de bu sahnelerden sonra dozajını artırarak devam ediyor. Henry’nin baba olma korkusunun bu sahnede doruğa ulaşmasının bir diğer nedeni ise Mary X’in hamile kaldığını bu sahnede öğrenmesidir; ancak filmi izlemeyenler için söyleyelim, burada Lynch kendi sinema dilini oluşturarak masaya yenmek üzere konan bir tavuğun adet geçirmesini görselleştirerek Mary’nin hamile kaldığını betimliyor. Sadece bu sahne bile, sadece kâbuslarınızda görebileceğiniz kadar saçama ama etkileyici örneklerden biri olarak öne çıkıyor.

Eraserhead

Düşük Bütçe ile Kaliteli Bir İş

Filmin hem oyuncu kadrosunda hem de kamera arkasında (Lynch’ın ilk filmi olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak) tanınmış isimler yok. Oyuncu kadrosunda oyunculuğu ile dikkat çeken ilk isim şüphesiz ki Henry Spencer karakterine hayat veren Jack Nance. Nance, David Lynch ile 1970’lerin başında Philadelphia’da yerel bir tiyatroda sahne alırken tanışır ve bu sürecin sonunda Lynch onu Eraserhead filmi için başrol oyuncusu olarak seçer. Film öyle kolay kolay çekilemez. Bir sürü bütçe sıkıntısı ve teknik zorluklarla karşılaşan ekip, altı hafta olarak belirlenen çekim programını bi “beş yılcık” aşmak zorunda kalır. Yani beş sene boyunca filmin çıkması için büyük bir uğraş verilmiştir. Gişe hasılatından da anladığımız kadarı ile beklediğine değen bir sonuç alır tüm ekip; ancak özellikle David Lynch için paradan çok daha önemli şeyler olduğu açıktır.

Eraserhead

Jack Nance daha sonra kariyerinin devamında da David Lynch’ın neredeyse her projesinde görev alır ve 30 Aralık 1996’da bir donut dükkânında tanımadığı iki insanın kavgasını ayırmaya çalışırken kafasına aldığı bir darbeden sonra ani bir şekilde hayata gözlerini yumar. Jack Nance’nin filmografisinde Eraserhead şüphesiz ki çok özel bir yer tutar. Filmin boğucu atmosferine yardımcı olan mimikleri ile izleyicinin içindeki “rahatsız olma” duygusunu körükler. Eraserhead filminin bu kadar başarılı olabilmesinin temel faktörlerinden biri de Jack Nance’nin oyunculuğudur.

Filmde dikkat çeken bir diğer nokta ise mutant bebektir. Filmin Lynch’ın babalık korkusunun bilinçaltında yatan nedenlerine odaklandığından bahsetmiştik. Filmin neredeyse her diyaloğundan verdiği kararlar hakkında irade sahibi olmadığını anladığımız Spencer ve onun kararlarında etkili bir isim olan Mary X çiftinin hiç de sağlıklı olmayan ilişkilerinden doğan bebek, Lynch’ın istenmeyen ilişkilerde yapılan bebeklerin aile bireylerine ne ifade ettiğini açık bir şekilde belirtir. Ne annesi ne de babası bebekle ilgilenmek istemez. Bebek dış görünüşündeki dezenformasyonun yanı sıra sesi ve kokusu ile de rahatsız edici durmaktadır. Henry’nin zaten istemsizce girdiği bir ilişkiden dünyaya gelen bebekten tek kaçışı ise odasında tam karşısında duran kaloriferdir. Bu kalorifer Henry için bir özgürlük simgesidir. Mary X’in de evi terk etmesi ile bebeği ile baş başa kalan Henry için hayat artık çok daha sıkıntılı bir döngü içine girmiştir. Söylentilere göre filmi izleyen Spielberg, bebeği gördükten sonra E.T karakteri için bu bebeği referans almış, hatta bebeğin nasıl yapıldığını öğrenmek için uzunca bir süre Lynch’ı rahatsız etmesine rağmen Lynch bir türlü nasıl yapıldığını söylememiştir.

Eraserhead

Rüya İçinde Rüya

Filmin ilk sahnesinden son sahnesine kadar bir bilinçaltının yansımalarını izleyebileceğiniz Eraserhead, çözümlenmeyi bekleyen birçok farklı sekansa da ev sahipliği yapıyor. Filmdeki ardıl göndermelerden en önemlisi ise Lynch’ın kapitalizm eleştirisidir. Henry, günümüz sanayi toplumunun köreltilmiş sosyo kültürel yapısının harika bir örneğidir. Kendi kararlarının olmaması ve çevresinin onu yönlendirmesi, kaçış için hep yalnızlığı ve hayalinde yarattığı karakterleri seçmesi ve kendine bile yabancılaşak hâle gelmesi, kapitalizmin işçi sınıfını getirdiği noktaya karşı mükemmel bir tespittir.  Lynch, daha sonra film için yaptığı “aynaya bakarsınız karşınızda Henry’yi göreceksiniz” açıklaması ile bu savı destekliyor.

Filmdeki cinsel temalar da bir hayli güçlü bir şekilde karşımıza çıkıyor. Ana karakterimiz Henry Spencer seksten korkmasına rağmen aynı zamanda onu bir hayli etkileyici buluyor. Kendi hayal dünyasında yarattığı bir karakter olan Radyatör Kızı (Lady in the Radiator ) da genellikle romantik hikâyelerde karşımıza çıkan “komşu kızı” çekiciliği ile seyirciyi selamlıyor; ancak yüzündeki dezenformasyon, Spencer’ın ona aşık olmasının önündeki bir engel gibi duruyor. Yani Spencer, en azından hayalindeki dünyanın içinde kararlarını kendisinin verebileceği bir düzen kurmak istiyor.

Tüm bu çözümlemelerden yola çıkarak gördüğü rüyayı ve edindiği tecrübeleri bize aktaran David Lynch’ın Eraserhead filmi, bir rüyanın içinde sizi de kâbuslardan kâbuslara daldıran etkileyici bir yapım olarak öne çıkıyor. Bazı insanların anlamadığı için bazılarınınsa filme hayran olduğu için ikinci ve üçüncü kez izlediği Eraserhead, dünya sinema tarihinde kendine has bir şekilde edindiği konumla önce Lynch, daha sonra ise kara film hakkında detaylı bilgi sahibi olmamızı sağlıyor.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir