Türkiye sinemasının en önemli buluşmalarından biri olan Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, bu yıl 32. kez 22–28 Eylül 2025 tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşuyor. Festivalin her yıl büyük merakla beklenen bölümlerinden biri olan Ulusal Kısa Film Yarışması, genç sinemacıların olduğu kadar deneyimli yönetmenlerin de kendilerini ifade ettiği; farklı bakış açılarını bir araya getirerek sinemamızın zenginliğine ışık tutan, sinemamızın bugününe ve yarınına dair ipuçları veren özel bir alan açmaya devam ediyor.
Bu yıl yarışmaya yapılan 288 başvuru arasından seçilen 10 film finale kaldı. “Sırtüstü” (Asya Günen), “Alis” (Beril Tan), “Budu” (Burcu Ejderoğlu), “Baletler Köyü” (Fatih Diren), “326” (Miray Kuyumcu), “Prosedür” (Rabia Özmen), “İnziva” (Saim Güveloğlu), “Kendi Saçını Kesen Berber” (Şükrü Özümcan Akın), “Mümeyyiz” (Turgut Kanal) ve “Feridun” (Utku Ali Güler), Altın Koza’nın kısa film sahnesinde izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor.
Biz de bu seçkiye özel olarak hazırladığımız dosyada yönetmenlere tek bir soru yönelttik: “Filminizin çıkış noktasını, hazırlık aşamalarını ve çekimler sırasındaki deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?” Her bir yönetmen kendi hikâyesini ve film yolculuğunu bizimle paylaştı. Ortaya çıkan yanıtlar, yalnızca filmlerin ardındaki yaratım süreçlerini değil, aynı zamanda genç sinemacıların dünyaya bakışını da gözler önüne seriyor.
Sırtüstü

Asya Günen: Aslında bu filmin çıkış noktası başıma gelen talihsiz bir olaydı. O dönemde içimde bir düğüm vardı ve çözülmek için bir şeye ihtiyacım olduğunu hissettim. Kendi yaşadığım bir deneyimden yola çıkarak yazdım; bana kalırsa herkesin hayatında bir kez de olsa yaşadığı bir duyguya karşılık geliyor bu film. Bazen hayat doğru hissettirmez, küçük tepeler koca dağlara dönüşür ve yolculuktan keyif almayı unuturuz. Bu film biraz da o kayboluş ve kendini yeniden bulma hikâyesi.
Senaryoyu yazdıktan sonra çevremle paylaştım, beğenen herkes sürece gönüllü olarak dahil olmak istedi. Bir kitle fonlaması kampanyasıyla da desteği topladık ve filmi hayata geçirdik. Bu süreçte yanımda olan herkese minnettarım. Çevremdeki insanların dayanışması ve yaratma tutkuları olmasaydı bu filmi gerçekleştirmemiz mümkün değildi. Şimdi filmin izleyiciyle buluşması benim için tarifsiz bir mutluluk; çünkü bu film aslında benim kendi çözülme yolculuğum.
Alis

Beril Tan: Alis, benim yakından tanıma fırsatımın olduğu, alt kat komşum Araksi Teyze’den yola çıkarak yarattığım bir karakter. Tıpkı Alis gibi, 70’li yaşlarda yalnız yaşayan bir kadın. Kendisi oturduğum apartmanın sahibi. Gözü gibi koruyor, eşiyle birlikte yaptıkları apartmanını. Hatta tıpkı çocuğu gibi… İstanbul’da yaşayanlar olarak neredeyse hayatımızın artık bir parçası haline gelmiş kentsel dönüşümün, buraya gelme durumunu düşünerek hikaye ortaya çıktı. Arkasi teyze’nin çocukluğunda evini travmatik bir şekilde kaybetmiş olması ile bu durumun kentsel dönüşüm ile tekrar etme ihtimali durumunda “ne yapar?” diye düşündüm. O öyle bir kadın ki asla kaybetme ihtimalini kolay kolay kabullenmez. Sevdikleri söz konusu olunca tam bir savaşçıya döner. Bu düşüncelerle Alis ve onun hikayesi dünyaya geldi. Aslında Alis’in şuan izlediğimiz hikayesi sadece bir başlangıç…
Hikayenin oluşumu sonrası ilk olarak Alis’i bulmak ile yola çıktım. Alis, Deniz Türkali’den başkası olamazdı. Onun, Alis’i bizimle tanıştırması ve yolculuğumuzun bir parçası olması en büyük şanslarımızdan biri oldu. Hemen sonrasında ekibi kurmaya ve maddi destek aramaya başladık. Projemizin bir diğer büyük şansı ise Deniz Eyüpoğlu Aydın oldu. Onun hem görüntü yönetmenim hem de ortak yapımcımız olmasıyla hayalime bir adım daha yaklaştık. Hikayeyi yaratırken de desteğini esirgemeyen Balahan Gürel yani Federal Yapım’ın, Amy Omar’ın, Istanbul Film Station sayesinde tanıştığımız 19:30 Film ve Roots Post Productions’ın, ve son olarak ailelerimizin vermiş olduğu maddi ve manevi destekler ile ekibimizi kurmaya başladık. Daha öncesinden belki çalışmayı hayal bile edemediğim muhteşem oyuncu kadromuz, Şebnem Sönmez, Ceren Taşçı, Mücahit Koçak, Kaan Sevi, Erkan Akbulut ve birbirinden yetenekli ekibimizle hayalimi gerçekleştirdik. Bu yolculuğumun bir parçası olmuş her birine ayrı ayrı çok müteşekkirim.
Çekim süremiz toplam 3 gün sürdü. İstanbul Büyükçekmece’de çektik. Karşımıza çıkan tüm zorluk ve engellere rağmen, Alis’in evindeki rahmetli eşiyle olan düğün fotoğrafına kadar dünyamız hazır bir şekilde sete çıkmayı başardık. En zor şeylerden biri inşaat aracı bulup getirmek, çevremizdeki her yerin kentsel dönüşümde olmasına rağmen, ve bir de sıfırdan bir beach kurmak oldu. Beach için bir sitenin şemsiye ve şezlonglarını tek tek taşıdık sahile. Bunlar dışında her şeyin çok keyifli ilerlediği ve, tıpkı Alis gibi, yaza merhaba dediğimiz bir çekim süreci oldu.
Budu

Burcu Ejderoğlu: Net bir hikâyeyle değil, içimde biriken duygularla çıktım yola. Özellikle “yön bulmak” ve “yön değiştirmek” üzerine yoğunlaştığım bir dönemdi. Hayatımda bir karar almış, rotamı değiştirmiştim. O değişimin izdüşümü bu filme dönüştü.
Stop motion, sadece çekim sürecinde değil, hazırlık aşamasında da uzun soluk isteyen bir teknik; çünkü gökyüzü ve deniz dışında izlediğiniz her şey el yapımı: setler, karakterler, kostümler… Hepsi tek tek, sabırla ve detaylıca üretildi. İlk olarak karakter tasarımları yapıldı. Armatürler üzerine kil ile şekillendirdik. Kostümler, hikâyenin atmosferine uygun şekilde dikildi. Set tasarımına geçtiğimde, şehirdeki evleri straforla inşa ettim. Strafor yüzeylerini akrilik boya ve doku pastalarıyla eskitip; gerçek taş, ahşap parçalar, kum ve kumaş gibi organik malzemelerle detaylandırdım. Gemi ise tamamen kartondan bir maket olarak tasarlandı. Budu’nun şehirlerinin inşası yaklaşık 5-6 ay sürdü ve bu sürecin tamamı evimde gerçekleşti; çünkü henüz bir atölyem yoktu. Evet, şehirler diyorum çünkü Budu, başlangıçta iki ayrı şehre sahip bir hikâyeydi. Dert aynıydı ama akış farklıydı. Sonrasında bir atölyem oldu. Dekorlar taşınacak, eksikler tamamlanacak, çekimler başlayacaktı. Ama tam da dekorların taşınacağı gün, otoparkta yüklenmeyi bekleyen tüm malzemeler, apartman görevlimiz tarafından “çöp sanılarak” atıldı. Böylece set tasarımı süreci en başa döndü.
İyi ki de öyle oldu. Hikâye güçlendi, set güçlendi. Ben de bir adım daha güçlendim. Budu’nun çekim sürecinde sahne kurulumu, karakter animasyonu, ışıklandırma ve kamera kontrolleri dahil tüm aşamaları tek başıma üstlendim. Bu süreç yüksek odaklanma ve ciddi bir sabır gerektiriyordu. Tek bir saniyelik görüntü için ortalama 12 ila 24 kare çekmem gerekiyordu. Bu da bazı sahnelerin saatler, hatta günler süren bir çalışma anlamına geliyordu. Tüm bu teknik yoğunluk yorucuydu, ama üretim sürecine tamamen hâkim olmanın verdiği özgürlük ve sonunda ortaya çıkan sahnelerin yarattığı tatmin hissi benim için çok kıymetliydi. En sevdiğim kısmıysa, karakterlerle kurduğum bağın bu aşamada en çok derinleştiği yer olmasıydı.
Baletler Köyü

Fatih Diren: Baletler Köyü hikayesini yıllar önce yapılan bir haberde gördüm. Köy çorum’da ben de Çorumluyum. Hikayeyi görür görmez hemen bu hikayeyi film yapmalıyım dedim. Ve araştırmaya başladım. Baletlerden birisine ulaştım. Erdoğan Şanal. Erdoğan abiye film çekmek istediğimi söyledim. O da sıcak baktı sağ olsun. Daha sonra Kültür Bakanlığına başvurdum ve proje kabul edildi. Proje kabul edildikten sonra ekibi kurmaya başladım. Ekip kurulduktan sonra senaryo üzerinde online toplantılar yaparak konuştuk. Bu arada ben mekanlara bakmak için Çorum ve Mersin’e gittim. Her şey planlandıktan sonra çekime başladık. Toplamda 8 gün 3 şehirde (Çorum, Mersin, Ankara) çekimleri gerçekleştirdik. Çekimler güzel geçti. Ekip çok uyumluydu. Planlamaları ve hazırlığı iyi yaptığımız için büyük sorun yaşamadık. Sadece 3 şehirde çekmek ve şehirlerin birbirine uzak olması biraz yordu. Onun dışında güzel bir set ortamı oldu. Ekipte Görüntü yönetmenimiz Evrim İNCİ, Senarist Elif Feyza DEMİR, Yönetmen Yardımcısı Yavuz AKYILDIZ, Kameraman Nurullah Güzel ve Kamera asistanı ve kamera arkası Ali Eren ENGİN yer aldı.
326

Miray Kuyumcu: ‘’326’’ nın çıkış noktası 6 Şubat depremi. ‘’326’’, Hatay’ın alan kodu. Filmimizin adı yok; yalnızca bir sayıdan ibaret.Canlarımız, adıyla değil, eksilişimizin sayısıyla ifade edildiği için. Toplumsal hafızayı diri tutmaktı amaç. Film, şahit olabildiğimiz ya da olamadığımız yüzlerce görselin kısacık bir okuması. Hazırlıklarımız neredeyse bir yılımızı aldı.Gerek kullanılan her kelimenin hassasiyetle seçimi, gerekse hazırlık aşamasında en ince ayrıntıyı düşünmek ve tasarlamak “boynumuzun borcuydu’’. Hem ekip arkadaşlarımız hem de filmin yolculuğu sırasında tanıştığımız, dialog kurduğumuz herkes aynı duyarlılıkla yanımızda oldu ve desteklerini esirgemediler.Her aşamada, ‘’iyi insanlar, iyi ki varlar’’ dedirtip. Kısa filmin uzun hikayesi olur, evet.Fakat bu film, hikayesi kısacık kalanların…
Prosedür

Rabia Özmen: Prosedür’ün çıkış noktası, hayatın her alanına sızan “prosedür” kavramı oldu. Ben sadece bürokratik ve resmi süreçlerden değil, sevdiklerimizle kurduğumuz ilişkilerde ve aile içindeki rollerimizde de görünmez kurallar ve rutinler olduğuna inanıyorum. Bu düşünce, Murat ve Sema’nın hikâyesinin temelini oluşturdu. Onların bireysel sıkışmışlıkları kadar, birbirleriyle olan ilişkilerinde de bu görünmez prosedürlerin nasıl varlık gösterdiğini anlatmak istedim.
Hazırlık aşaması oldukça uzun sürdü. Ben prova yapmayı seven bir yönetmenim; oyuncuların karakterleri sindirebilmesi için ön çalışmalar ve uzun provalar yaptık. Bu süreç, hem atmosferi hem de oyuncu performanslarını derinleştirdi. Hikâye kadar ses dünyasının da filme yön vereceğini düşündüğüm için, ses tasarımına da baştan itibaren özel bir önem verdik. Filmin klastrofobik ve gerilimli atmosferini seyirciye hissettirecek ses katmanlarını birlikte geliştirdik.
Çekimlerde ise kalabalık bir oyuncu ve figüran ekibiyle cezaevi atmosferini olabildiğince gerçekçi kılmaya çalıştık. Sanat yönetmenimizle birlikte uzun süren detaylı bir sanat ve dekor çalışması yaptık; mekânın dokusu, ışığı ve renkleri üzerinde defalarca düşündük. Bu titiz çalışma sayesinde, filmdeki kapalı ve baskılayıcı hissi seyirciye doğrudan aktarabildik.
Sonuçta Prosedür’ün yaratım süreci, yalnızca hikâye ve karakterler değil, ses tasarımından dekoruna kadar her unsurun eşit önemde olduğu bir yolculuğa dönüştü. Bu nedenle hem hazırlık hem de çekim aşaması, benim için oldukça yoğun ama bir o kadar da heyecan verici bir deneyim oldu.
İnziva

Saim Güveloğlu: Filmin senaryosu filmi çektiğim mekânda ortaya çıktı. Aynı yere tatile gitmiştim ve gittiğimde tek konuğun ben olduğumu öğrendim. Filmin baş karakteri Berna son yıllarda çok sık karşılaştığım ve yazmak istediğim bir karakterdi. Berna’yı o mekâna tek konuk olarak yerleştirip benim de içinde bulunabileceğim durumları uç noktaya taşıdım ve ortaya bu hikaye çıktı. Bu noktada Berna benden farklı davransa ne olurdu sorusu çok işime yaradı.
Sonrasında hazırlık süreci başladı. Ekibi oluşturduk, gerçekten çok çok iyi bir ekibimiz vardı. Her biri işinde usta kişilerle çalışma şansım oldu. Kısa filmi uzuna geçiş gibi görmüyorum ama bir amacım da uzun metrajdan önce iyi bir set deneyim yaşamaktı. Bu açıdan tamamen isteğime ulaştım diyebilirim. Her sette yaşanabilecek basit aksilikler haricinde her şey yolunda gitti ve benim için çok öğretici bir deneyim oldu.
Kendi Saçını Kendi Kesen Berber

Özümcan Akın: Filmin çıkış noktası, “başımdan” geçen bir olay diyebilirim. 2008’den beri gittiğim berberime bir gün yine gittim. Çok da uzun sürer tıraşı. Minimum 1,5 saat. Neyse, başladı benim berber kesmeye ve birinci saatin sonunda çok beğenmiştim. Dedim bunu hatta kendisine de. Ama o dedi ki “Dur, daha neler yapacağım sana.” Sonraki 1,5 saat boyunca saçımın her bir makasta daha da kötü bir hale dönüşünü izledim. Berberler, ülkemiz ve yakın coğrafyamızda kültürel olarak “hayır”, “yapma”, “dur” diyemediğimiz yerlerden. Bir temelsiz saygı aşılanmış nedense ve kendi kullanacağın saça dair gerçek fikrini belirtmek “yanlış” olarak kodlanmış. Velhasılıkelam saç kesimi bitti ve sonunda artık tepem attı ve dedim ki “Abi bu ne ya? Ben nasıl kullanayım bu saçı şimdi? Yani sen o kadar sevdin madem al kullan valla. Kendine kestin bence bunu.” Çıkış noktası burasıydı.
Filmin sadece fikrinin aklıma gelmesiyle (görüntü yönetmenime yazmışım hemen yapar mıyız diye) 3-2-1 oyun dememiz arasında 2 ay var. Çektiğim ilk ve bence bundan sonra da çekeceğim en hızlı film bu oldu. Tek gecede ve en uzun gecede (22 Aralık) çektik. Hazırlık hariç 7 saatte çektik… %80’ini cebimden karşıladığım bu film için sponsorlar bulmasam ışık ve kamera bütçesi filmi imkansız kılıyordu. Fujifilm Türkiye ile içerik üreticiliğim vesilesiyle çalışmıştım ve beni bu konuda çok desteklediler. Tüm ışık ekipmanını onlar sağladı. Arri Master Anamorphic lens setiyle çekmek istiyordum çünkü görsel dünya buna çok müsaitti. Bu setin olduğu tek adres Orion Işık ve Kamera’ydı. Onlar da bu konuda bize kucak açtılar. Bir kez daha kendilerine çok teşekkür ediyorum. İyi ki varlar ve bağımsız sinemaya güç veriyorlar.
Bağımsız sinemanın azizliğiyle sete 10 gün kala Armağan karakterini oynayacak oyuncu iptal oldu ve şansın da yüzüme gülmesiyle Ulvi Kahyaoğlu gibi bir cevherle çalışma şansım oldu. Yetmedi, sete 5 gün kala Azmi karakterini canlandıracak oyuncu iptal etti. Ama o kadar bütçesiziz ki erteleyemiyorum. Herkesin tek boş günü. Ve şans bir kere daha yüzüme güldü ve Erol Babaoğlu gibi bir isim de bu filme dahil oldu. İlk filmimde bu iki harika oyuncuyla çalıştığım için çok mutluyum.
Ama bağımsız sinema, engelsiz olmaz. Set günü cuma, berber Nişantaşı’da ve berbat bir yağmur bastırdı öğleden sonra… Her yer kilit. 2 saat geç başlamıştık hazırlığa. Deneyimli ve iyi oyuncuyla çalışmanın en büyük avantajı da her planı genelde 2 en fazla da 3 tekrarda alabilmekti. Yoksa kesinlikle yetişmezdi. Delilik ya şimdi düşünüyordum da. Bir de görüntü yönetmenim Evren Gündoğdu ve ekibi olmasa mümkünatı yoktu hem böyle çekilip hem de bu kadar da güzel duran bir film olmasının.
Mümeyyiz

Turgut Kanal: Mümeyyiz filmi “suça sürüklenen çocuk” algısının psikososyal ve hukuki boyutlarını ele almak üzere projelendirildi. Türk Ceza Kanunu 4. maddesinde “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz.” şeklinde belirtilmiş olsa da suç işleyen kişi eğer bir çocuk ise, doğrudan ceza verilememektedir. İşlediği eylemin bir cezai karşılığının olacağının bilincinde olup olmadığına yönelik ceza ehliyeti (eski adıyla farik ve mümeyyizlik) muayenesi yapılması gerekmektedir. Bu muayene hekim tarafından ön yargılardan da arınmış bir şekilde, yeterli zaman ayrılarak ve özen gösterilerek yapılmaz ise hukuki süreç kuşkusuz yanlış yönlendirilecektir.
Filmin diyalogları bizzat bu muayeneleri yapan bir ekip tarafından kaleme alındı ve bir dönem taşrada hekimlik de yapan Ercan Kesal’dan senaryo danışmanlığı desteği alındı. Deprem teması da esas senaryo iskeletini bozmayacak şekilde senaryoya iliştirildi. Senaryo yazımı, oyuncu seçimleri ve diğer ön hazırlık süreci tamamlandıktan sonra hali hazırda kullanılmayan bir köy okulu dekore edilerek 90’lı yılların kasvetli hastane atmosferi ekrana yansıtılmaya çalışıldı. Ana cast profesyonel oyunculardan oluşsa da gerçekçi etkiyi güçlendirmek adına mevsimlik işçi çocuk rolünde bizzat çadırlarda yaşayan tarım işçisi bir çocuk ile çalışıldı. Konunun hassasiyeti ve adli tıbbi boyutunun izleyenler tarafından açıkça anlaşılabilir olması adına kurgu birkaç kez revize edilerek güncel haline erişti. Kısıtlı bir kadro ve bütçe ile bağımsız olarak ürettiğimiz “Mümeyyiz”in hedeflediği etkiyi sunabilmiş olmaktan, Altın Koza gibi büyük bir festivalde izleyici karşısına çıkmasından heyecan duymaktayım.
Feridun

Utku Ali Güler: Yalnızlığını hem seven hem de zaman zaman ondan bunalan biri olarak bu konu üzerine akıl yürütmekten, hikâyeler üretmekten, kendi yalnızlığımla oyunlar oynamaktan her zaman hoşlandım. Bu oyunların bir ürünü olan Feridun’un hikâyesi de pandeminin bütün dünyayı kasıp kavurduğu erken dönemlerinde bir altbenlik gibi ortaya çıkıverdi. Evlerimize hapsolduğumuz, kaygılarımızla ve bu yeni, alışılmadık hayat düzeniyle mücadele ettiğimiz süreçte; her birimizin artık daha derinden hissedebildiği “dışarı çıkma” ya da “insanlarla temas etme” korkusu üzerinden şekillendi. Monoton hayatında sıra dışı bir ilişkiye başlayan Feridun, naifliği ile bizleri aşk, bağlılık ve yalnızlık üzerine düşündürmeyi amaçlıyor. Hikâye, gerçekçiliğini sorgulatmadan bu yalnız adamın dünyasında bizi bir yolculuğa çıkarmayı hedefliyor.
Feridun aslında yolculuğuna 2022 yılında bir öğrenci filmi olarak başladı. Bilgi Üniversitesi’ndeki yüksek lisans eğitimim sırasında sevgili Murat Çetinkaya’nın dersi kapsamında üç günde çekildi fakat çeşitli nedenlerden dolayı kurgusunun tamamlanması ve festival sürecine başlaması 2025’in Ağustos ayını buldu.
Filmde Feridun’u önceki kısa filmimde de (Küçük Adamlar, 2013) birlikte çalıştığım yakın arkadaşım Arda Ünal canlandırdı. Senaryosunu birlikte yazdık ve post-prodüksiyonunu da birlikte yaptık. Hülya karakterini seslendiren arkadaşım Ezgi Özcan da harika bir performans gösterdi. Oyuncularımızın karakterleri içselleştirip hikâyeyi sahiplenmeleri, hikâyenin gerektirdiği sade ve gerçekçi performansları eksiksiz sergilemeleri filme çok büyük bir katkı sağladı.
Filmin görüntü yönetmenliğini ben üstlendim. Feridun’un iç dünyasını ve filmin romantizmini yansıtmaya katkıda bulunacak şekilde gölgeler ve loş bir atmosferin hâkim olmasını tercih ettim. Kullandığım dar perspektifler ile Feridun’un sıkışmış, tek düze hayatını; geniş perspektiflerle ise yalnızlığını destekleyen bir görsel dil yaratmaya çalıştım. Çamaşır makinesini sıra dışı olayları vurgulayacak şekilde sarı, kirli bir ışık altına yerleştirdim. Feridun’un apartman boşluğuna çıktığı sahnelerde gereğinden yüksek pozlayarak karakterin gerginliğini, dışarı çıkmaktan duyduğu rahatsızlığı besleyebileceğimi düşündüm.
Sanat yönetmenliğinde ise sevgili Arzu Türk ile birlikte çalıştık. Feridun’un monoton hayatını renksiz, gri ağırlıklı kostümlerle yansıtırken sade ve sıradan görüntüye sahip bir ev ortamıyla hikâyenin tuhaflığını gerçekçi bir zemine oturtmayı amaçladık.
Filmin müzikleri için ana enstrümanın akordeon olması gerektiğini düşündüm. Akordeonun başta romantizm olmak üzere melankoli, neşe gibi duyguları zengin bir şekilde yansıtabilmesi, bana akordeonun hikaye için çok uygun olduğunu hissettirdi. Melankolik tema için Amerikalı müzisyen Chris Houston’ın bir parçasını seçtim. Feridun’un neşeli ana temasını ise kendim ürettim.
Filmin yapım sürecinde özveriyle çalışan ve büyük emekler gösteren ekibime çok teşekkür ediyorum. Feridun’un iç dünyasına tuhaf bir aşk hikâyesiyle yolculuk yaptığımız filmimizi nihayet izleyicilerle paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum.