Blind Film Eleştirisi: Görülmeyenin Görülende Yarattığı Gerçeklik Payı

Yazan: Cansu Arslan

Adını karantina koyduğumuz sürecin içerisinde görüş açımız oldukça daraldı.

Ne tarafta nereye doğru ve tam olarak nasıl baktığımızı artık kestiremiyoruz. Bakabiliyor muyuz daha doğrusu? Pek sanmıyorum. Böyle zamanlarda fiziksel olarak göremiyor olma durumumuzun görüş açımızı ne hale getireceği üzerine düşünmek gibi bir olaya giriştim. Hemen aklıma düşen 2014 yapımı Blind filminden size bahsetmenin bu sebeple doğru olacağı kararına vardım.

Spoiler vermemek için ekstra çaba harcayacağımı belirterek başlıyorum. Çoğumuzun Oslo,31 August filminin senaryosunu yazan kişi olarak tanıdığımız Eskil Vogt’un ilk uzun metraj filmi olan Blind, Norveç’in tüm soğukluğunu bize gösteren renklerle zihnimize sızmaya başlıyor. O muhteşem renkler bizim gözlerimizden zihnimize sızarken maalesef ki Ingrid karakterinin gözlerine artık sızamıyor. Kalıtsal bir rahatsızlık sonucu görme yetisini kısa sürede kaybeden Ingrid’in artık mesleği olan öğretmenliği yapamamaktadır ve evde kocasını beklerken kendine bir dünya kurmaktadır.

Doğuştan kör olmak ile sonradan kör olmanın dünyanın iki ucunda olan farklı bir dünyası olduğunu düşünüyorum.

İkisi de hiçbir şekilde kolay yaşantılar değil ve ikisinin de kendisine göre zorlukları var. Kolay ve yaşanılabilir yanları olduğu gibi… Burada ise Ingrid’in sonradan göremediği yaşamında ‘hatırladığı kadarıyla’ nasıl yaşamaya çalıştığını izliyoruz. Geçmişte yaşadığımız herhangi bir olayı sürekli ama sürekli düşünürsek onu sürekli ama sürekli bir şekilde değiştirebilme yeteneğine sahip olabiliriz.

Anılarını bir yerden alır, bir yere koyar ve sonrasında ortaya sıfırdan bir gerçeklik yaratabiliriz. Ve bunun için görmize de hiç gerek yok. Ingrid işte bu noktada bizleri inanılmaz etkileyecek bir sürece sokuyor. Onu hayata bağlayan bilgisayarı, arada bir dinlediği radyosu ve muhteşem ironik bir şekilde cam kenarında oturup sallama çayını içtiği sandalyesi. Kocası işe gittiği zamanlarda her zaman aynı şeyi yapıyor. Evin nasıl olduğunu tahmin etmeye çalışıyor. Kocasının evden aslında gitmediğini onu bir köşede izlediğini hayal ediyor. Kendisine çay koyuyor ve bunu tüm o İskandinav soğukluğuyla kabullenmiş bir şekilde yapıyor.

Tüm bunlar olurken Dogtooth filminin görüntü yönetmeni Thimios Bakatakis sağ olsun bizi de filmin içerisinde alıyor ve bu sayede Ingrid’in kendine koymaya çalıştığı şarabı biz servis etmek durumunda bile kalıyoruz. Onu hem bir köşede izleyen kocasıyız hem de ona yardımcı olmak isteyen biri. Yani teknik olarak filmde bizde bir körü oynuyoruz. Ya da gerçekten de kör olmuşuzdur kim bilir…

Ingrid artık eskisi gibi değildir evet. Fakat kocası Ingrid için ne kadar iyi ve pozitif şeyler düşünürse düşünsün Ingrid bunun için her zaman ‘henüz hazır olmadığını’ söyler. Kocasının tarafına baktığımız zaman ise tek başına ihtiyaçları olan, sevdiği kadına elinden geleni yaptığını düşünen fakat sonuç alamadıkça da genç yaşında kendisini düşünmeye olan meylinin arttığını fark eder.

Neresinden baksan çok da haksız bir tavır değildir bu durum.

Tüm bunlar olurken gerçeklik kavramının iliklerimize enjekte olduğunu seyretmeye başlıyoruz. Ingrid bilgisayarından bir çeşit roman yazmaya başlıyor. Burada ise evden çıkmayı bir türlü cesaret haline getirememiş olarak olaylara aslında kocasının tarafından bakıyor. Ama bu bakış açısına sahipken de kocasının karşısında koyduğu ve flörtleştiği karakter kendisi gibi görme engelli bir kadın oluyor.

Ingrid’in yazdığı kurgudaki erkeğin tek bir amacı var o da karşısındaki kadın tarafından fark edilmek. Ingrid’de gerçek hayattaki kocası tarafından kör olmanın bir şeyleri değiştirmeyeceğini anlatmaya çalışmıyor mu zaten? Ingrid’in hayalinde yaratmakta ve yazmakta olduğu hikaye filmin ilerleyen bölümlerinde çok çok farklı bir kurguya doğru ilerliyor ve biz orada gerçekliğin tam olarak hayatın neresinde durduğunun sorguladığımız ekran başında kalakalıyoruz. Spoiler dünyasına girmekten hoşnut olmayarak burada kesmek zorunda hissediyorum kendimi.

Kısacası; insanın bilincinde yer alan körlük ve fiziksel körlüğün ortaya nasıl bir gerçeklik çıkardığını Blind’da çok net bir şekilde görüyoruz. Kendi dünyamızı yaratma biçimimiz için gerekli olan ruhani dürtüleri bir araya getirdiğimiz vakit görmek veya görmemek gibi dünyevi bir kavram da elastik bir hal alabiliyor. Ne demiş Jose Saramago ‘İnsan sonunda her zaman bir çözüm buluyor.’’

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir