Fatih Akın’ın son filmi Amrum, Hamburg’tan Amrum Adası’na iltica eden Nazi subayı oğlu Nanning’in Amrum günlerini ele alıyor. Akın, her ne kadar Türk-Alman diaspora sineması sularından uzaklaşsa da film, tersine bir diaspora anlayışı gözler önüne seriyor. Diaspora sineması yahut Hamid Naficy’nin tabiriyle aksanlı sinema, “öteki” konumuna sürüklenmişlerin egemen ülkeyle hemhal oluşları üzerinden şekillenir. Ancak Akın, bu halı tersine çevirerek Nanning’in anadil, öteki diller, öteki kültürler, yolculuk temalarını artık “kendi yerinden edilmiş” Alman olma hali üzerinden işliyor. Böylece, Fatih Akın son senelerdeki en parlayan filmlerinden birine imza atıyor.
Yazının buradan sonraki kısmı filmi henüz izlemeyenler için spoiler içermektedir.

Sarsıl(may)an Ülküler Işığında
Amrum, Fatih Akın’ın Hark Bohm’un Amrum’da geçen çocukluğundan yola çıkarak Bohm ile beraber yazdığı senaryosunu yazdığı bir film. Film, Hanning Bohm’un Nazi sempatizanı annesi, Nazi karşıtı halası ve Amrumlu arkadaşı Hermann arasında mekik dokumaktadır. Hanning, kıtlık nedeniyle zorluk yaşamalarından ötürü patates tarlasında Amrum halkıyla çalışmaktadır. Ancak, Tessa’nın Nazilere dair olumsuz yorumları ve Hanning’in babasının Nazi subayı olduğunun ortaya çıkması Hanning’i farklı yollara sürükleyecektir.
Hitler’in ölümü ve doğum depresyonu nedeniyle annesinin depresyona girmesi Hanning’i etkiler. Hanning, annesi için tereyağı ya da dil balığı almaya yeltenir. Bu süre zarfında ailesinin kendisine aşıladığı Nazi ideolojisi ve 1940’ların Alman ulus-devlet kimliğine sıkı sıkıya tutunan Hanning, Amrum’da yaşayan Polonya halkı ve Frizce konuşan Amrumlularla hemhal olur. Fatih Akın filmlerinde, en azından erken dönem filmlerinde, yolculuk teması hakimdir. Bu yolculuk hem içsel hem de gerçek anlamda vücut bulan bir yolculuktur. Hanning’in amcası Onno’ya yaptığı her medcezirli yolculuk kendi kimliğini sorgulamasına yol açar. Denizci Sam Gangsters’ın ailesinden bazılarının ölümünde Nazilerin payının olduğunu kabullenemez. Hamburg doğumlu olmasına rağmen birden fazla jenerasyondur Amrum kanı taşımakla övünen annesi ve Hanning, esasında savaşın son günlerinde sarsılan Nazi rejiminin sonucu olarak kendi ülkesi veya adasında bir “öteki”ne dönüşür.

Kendisine ucu balina dişinden yapılmış hançeri veren amcası Theo’nun esasında Nazi baskısından ötürü New York’a iltica ettiğini öğrenir. Polonyalıların muhtemelen anakara Almanyası ya da Polonyası’nda tutunamadıklarından Amrum’a sığındıklarını görür. Ancak Hitler’in ölümü, savaşın yenilgisinin gerçekliği Hanning’i ve ailesinin yakasını bırakmasa da Hanning kendi yankı odasından kurtulmak istemez. Ailesinin yaptıklarından kendisinin sorumlu tutulamayacağını düşünür. Lakin rüyasında, Amrum’un altın ve soluk benizli kumsalında amcası Theo’yu görür. Theo, Nanning’e: “Senin kabahatin yok ama sen de bu işin bir parçasısın”, diyerek sorumluluk ve suç arasındaki felsefi dilemmaya da çikkat çeker. Böylece Nanning, bir zamanlar muktedir cenahtayken “öteki”ne evrilmesi fakat bu “öteki” Avrupa ve dünyanın çehresini olumsuz yönde değiştirecek bir “öteki”dir. Nanning, günün sonunda kendi içinde de yolculuğa çıkar. Ailesinin sorumluğunu alsa da Amrum sahilinden denize güneş eşliğinde bakar. Nanning, sorumluluk alıp değişim yolculuğundadır.
Tersine Aksanlı Sinema Örneği Olarak Amrum
Aksanlı sinema kavramı içerisinde yönetmenler göçmen olarak gittikleri ülkelerin kültür ve biçimsel unsurlarını kendi ülkelerinden aldıklarıyla harmanlar. Bu da, filmlerine “aksan” katmaktadır. Fatih Akın, kendi filmlerinde gerek Türkiye sineması gerek Scorsese sineması gerekse Alman sinemasının kendisine selam duruşunda bulunarak birden fazla dili konuşan insanların yolculuğunu ele almıştır. Aksanlı filmlerin protagonistleri egemen ülke içerisinde melezlenmeye çalışan karakterleri inceler. Ancak Amrum filmi, bunu tersine çevirerek Nazi subayı bir babanın oğlu olan Nanning’i Hamburg saldırıları nedeniyle ailesiyle Amrum’a göç etmek durumunda kalan bir karakter olarak resmeder.
Amrum, güneşin göründüğü ve halkın Nazilerden hazzetmemesi dolayısıyla Bohm ailesi için evleri de dahil olmak üzere tekinsiz temsil edilen bir yer haline gelir. Ancak filmin ilerleyen süreçlerinde Nanning’in Polonyalı Oskar’ı kurtarması kendi ahlaki pusulasında kırılma noktası olacaktır. Bu durum, Akın’ın sinematografik tercihleri, ışık kullanımının ılınması bakımından biçimsel karşılığını bulmasını sağlayacaktır.

Böylece Fatih Akın’ın Amrum filmi, Deniz Göktürk‘ün bahsettiği türsel dönüşümün (genre transformation) en uç noktası olarak tanımlanabilir. Zira film klasik bir Heimatfilm gibi başlar ancak Freud‘un ‘Tekinsiz’ (Unheimlich) kavramı üzerinden evi Nanning ve ailesine bir sürgün alanına çevirir. Bu ‘Reverse Diaspora’ hali, karakterleri Agamben‘in ‘Çıplak Hayat’ına indirgerken, yönetmen Shermin Langhoff‘un tanımladığı ‘Post-Migrant’ anlayışının verdiği yetkiyle Alman tarihinin merkezine yerleşir.
Nihayetinde Theo’nun, Nanning’in rüyasında dile getirdiği “suçunun olmaması fakat işin parçası olma” durumu, sadece Nanning’in değil, modern Almanya’nın da ikilemi haline gelmektedir. Fatih Akın, bu filmiyle artık bir “göçmen yönetmen” olarak dışarıdan değil, o hafızanın kurucusu olarak içeriden konuşmaktadır. Nanning’in sahildeki o son bakışı, bu yüzden sadece bir çocuğun büyümesi değil, sinemasal bir hafızanın da el değiştirmesi olarak okunabilir.
Amrum filmini vizyonda izleyebilirsiniz.
