Noé’nin Film Evreni: Enter the Void Film Analizi

Yazan: Ayşegül Ongun

Enter the Void, Gaspar Noé‘nin I Stand Alone ve Irréversible’den sonra üçüncü uzun metraj filmi. İlk iki filminde kullandığı kışkırtıcı senaryolar ve kendine has kamera hareketleriyle izleyicilerin dikkatini çeken Noé, Enter the Void ile daha evrensel konulara değinmeyi tercih etmiş. Filmin anlatısı ölüm, reenkarnasyon ve yeniden doğuş temalarını uyuşturucu satıcısı bir gencin gözünden bizlere aktarırken, mekân olarak arka planda kalmaya hiç niyeti olmayan Tokyo’nun renkli olduğu kadar kaotik ortamından sonuna kadar faydalanıyor. Noé’nin sinematografi, mizansen, ses ve kurgu tekniklerini filmde ne şekilde kullanmayı tercih ettiğine ve bu elementlerin filmin anlatısı üzerindeki etkilerine daha yakından bakalım.

Yazının buradan sonraki kısmı filmi izlememiş okuyucularımız için spoiler içermektedir.

Enter the Void

Sinematografik Ögeler

Sinematografik açıdan, filmin açılış sahnesinden başlayarak Oscar’ın ölümüne dek “bakış açısı çekimi” kullanılmış. Olayları ana karakterimiz Oscar’ın gözünden izleyen seyirci “uyuşturucu tribi”ni de onunla yaşıyor. Gençliğinde çok kez uyuşturucu deneyimi yaşadığını belirten Noé’nin bu açıyı tercih etmesinin bilinçli bir seçim olduğunu söyleyebiliriz. Seyirciye bu deneyimi perdede yaşatmayı amaçlayan Noé, uyuşturucu etkisi altındaki bir insanın neler görüp, neler duymaya başladığını; o sırada kafasından neler geçtiğini betimlemeye çalışıyor.

Renklerin ve seslerin keskinleştiği, kamera odağının ise bulanıklaştığı bu sahnelerde izleyicileri Oscar’ın gözüyle görmeye davet ediyor. Bu sahnelerde Noé, kamerasını sürekli 360 derece döndürerek bu sarhoşluk etkisini attırıyor. Öte yandan filmde birçok plan sekans sahne de bulunuyor. Bazen on dakikayı bulan bu uzun ve kesintisiz çekimler, karakterin zaman algısıyla izleyicinin zaman algısının örtüşmesini ve eş zamanlı olarak seyircinin hikayeye dahil olmasını sağlıyor. Noé, kullandığı bu teknikle kendinizi Tokyo’da geçen bir video oyunundaki bir karakter gibi hissetmenize neden olabilir.

Enter the Void

Oscar’ın ölümüyle karakterin bakış açısından çıkıp kameranın kuş bakışı çekime geçtiğini görüyoruz. Ancak “Ölülerin Kitabı”nda da söylendiği gibi Oscar’ın ruhu bedeninden ayrılıp Tokyo’nun üzerinde uçarak gezinmeye başlıyor. Yani olaylar hala ana karakterin gözünden görünmesine rağmen kamera kuş bakışı çekim yapmaya devam ediyor. Alex “Ölüm insanın girdiği son triptir.” diyor. Ölümden sonra bizleri nasıl bir senaryonun beklediğini kendi anlatım diliyle seyirciye aktarmaya çalışan Noé, seyircisini Oscar’la özdeşleşmeye ve bu deneyimi onunla birlikte yaşamaya davet ediyor. Oscar kameranın kendisi oluyor da diyebiliriz. Film boyunca Oscar’la empati yapmamızı sağlayan açı ve planlar anlatının bu niyetini destekler nitelikte.

Enter the Void

Filmin ikinci yarısında ise filmin başladığı zaman çizgisine geri dönüp olayları tekrar izliyoruz. Fakat bu sefer kamera izleyici çekimle Oscar’ı takip etmeye başlıyor. Daha önce bakış açısı çekimle Oscar’la özdeşleşerek olayları izleyen seyirci, bu sefer aynı olayları Oscar’a dışarıdan bakarak, onu takip ederek izlemeye davet ediliyor.

Enter the Void

Mizansen

Mekan kullanımı, aydınlatma ve dekor ise filmde değinmeden geçilemeyecek kadar önemli yer kaplayan mizansen unsurları. Tokyo’nun gecelerinin, karanlık ama neon ışıklarla asla pür bir karanlığa da müsaade etmeyen atmosferi, filmin dramatik yapısında önemli yer tutuyor. Alex’in oda arkadaşının yaptığı minyatür Tokyo maketi ise filmin gidişatında önemli bir yer kaplıyor. Tokyo asla ölmeyen bir şehir ve şehrin dört bir yanına yerleştirilmiş neon tabelalar ve aydınlatmalarla bu canlılık destekleniyor. Oscar’ın balkonundaki “Enter” yazılı tabela, ardından Oscar’ın vurulduğu barın isminin ise “Void” olması, o boşluğa girdikten sonra dünyadaki hayatının son bulması ise manidar.

Enter the Void

Bir diğer dikkat çeken mekan ise Oscar ve Linda’nın güneşli bir günde yeşillikler içinde oturdukları park. İkilinin bu parkta gerçekten zaman geçirip geçirmediğinden emin olamıyoruz. Oscar’ın beyninde yarattığı Tokyo’dan uzak, bir kurtarılmış bölge, bir ideal dünya havası veren bu parktaki konuşmaları film boyunca geri dönüşlerle tekrar tekrar izliyoruz. Filmin en huzurlu ve az
rastladığımız aydınlık sahneleri de bu mekanda geçiyor.

Enter the Void

Işık Kullanımı ve Renkler

Aydınlatma olarak genellikle yapay ışık kullanımını tercih eden Noé, filmin genelinde de kullanmayı tercih ettiği kırmızı rengini, ışıklandırma ve filtrelemede de kullanıyor. Oscar’ın kız kardeşi Linda’nın kıyafetlerinde sıkça rastladığımız renkler ise açık sarı ve kırmızı. Sarı renk kıyafetler, Linda’nın ailesini kaybettiği andan bu yana çocukluğunda takılıp kalmasını ve abisine olan inanılmaz bağlılığını simgeliyor. Sarı, Linda’nın masumiyetini ve çocuksuluğunu hatırlatırken; kırmızı, olgunluk dönemini yansıtarak karakterin iki farklı yönünü ortaya çıkaran iki renk diyebiliriz.

Enter the Void

Oscar’ın dolaylı yoldan ölümüne yol açan Victor’un annesi Susie ile birlikte olması aslında filmin birçok noktada psikanalitik okumaların yapılmasına açık kapı bırakıyor. Susie üzerinden kaybettiği annesiyle tekrar bağ kurmaya çalışan Oscar, ölümünden sonra bu isteğini kız kardeşine yönlendiriyor. Susie ve annesinin giydiği çok benzer, iki kırmızı kıyafet de bu durumu destekler nitelikte. Küçükken anne ve babasının birlikte oldukları anı gören Oscar cinselliğini annesi ve kız kardeşi üzerinden tanımlamaya başlıyor.

Enter the Void

Eşyalar ve Sembolizasyon

Filmde kullanılan ikonik nesnelerden birisi Linda’nın çocukluğundan beri yanında taşıdığı oyuncak ayısı. Bu ayı aslında bir noktada Oscar’ı temsil eder hale geliyor. Oscar’ın ölümünden sonra, küçük bir kız çocuğu olduğu anlara dönerek ve ağlayarak abisinin tekrar hayata döneceğine inanmaya devam eden Linda, abisini hala hayatında tutunacağı tek dal olarak görüyor. Oscar ile Linda’nın klasikleşmiş abi-kardeş ilişkisinden uzakta, cinsel çekime varan yakınlıklarını ise alttan alta izleyiciye hissettiriliyor. Oscar’ın kız kardeşiyle birlikte olan insanların yerlerine
geçip kız kardeşini seyretmesi bu anlatıyı destekliyor. Ensest konusuna daha önce de I Stand Alone filmindeki baba ve kız üzerinden değinen Noé, aile kavramını ve hayatta birbirinden başka kimsesi kalmayan iki aile üyesinin birbirleriyle psikopatolojik noktalara varan ilişkilerini incelemeyi seviyor da diyebiliriz. Bu noktada Noé yine tabu olan bir konuya değinerek önceki filmlerindeki cesur tavrını devam ettiriyor.

Diğer önemli nesne ise “Ölüler Kitabı”. Filmin anlatısının büyük bölümünün dayandığı ölümden sonraki yaşam ve reenkarnasyon hakkında bilgiler veren kitap, Oscar’ın apartman dairesinde okumaya fırsat bulamadığı ancak uyuşturucu etkisindeyken Alex ile konusu üzerine sohbet ettiği bir kitap. Bu sohbet aslında filmin ilerleyen dakikaları ve senaryonun gidebileceği noktalar hakkında izleyiciye bir yol haritası çiziyor. Bu kitabın Alex’den Oscar’a, Oscar’dan ise Linda’ya geçerek bu üç karakter arasında el değiştirmesi, senaryonun filmin sonunda çözümlendiği noktada bu üçlünün arasındaki güçlü bağ düşünüldüğünde hikayeyi destekleyen bir öge.

Ses Dünyası

Filmin ilk çeyreğinde ana karakterin iç konuşmalarını bolca duyuyoruz. Özellikle Oscar’ın vurulduğu sahnede hissettiklerini duymak, onun ölümü nasıl karşıladığını görmek seyirci için ilginç bir deneyim. İnsanlık için her zaman merak konusu olmuş ve hala gizemini koruyan ölüm anında insanın neler hissettiği ve ölüm sonrası ruhun bedenden ayrılma deneyimi hakkında alternatif bir bakış açısı sunuyor Noé. Ölüm anının hemen ardından yanıp sönen ışığa doğru süzülen kamera yaklaşık iki dakika boyunca bu ışıkta yolculuk ederek izleyiciyi rahatsız eden bir etki yaratıyor.

Filmin ses dünyası da oldukça zengin. Filmin atmosferi içine dahil olan birçok müzik var. Bunları genellikle kulüp ve bar sahnelerinde duyuyoruz. Gaspar Noe’nin son filmlerinden Climax’de de bolca rastladığımız “tekno” müziklere olan sevdası Enter the Void’de de kendisine yer bulmuş. Ancak sadece izleyicinin duyduğu yönetmenin bilinçli olarak spesifik sahnelere yerleştirdiği bazı müzikler de önemli bir yer kaplıyor filmde. Özellikle Oscar ve Linda’nın lunapark sahnesinde çalan Della Derbishire’ın Air parçası sahnenin dramatik akışına çok uygun, yumuşak tonlara sahip olmasına rağmen gergin tınıları da olan bir müzik. Oscar ve Linda arasındaki, güçlü ancak yerini bir türlü bulamamış duyguları ifade etmekte uygun bir araç olmuş.

Kurgu

Filmin kurgusuna bakıldığında geri dönüşlerin önemli bir yer kapladığını görüyoruz. Oscar’ın şimdiki zaman ve geçmiş arasında sürekli bir bağ kurduğunu, kız kardeşiyle ilişkisini çocukluğundaki anılar üzerinden yönlendirdiğini seyirciye bu geçişlerle aktarıyor Noé. Oscar’ın Linda’ya bakış açısı sürekli değişerek olduğu konumdan çocukluktaki konumuna geçiyor. Geçmişin Oscar’ın psikolojisinde kapladığı önemli yeri kurgudaki zamansal-mekansal oynamalar ve geri dönüşlerle izleyiciye aktarıyor Noé.

Bir diğer önemli detay ise filme de adını veren “Enter the Void” (boşluğa gir) komutu. Bu cümlenin bir komut olduğunu hissediyoruz çünkü bir yol haritası çiziyor Oscar’a. Ne zaman mekan değiştirmek istese hep bulunduğu yerdeki bir boşluğa girerek gerçekleştirebiliyor bunu. Bu boşluklar bazen bir delik, bazen bir hava boşluğu bazen de o odadaki lambadan çıkan ışık huzmeleri oluyor. Bu geçişler sırasında Oscar’ın deneyimlediği spritüal yolculuk izleyiciye farklı efektler üzerinden gösteriliyor. Oscar’ın girdiği son boşluk ise kız kardeşinin rahmi oluyor.


Linda’nın Alex’le birlikte olmasının ardından kız kardeşinin rahmine giren Oscar, Linda’nın çocuğunda yeniden hayat buluyor. Böylelikle Oscar’daki, Linda ve annesi arasında sürekli değişen, birbirinin içine geçmiş, oturtamadığı ilk cinsel duygularını ve kaybettiği anneyi bulma arzusu tatmin olmuş ve Oscar için reenkarnasyon tamamlanmış oluyor.

Filmi sıra dışı ve etkileyici yapan detayların çoğu Noé’nin imzasını taşıyor aslında. Hem değindiği uyuşturucunun insan beyni üzerindeki etkileri, aile kavramının sorgulanışı ölüm ve yeniden doğuş kavramlarına getirdiği farklı perspektif hem de dikkat çeken kamera kullanımı ışık ve renklerle filme imzasını atıyor Noé. Enter the Void, içerdiği psikolojik kodlar ve detayları ile üzerine çok daha fazla konuşulabilecek bir film olma özelliğine sahip. Gaspar Noé’nin filmlerine yakından bakıldığında onları en ince detayına kadar nasıl işlediği daha da iyi anlaşılıyor. Bu da Enter the Void’in Noé’nin filmografisindeki önemli yerini sağlamlaştırıyor.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir