36. Ankara Film Festivali: Bölüm #1 Ankara

Yazan: Timur Recep Yıldız

13-21 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek 36. Ankara Film Festivali[i], bu sene de her sene olduğu gibi muhteşem bir festival olmaya aday. Ayrıca bu sene düzenlenecek festivalin bizim için ayrı bir heyecanı ve sorumluluğu var. “Bağımsız Sinema” ailesi olarak, 36. Ankara Film Festivali’nin medya sponsoruyuz. Bu güzel festivale başlarken sizlerle de heyecanımızı ve mutluluğumuzu paylaşmak istedik. Ve elbette bu paylaşım, Ankara’da olan yahut Ankara’ya gelebilecek tüm dostlara açık davet niteliğindedir.

Ankara Film Festivali, 1988 yılında ilk kez Mahmut Tali Öngören ve Aziz Nesin’in önderliğinde düzenlenmeye başlayan “Ankara Film Şenliği”, zaman içerisinde “şenlik” adını Festival’e çevirmiş; fakat adının ilk hâli, mahiyetini hâlâ korumaktadır.

Bu yazı, festival üzerine yazılacak üç yazıdan ilkini teşkil etmektedir. İkinci yazı ise festival henüz bitmeden, “Film” adında; içerik olarak çoğunlukla festivalde gösterilmiş filmler ve kısmen festival deneyimleri üzerine olacaktır. Son yazı “Festival” ise festival henüz bitmişken, filmlerden ama daha çok festival atmosferi üzerine deneyimlerimizi paylaştığımız bir yazı olacaktır.


Ankara

Sinemada izlediğim ilk filmin E.T.[ii] olduğunu hatırlıyorum; o dönem yaklaşık 8 ya da 9 yaşlarındaydım. Bu filmi, günümüzde varlığını sürdürememiş olan Ankara Cebeci’deki Melek Sineması’nda izlemiştim. Her ne kadar E.T. 1982 yapımı bir film olsa da geçmişte başarılı filmler, yapım yıllarından bağımsız olarak uzun süre sinema salonlarında gösterimde kalabilmekteydi. E.T.’nin de 1982 yılında doğrudan vizyona girmediği muhtemeldir. Çoğu filmin daimî izleyicileri olurdu eskiden. Mahallede bazı abilerin sohbetlerine denk geldiğimde, Bruce Lee’nin filmini 10 kere izlediklerini, filmin inanılmaz güzel olduğunu, bazı filmleri beğenmediklerini en fazla üç dört defa izlediklerini anlatırlardı. Ve film deneyimlerini anlatmaktan asla bıkmazlardı.

Filmin gösterimden kalkacak korkusu hele izlenebilecek bu denli içerik olmayınca, iyi filmler insana daha yakın gelirdi. Benim E.T. deneyimim ise sinemada bir kere ile sınırlı kaldı. Daha sonra, film izlemek istediğimde hiçbir filmi ikinci defa izlemekten yana olmadım, bu zamana değin bu alışkanlığımı hep korudum. Bir filmi ikinci defa izlediğinde elbette filmde gözden kaçan bazı detayları yakalama şansın olabilir. Fakat iş başka bir film izlemek istediğinde, bambaşka bir dünya ile karşılaşıyorsun bu seçimin ise elbette bir riski var. O da filmin kötü ya da hiç sana hitap etmeyen bir film çıkması. İyi olduğuna emin olduğun filmi ikinci defa izlemek ya da daha iyi filmler izlemek için riske girmek tamamen sana kalmış.  

E.T. filminden sonra salondan çıktığım o halimi çok iyi hatırlıyorum. Tabii televizyonda daha evvel film izlemiştim fakat bu deneyim çok farklıydı. Gözlerimi acıtacak derece yoğun ışık, kulaklarımı acıtacak denli yüksek ses aklımın alamayacağı bir hikâye vardı. Ama beni en çok etkileyen şey şu olmuştu. Bu denli yüksek ses ve görüntü tufanı ardında başka hiçbir şey yoktu. Sanatla en yoğun karşılaşma hali bana hep sinemada film izlemek olarak gelmiştir. E.T. filmi ben de ikinci defa izleme isteği hiç uyandırmadı. —daha etkili bir şey yaptı — Sinemaya beni tutku ile bağladı. Çocuk halimle aldığım o sihir, beni onca güzel filmi izlemeye, film festivalleri takip etmeye, filmler üzerine yazmaya hatta benim, basitte olsa film çekmemi bile sağladı.

Ankara’da

Ankara’da festival var… O hâlde biraz Ankara dedikodusu yapalım. Neden Ankaralı olamadığımı anlatayım sizlere. Hadi, festivale ev sahipliği yapacak bu şehri överek başlayalım. Ama çok da abartmayalım; çünkü bir yerlerden “İyi de Ankara’da deniz yok.” diyen biri çıkacaktır.

Bunu diyenler yahut demeyi düşünenler, emin olun, Ankara’da bunu bilmeyen yok. Kaldı ki Türkiye’de 81 il var ve 53’ünün denize kıyısı yok. Bu sebeple bu konuda Ankara’nın üzerine çok gelindiğini düşünüyorum. Bir Santiago Metropol değil sonuçta[iii].

Onun haricinde Ankara da diğer tüm şehirler gibi. Ne eksiği var ne de fazlası… Diğer tüm şehirler gibi bazı noksanları, bazı fazlalıkları var. İçinde yaşayan kimi insanın mutlu, kiminin mutsuz olduğu bir kentten fazlası değil Ankara da. Ankara’nın bir kent güzelliğiyle birlikte bu kentin yaşayanları da çok güzel ve kıymetlidir. Elbette Ankara’nın da iyi insanı var, kötü insanı var.

İşte güzel insanlara denk gelmek istediğinde, bulunduğun sosyal ortamlar belirleyici oluyor. Benim Ankara’da güzel insanlara denk gelme kılavuzum sinema oldu. Sinema sayesinde hayatım, güzel insanlara; güzel insanlardan güzel dostluklara, güzel dostluklardan onca güzel anıya evrildi. Hiç öyle süslü laf etmek değil derdim. O yüzden bu sözü bir gerçek olduğu için paylaşıyorum. Ankara demek benim için çoğunlukla sinema demek.

Ankara’da uzun yıllar yaşamış, hâlihazırda sık sık Ankara’ya gelen biri olarak Ankara’ya dair — daha doğrusu Ankara’ya dair benim en belirgin görüşüm—, mutlu olmak için en fazla çaba gösteren insanların yaşadığı şehir olduğudur. Evet, belki en mutlu insanların ya da en aktif insanların şehri değil Ankara. Güney insanlarının mutluluğunu Ankaralılarda pek göremiyorum. Pek tabii İstanbullular kadar da aktif değiller.

Nedendir bilinmez, Ankara çok sık İstanbul ile kıyaslanır. “İstanbul sevenler” ve “Ankara sevenler” diye ayrılır bu insanlar. Hep bir noksan ararlar kendi tarafı olmayan şehirlerde ve hep bir güzellik bulurlar kendi destekledikleri şehirde. Kimileri ise hızını alamayıp —ki aralarında çok sevdiğim yazar ve şairler vardır— şarkılar ve şiirler yazarlar.
Bazen “Gözleri kapalı İstanbul’u dinlerler,[iv] bazen de “Biliyor musun başkentim, nedense birbirimizden çekiniyoruz.[v] derler. Ama Yahya Kemal Beyatlı’nın “Ben Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü seviyorum.” demesinden sonra, Ankara eşrafında şaire ve şiire karşı bir tutum geliştiğini düşünüyorum. Bu olaydan sonra, hiçbir şair ya da yazar tarafından bu denli ağır bir söz söylenmediğinden, Ankara bu şiir ve şarkı atıflarında bir nebze geri planda kalmıştır.

Neden Ankaralı Değilim?

Sıra geldi, Ankara’ya dair bu denli konuşup hâlihazırda neden Ankaralı olamadığıma…
Ben Ankara’da doğmuş, büyümüş, bu kentte bilfiil 23 yıl yaşamış biri olarak hâlâ sık sık Ankara’ya gelip giden biriyim. Tam bir Ankaralı olduğumu söyleyemem ama Ankara’ya ait biriyim. Ve bu şehri her geliş gidişimde dikkatle gözlemleyen biriyim.

Ben Ankara’da daima yaşamak isteyebilecek, fakat hayatın trajedisi gereği denizi çok ama çok seven biriyim. Bu yüzden sık sık Ankara’ya gelirim ama bir süre sonra denize dönerim.
Yaptığım iş gereği şu anda bile masadan kalkıp Ankara’ya taşınmak için hazırlıklara başlayabilirim. Ancak bu tür bir düşünce ne zaman aklıma gelse, kulağıma deniz suyu kaçıyor.

Not: Bu son sözümü de süslü bir söz olarak görmeyin, lütfen.

Ben hep Ankara’ya gelmek isterim. Bazen daimî dostumla iki fincan kahve içmeye gelirim, bazen gerçekten üşümek için, bazen ailemle bayramlaşmaya, bazen de sebepsiz gelirim.
Ben Ankara’ya hep gelirim ama hep geri giderim.

Bu kez Ankara’ya geliş bahanem ise 36. Ankara Film Festivali. Yazının başında yer alan davetimi tekrarlıyorum.

Oldu da festivale katıldınız; şanslıysanız, festivalde izlemiş olduğunuz bir filmin çıkışında dışarıda lapa lapa kar yağdığını görebilirsiniz. Eğer kar yağmıyorsa, bu hayal kırıklığını atlatmanız için Ankara’da yapılacak çok değil, iki şey var:
Biri “Aspava”da yemek yemek, diğeri ise pavyona gitmek.
Bu iki seçenekten şayet ikincisini seçecek olursanız, dipnotlar kısmında Ankara’da gidilecek en nezih pavyon listesini paylaşacağım[vi].

Festivalde ve yazının ikinci bölümü olan “Film” bölümünde görüşmek dileğiyle…


[i] https://filmfestankara.org.tr
[ii] 1982 yapımı Steven Spielberg filmi
[iii] Santiago Metropol, Şili’nin başkenti Santiago’nun etrafında yer alır ve Şili’nin 16 bölgesi arasında denize kıyısı olmayan tek yerdir.
[iv] İstanbul’u Dinliyorum / Orhan Veli KANIK
[v] Oteller Hanlar Hamamlar için Sürekli Şiir / Cemal SÜREYA
[vi] Umarım kar yağar, ya da ilk seçeneği gözden geçirirsiniz.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir