Herkese tekrar merhabalar. Bu yazımızda siz okuyucularımıza usta yönetmen Francis Ford Coppola’nın çok bilinmeyen 2009 yapımı filmi Tetro’nun derinlemesine analizini sunmaya çalışacağız. Yazımız aynı zamanda spoiler (sürpriz bozan) da içereceğinden, filmi izlememiş olanların yazıyı okumamasını önemle rica eder, keyifli okumalar dileriz.

Günümüzde geçmekte olan film, aslında Coppola’nın neredeyse tüm filmleriyle ama özellikle The Godfather, The Godfather Part III – yeni kurgusunun ismiyle The Godfather Coda: The Death of Michael Corleone – filmleriyle akrabalığı olan bir film olarak okunabilir. Tetro’da da tıpkı ilk The Godfather filminde olduğu gibi askeri kıyafetleriyle aile evine dönen genç Bennie’yle tanışırız. Bennie Tetrocini, uzun yıllar önce aile evini terk eden abisi Angelo “Tetro” Tetrocini’yle yeniden buluşmak için Buenos Aires’e gelir. Angelo ya da kendisinin ısrarla deklare ettiği ismiyle Tetro, nefret ettiği babasıyla bağlarını çoktan koparmış; bunun haricinde önü açık bir şair adayı olarak görülürken geçirdiği kaza, annesinin ölümüyle birlikte büyük bir depresyona, ondan da melankoliye sürüklenmiştir. Son derece dışa dönük ve sıcak görülen, kendisinin tam karşıtı diyebileceğimiz sevgilisi Miranda ile yaşamakta olan Tetro’nun en istemeyeceği şey, yanına gelen erkek kardeşi aracılığıyla yeniden geçmişinin canlanmasıdır.

Tetro filmi, açılış jeneriğiyle de bize üzerine konuşup tartışmamız için oldukça fazla şey verir. Tetro’nun tavanda ışıl ışıl yanmakta olan bir ampule baktığı sahneyle açılan film, ampulün etrafında uçan, arada bir ona çarpan kelebeklerle devam eder ve sonrasında ampulden etrafa dağılan ışık parçacıklarıyla birlikte jenerik akmaya başlar. Ampul burada keskin bir merkezi temsil eder. Bu merkezin aslında filmdeki baba karakter Carlo Tetrocini olduğunu söyleyebiliriz. Etrafa dağılan ışık parçaları da onun merkeziyetinin dışında kalan veya ondan kopanları temsil eder. Angelo yani Tetro ise o ampule bir nevi acı çekerek ve zorlanırken bakmaktayken, geçmişinden kaçmaya çalışmasına karşın hâlen ampulün yansıttığı ışığın, yani kaçmak istediği babasının heybetinden, kaçamayışının bir dışavurumudur. Ki bu yoğun ışık metaforu filmin birkaç sahnesinde daha karşımıza çıkacaktır. Buralarda ise daha çok kardeş Bennie merkezdedir. Bennie’nin film boyunca hiç bilmediği babası ve diğer aile sırlarıyla yüzleşmek istemesi, onu o ışığın yoğunluğuna – yani gerçeğe – her seferinde bir adım daha yaklaştırır.

Öte yandan Bennie, bilmediği bir dünyada, bilmediği bir eve gelmiştir. Bembeyaz askeri üniformasıyla siyah beyaz dünyadaki inci gibi görünmektedir. Filmin siyah beyaz oluşu, ancak flashback ile gördüğümüz geçmiş sahnelerin ise renkli oluşu Coppola tarafından tamamen bireysel bir tercih olarak kullanılmıştır ve bu, aslında bizim izlediğimiz – filmin genelinin geçtiği – günümüzün de siyah beyaz oluşu ve buna mukabil olarak geçmişin de aslında hiç görünebileceği gibi renkli olmayabileceğine yapılmış keskin bir atıftır. İlerleyen sahnelerde göreceğimiz üzere Tetro’nun ve Bennie’nin babası Carlo Tetrocini, orkestra şefliğinde ülkesi İtalya’da adeta bir kişi kültüne dönüşmüş olmasına, aristokrat bir hayat sürmesine karşın; aile yaşamında, özel hayatında tam bir felakettir. Angelo/Tetro’nun eve getirdiği kız arkadaşı Naomi’ye göz koyacak kadar kibirli ve sapkın ama bu hayatını profesyonel iş yaşamına yansıtmayacak kadar da “usta”dır.
Bu ülkede kirli bir yalan hüküm sürüyor.
Toplantı salonlarından, mikrofonlardan, gazete köşelerinden, beyazperdeden haykırıyor. Koca ağzını açıyor, boğazından irin ve veba kokusu geliyor: Bu koku birçok insanı ülkeden kaçırıyor, kalmak zorunda kalanlar içinse ülke bir hapishaneye dönüşüyor – leş gibi kokan bir zindana.

Yönetmen Coppola, Tetro filminde oldukça fazla kez Faust oyununa ve onun üzerinden Hristiyan mitlerinin önemli şahsiyetlerinden Mephisto/Mephistopheles’e de göndermeler yapmıştır. Bu aslında şu şekilde açıklanabilir: Yukarıdaki kısa pasaj Mephisto kitabının arka kapak yazısıdır ve burada anlatılan aslında Tetro’nun da, kardeşi Bennie’nin de kaçmakta oldukları memleketleri İtalya için yapılmış bir alegoriden ileri gelmektedir. İtalya’da adeta Tanrı gibi görülen Carlo Tetrocini, net bir şekilde Mephisto’dur ve geçmişiyle ilgili tüm cemiyet hayatına, aristokrasiye ve ülkesi İtalya’ya yalan söylemektedir ve bu yalanlar, aslında ışık parçacıkları gibi Buenos Aires’e kadar da sıçramıştır. Toplantı salonlarından, mikrofonlardan, gazete köşelerinden, beyazperdeden de haykırsa, ayyuka çıkmış olmasına rağmen bu yalan kokusuna mahrum kalan mutlu aristokrasiye karşılık Tetro ve Bennie ise bunun tezatı olarak karşımızda durmaktadırlar.

Coppola burada sanat dünyasına son derece derin eleştiriler getirmiştir. Sanatçı kültünün altında neler yaşanmış olabileceğine dair yapmış olduğu bu ifşa, Bennie ile Tetro arasında gelişecek olan gergin ilişkide de kendisini göstermeye başlar. Tetro’nun yazmış olup yarıda bıraktığı tiyatro oyununu tamamlayan Bennie, abisi tarafından intihalle suçlanacak; ancak oyun yılın oyunu seçilecek ve eninde sonunda da sergilenecektir. Tetro’nun Angelo ismini ve Tetrocini soyadını keskin bir şekilde reddetmiş olması, annesinin ölmesindeki kendince payı nedeniyle yaşamakta olduğu buhran çevresine de yansımaktadır. Hayat dolu Miranda onu bu hâliyle kabul etmiştir, kardeşi Bennie de karşısında hiç ummadığı, idol olarak görmemesi gereken bir abi bulmasının şokunu yavaş yavaş üzerinden atmaya çalışır.

Finale geldiğimizde, filmin The Godfather Part III’ü andıran final sekansı aklımıza gelir. Opera gösterisi eşliğinde işlenen cinayetler ve Michael Corleone’nin kızı Mary Corleone’nin trajik ölümü, tüm serinin bütün ağırlığını babanın, Michael’ın omuzlarına yükleyerek Coppola filmografisinin alameti olan babaerkillik krizinin twist’ini tamamlar. Tetro’da ise babası ile ilgili gerçeği öğrenen Bennie, bilinen en önemli tiyatro festivalinde çok büyük bir paradoksun içine düşer. Tetro’nun abisi değil, babası olduğunu öğrenmesi; aynı zamanda geçmişe dönüldüğünde, babaları bilinen Carlo’nun cenazesindeki ifşası ile birlikte çok ağır bir ikiliğin arasında kalır. Ödülünü alması beklenirken, o kendisini otoyola atarak arabaların kendisini ezmesini beklemektedir. Carlo Tetrocini’nin olumlu anlamda tam bir tezatı olan Bennie, bu sahneyle onurunu, erdemlerini sanatçılığının, şenlikli ödüllerinin önüne koyar ve sonunda gerçek babası Tetro ile kucaklaşır.

Tetro filmi, Francis Ford Coppola’nın tam 70 yaşında çekmiş olduğu oldukça arthouse bir yapım olmasına karşın, aslında yönetmenin kendisinin hayatının uyarlaması olsa seyirci tarafından da hiç şaşırılmayacak derecede şaşaalı bir yozlaşmış sanatçı–aristokrasi alegorisi sunar. Hayatı boyunca işlediği İtalya’nın mafya, devlet, siyaset suçlarını aile üzerinden Baba serisinde yeterince ifşa etmiş olmasına karşın Coppola, Tetro’da sanat dünyasının ikiyüzlülüklerine derin eleştiriler getirir. Taciz, istismar, sanatçı ile sanatının ayrı tutulması gibi günümüzde hâlen çokça tartışılan konulara da kendince yepyeni bir bakış sunan Coppola’nın Tetro’su, ustanın hak ettiği değeri bulamamış, 2000’lerden toprağa gömülü kalmış – umarım bir gün gün yüzüne çıkabilecek – lezzetli ve parlayan bir hazine.