Hollywood’da Var Olmanın Bedeli: Once Upon A Tıme In Hollywood

Yazan: Deniz Kuş

Öncelikle herkese merhabalar. Bu yazımızda siz okuyucularımıza Quentin Tarantino’nun mevcut son filmi olan 2019 yapımı Once Upon A Time In Hollywood (Bir Zamanlar Hollywood’da)’un derinlemesine bir analizini sunmaya çalışacağız. İlk başta dönemin Amerika atmosferine kısaca bir değinip hemen sonrasında ise analize geçeceğiz. Şimdiden belirtmek gerekiyor ki yazı bir noktadan sonra spoiler içerecektir o yüzden filmi izlememiş olanların yazının buradan sonrasını okumamalarını tavsiye ediyoruz.

1969 – Los Angeles

Bir yıl önce tüm dünyaya yeni bir yön verecek olan 1968 Hareketleri boy göstermişti. Amerika’da da başta Vietnam Savaşı protestoları olmak üzere halk arasında çiçek çocuklar olarak bilinen Hippi hareketi hayli ön plandaydı. Hippiler aslında sol siyasete ilgili gibi görünüp öyle davransalar da genel olarak herhangi bir ideolojinin empoze ettiği, yönlendirdiği hiçbir savaşı, çatışmayı kabul etmeyerek sadece karşılıksız sevgiyi, barışı, uyuşturucuyu, müziği, cinselliği ön plana koyan bir gençlik hareketiydi. 1969 Woodstock Konserinde zirveyi bulacak bu akım özellikle savaş siyasetine muhalif olan sol, sosyalist, demokrat halk kesiminde ciddi anlamda karşılık buldu ve yaygınlaştı. Çiçek Çocuklar denilen  gençlerle o dönemde özellikle Kalifornia’da çoğunlukta olan muhalif halk kesiminin bu yakınlaşması elbette devleti ve sağ cenahı oldukça rahatsız etmekteydi ancak gençlerin suç denilebilecek hiçbir olaya karışmaması, sadece ama sadece kendilerince bulundukları ortamlarda çevreyi rahatsız etmeden vakit geçirmeleri onların da elini kolunu bağlamış, müdahale etmelerinin önünü kesmişti.

Ta ki, 8-9 Ağustos 1969 tarihinekadar. 1960’ların ortalarıyla birlikte bu kitleler içerisinde tanınırlığı artan Charles Manson adlı ‘müzisyen’ kült liderinin çevresinde toplanan hippi gençler tamamıyla Manson’ın etkisine girerek onu adeta bir İsa, Tanrı suretine büründürerek kendisinin verdiği emirlerle ünlü yönetmen Roman Polanski’nin oyuncu eşi Sharon Tate, arkadaşları Jay Sabring & Abigail Folger, Wojciech Frykowski ile Leno LaBianca & Rosemary LaBianca ve Steven Parent olmak üzere toplam 7 kişiyi bıçak ve silahlarla vahşice katlettiler. Sharon Tate’in hamile oluşu ve öldürüldükten sonra karnının deşilerek üzerine kanla yazılar yazılması gibi detaylar da olayın dehşetini ortaya koymaktaydı.

Charles Manson aslında kendisi hippi filan değildi, hayatı boyunca hapse girip çıkmış, 30 küsur senelik ömrünün 10 senesini içeride geçirmiş, yerinde durmayan, son derece kibirli, egoist ve vicdansız birisi olarak tanınıyordu. Beatles hayranlığı ayyuka çıktığında müzik sektörüne girmeyi denemiş ancak çarpık, tahmin edilemeyen dengesiz davranışları münasebetiyle ayakta kalamamıştı. Sonunda ciddi anlamda okumalar yaparak hitabetini, manipülasyon yeteneğini geliştirerek kendine yol arayan yalnız, amaçsız gençleri etrafında toplayarak Manson Ailesi’nin temellerini atan Manson burada bir baba figürü olarak çoğunluğu genç kadınlardan oluşan gençlerin beyinlerini yıkayıp dönemin popüler uyuşturucusu LSD’nin de etkisiyle onları yönlendirmeye başlamıştı.

Ancak bu yaşananlar halkın gözünde hippi kültürüne olan bakışın neredeyse 180 derece değişmesine sebep oldu ve çok büyük yaralar alan akım bir daha da eskisi kadar göz önünde olamadı ve de toparlanamadı. 68 rüzgarının ülkedeki etkisi genel olarak 70’lerin sonlarına kadar devam etse de Hippi hareketi ciddi anlamda sönümlendi.

Tarantino’nun Once Upon A Time In Hollywood’u ilk başta belgeselvari görüntülerle siyah beyaz olarak başlıyor. Leonardo DiCaprio’nun Rick Dalton’ı ile Brad Pitt’in Cliff Booth’unun dostluklarına, ortaklarına değinen sıcak açılış ile birlikte 1969’un renkli mi renkli Los Angeles’ına, Hollywood’una, deyim yerindeyse Tarantino’nun oluşturduğu ‘mükemmel’ dünyaya ilk adımımızı atıyoruz. Rick Dalton genel olarak western filmlerinin kötü adamı olarak sektörde kendisine yer edinmiş olmasına karşın bir türlü kendisini tam olarak gerçekleştirememiş olmaktan yakınan, son derece duygusal, alkol probleminden dem vuran cana yakın bir karakter iken uzun yıllardır dublörlüğünü yürütmekte olan yakın dostu Cliff Booth ise aynı Dalton gibi alkol problemiyle boğuşan ancak Dalton’ın ev eşyalarının işleri dahil genel olarak hayatını yerine koyan bir karakter olarak ön plana çıkıyor. Bunun haricinde özgüveni hayli yüksek, öyle ki Bruce Lee ile dövüş düellosu yapabilecek düzeydeki Booth, aslında Dalton’ın dublörü olmasına karşın yer yer bu rolünün tam karşıtı olarak başrol görevini üstleniyor. Aksiyon, şiddet sahnelerinde de genel olarak Cliff Booth parlarken Rick Dalton onun dublörü gibi arka planda kalıyor.

Karakter analizlerinin sonrasında filmdeki sanat ve görüntü yönetmenliklerine gelebiliriz. Tarantino’nun yarattığı dev prodüksiyon 1975’te Jaws ile başlayıp Star Wars filmleriyle arşa çıkacak olan block-buster janrasını andırıyor. Dönem arabaları, kıyafetleri, mağaza, dükkan ışıkları ve mimarisi gibi konular kusursuzca yansıtılarak seyirciye mükemmel bir seyir zevki sunuyor ve birazdan değineceğimiz paralel kurguyla beraber filmin akıcılığına da muazzam şekilde eşlik ediyor. Görüntü yönetmenliğinde Robert Richardson’ı, sanat yönetmenliğinde de Tristan Paris Bourne’ü tebrik etmek gerekiyor. Kurguya geldiğimiz vakit Rick Dalton & Cliff Booth ikilisinin film çekimlerini içeren set sekanslarından Manson müritlerinin tehlikesinin yavaş yavaş ortaya çıkışı ustaca verilerek paralel kurguda ders niteliğinde ilerlendiği de aşikar. Burada kurgucu Fred Raskin’in hakkını sonuna kadar vermemiz gerekiyor.

Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.

“Bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız Tanrınızı görürsünüz. Bana tam karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz”.

Charles Manson

Manson’ın bu sosyolojinin dibine vuran ve yaşadığı süre boyunca hep savunduğu bu görüş aslında hissettirilmeden filmin ana fikrini oluşturuyor. Ana karakterimiz Rick Dalton filmlerin başrol oyuncusu olmasına karşın çekimlerde yer yer kendisinden bekleneni bir türlü veremiyor, bazen de vermekten de ötesinde çok iyi oyunculuk sergiliyor ancak kendi içerisinde bu konuda bir türlü bir olmamışlık, kendisini gerçekleştirememiş olmanın verdiği bir aşağılık kompleksiyle yaşamını idame ettirmeye çalışıyor. Filmin ortalarında bir sahneyi paylaşacağı küçük kız çocuğunun kulağına “bugüne kadar gördüğüm en iyi oyunculuk” diye fısıldamasıyla gururu okşanıyor ve bu noktadan sonra Dalton daha ön plana çıkmaya başlıyor. Filmin başından beri görünen ‘aptal’ görüntüsünün dışına çıkmaya, duygularını daha açıkça dışa vurmaya, ağlamalarını bitirmeye karar veriyor. Her sanatçıda var olan ve var olması da gereken egoya sahip olmaya başlamanın verdiği bilinçlenme Dalton’ı finalde tam olarak istediği yere gelmesinde de çok önemli rol oynuyor.

Cliff Booth ise hippilerle, yani aslında Manson Çetesinin gençleriyle yer yer bir araya gelerek onlarla bire bir iletişim kuruyor ancak bu iletişimler neticesinde onların biraz daha farklı ve ürkütücü, karanlık yanlarını da baştan keşfetmeye başlıyor. Rick Dalton’dan yer yer fışkıran ırkçılığa varan sözler aslında Cliff Booth ta mevcut değil. İşte tam da bu yüzden insan iletişiminde Booth ön plana çıkıyor ve gerçek hippilere de, Manson’ın müritlerine de öncelikle insan gibi yaklaşmasını biliyor. Dalton’ın ‘lanet hippiler’i Booth için iletişim kurulmaya muhtaç genç insanlar olarak karşımıza çıkıyor.

Finale, yani cinayetlere doğru Tarantino’nun yönetmenliğinin ne denli bir ustalığa evrildiğini göreceğimiz bölümler baş gösteriyor. Toplu katliamların sabahında Dalton & Booth ikilisinin elde ettikleri zenginlik ve gündelik hayatlarına göz atıyoruz ve bu olurken film boyunca karşıdan çekilen geniş açıların yerini artık yüceltici olarak adlandırılan alt açıların aldığını görüyoruz. Bu alt açılar Tarantino’nun zaten çoktan özdeşleşmiş olduğu, sinefiller arasında da ‘bagaj açısı’ diye adlandırılan kadrajlardan biraz daha farklı olarak bu filmde Los Angeles’ın binaları çekilirken kullanılıyor. Yani Dalton & Booth ikilisinin kariyerleri yoluna girdikçe, maddi zenginlikleri de arttıkça binaların da dev gibi çekilmesi çok anlamlı bir seçim olarak görülüyor. Böylece Manson’un dediği, aşağıdan baktığımızda dünyanın ve birey olarak insanın tanrılaştığı önermesi de doğruya ulaşıyor.

Sharon Tate ve arkadaşları da katliam günü sabahtan akşama kadar günlük hayatlarını yaşıyorlar ve Tarantino, gün, saat bilgilendirmesini an ve an yapmayı ihmal etmeyerek seyirciyi de koltuğuna çivilemeyi büyük bir ustalıkla başarıyor. Finale geldiğimizde ise hiç beklemediğimiz bir ters köşeyle bizi adeta kendine bir kez daha hayran bırakarak aslında Hollywood’un en büyük gerçeklerini de cesurca ifşa ediyor.

“Hepimiz televizyon izleyerek büyüdük. Televizyon izleyerek büyüdüysen cinayet izleyerek büyüdün demektir. Televizyondaki her şey cinayetle alakalıydı. Yani, benim fikrim şu; bize öldürmeyi öğretenleri öldüreceğiz”.

Sadie

Anora ile en iyi kadın oyuncu Oscar ödülünü kucaklayan Mickey Madison’ın Sadie karakterinin dediği aslında Hollywood’un popüler kültürünün yıllardır televizyon, sinema veya genel olarak sanat üzerinden popüler kültür olarak dünyaya pompaladığı şeyin şiddet olduğu açığa vurularak artık halka sürekli ekranda görmek istediklerinin gerçeğinin verilmesinin hiç te yanlış bir şey olmadığı, olması gerekenin bu olduğu, eğer 20. Yüzyıl da bir şey olmak olmak istiyorsan işin buradan geçtiği vurgusu yapılarak çok güçlü bir sistem eleştirisi yapılıyor.

 Ancak finalde bunun tam tersi yaşanıyor. Manson çete üyeleri Sharon Tate’in evinin yerine komşusu olan Rick Dalton’ın evine giriyor ve orada Cliff Booth’un çoğunluğu öldürdüğü çılgın sekansa giriş yapıyoruz. Booth bayıldıktan sonra ise son noktayı esas ‘başrolümüz’ Rick Dalton koyuyor ve hayatta kalan son çete üyesini havuzda alev silahıyla ateşe vererek öldürüyor. Yani aslında Booth yine başrol gibi davranarak tam anlamıyla bir dublör gibi işin çoğunluğunu bitiriyor, Dalton’a ise son noktayı koymak kalıyor ancak işin sonunda Booth hastaneye götürülürken Sharon Tate’in şu sesini duyuyoruz:

“Siz Rick Dalton mısınız? Evime gelip partime katılarak diğer arkadaşlarımla da tanışmak ister misiniz?”

Rick Dalton sonunda istediğini tam anlamıyla alarak kendisini %100 biçimde gerçekleştiriyor. Film boyunca ağzından duyduğumuz şekliyle ‘lanet hippiler’ şiddet kullanılarak ortadan kaldırılıyor. Irkçılığın vücut bulduğu beyaz ‘ezik’ Amerikalı artık Hollywood’un saraylarına davetiye kapıp yeni hayatının ilk gecesine giriş yapıyor. Quentin Tarantino’nun Once Upon A Time In Hollywood’u gönderme yaptığı, referans verdiği tonla filmle yönetmenin dünyalara bedel tartışmasız sinefilliğinin artık ayyuka çıkmış en kesin yanıtının seyirciye verirken günümüz Hollywood kanunlarının konduğu dönemlere dair bizlere çok eğlenceli bir yolculuk vadediyor. Bunu yaparken kendi sinemasından her zaman ki gibi aşina olduğumuz tüm alamet-i ferikaları da sunmayı ihmal etmiyor. Bu filminde görece diğer filmlerinden daha az gördüğümüz şiddet ise bu sefer tüm filmografisinin aksine estetize bir şiddetin değil Sadie’nin yukarıda belirttiği üzere Hollywood’un talep ettiği şiddetin tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir