Çağının Ötesinde Bir Deha: Charlie Chaplin

Yazan: Gamze Çakan

“Hayat yakın planda trajedi, geniş açıda komedidir.”

Acıyı, kederi, sefaleti ve zulmü; mizah ile yoğurarak anlattığı işleriyle, Charlie Chaplin yalnızca 20. yüzyılın değil tüm zamanların en büyük isimlerinden biridir. Filmlerinin yönetmeni, senaristi, yapımcısı, başrolü olan ve hatta bazı filmlerinin müziklerini de kendi yapan Chaplin, anlattığı hikayelerle ve yarattığı karakterlerle sessiz sinema dönemine damga vurmuştur. Toplumsal adaletsizlik, faşizm, kapitalizm ve savaş gibi şakasının yapılmayacağı düşünülen konuları, toplumcu gerçekçiler gibi asık suratla değil, mizahın gücüyle işleyerek, hayatını dünya halklarını eğlendirmeye ve onları bu yolla bilinçlendirmeye vakfetmiştir. Bu hiciv ustasının yaşamından bazı kesitleri yazıma sığdırmaya çalışacağım.

Zorluklarla Kısalan Çocukluk

Charles Spencer Chaplin 16 Nisan 1889 yılında Londra’da dünyaya geldi. Babası Charles Chaplin Sr., yaptığı taklitlerle ve günlük yaşamı anlatan eğlenceli şarkılarla dikkat çeken bir vokalist ve oyuncuydu. Annesi Hannah Chaplin ise Lily Harley sahne adıyla, özellikle opera alanındaki çalışmalarıyla tanınan bir aktris ve şarkıcıydı. Ailede bir de annesinin önceki evliliğinden sahip olduğu ve Chaplin’in babası tarafından evlat edinilen abisi Sydney John Chaplin vardı. Anne ve babası Chaplin iki yaşındayken ayrıldı ve Chaplin abisiyle birlikte annesinin yanında kaldı.

Anne ve babasından küçük yaşta şarkı söylemeyi öğrenen Chaplin’in sahneye ilk çıkışı beş yaşında olmuştu. Annesinin bir performansının ortasında sesini kaybetmesinin ardından şovun yapımcısı tarafından sahneye itilen Chaplin, annesinin yerine geçerek şarkı söylemişti. Annesinin çatlayan sesini taklit eden Chaplin’in performansı izleyici tarafından ilgiyle karşılandı ancak bu şov annesi Hannah’nın sahne kariyerinin de sonu oldu. Sesini bir daha asla geri kazanamadı ve ailenin tek gelir kaynağı da böylece tükenmiş oldu. Annesinin sık sık akıl hastanesine girip çıkması yüzünden Chaplin’in çocukluk yılları yatılı okul ve yetimhanelerde sıkıntıyla geçti. Abisi Sydney ile zor şartlar altında çalışmak zorunda kalan Chaplin, bu dönem geçici sahne işleri de buldu. Chaplin’in ilk profesyonel sahne şovu on yaşındayken yer aldığı ve babasının arkadaşı tarafından yürütülen “Eight Lancashire Lads” (“Sekiz Lancashire’lı Delikanlı”) isimli bir klog dans gösterisiydi.

“Eight Lancashire Lads” (“Sekiz Lancashire’lı Delikanlı”)

Kariyerinin Erken Yılları

Chaplin on dört yaşında dönemin ünlü oyun yazarı ve aktörü Harry Arthur Saintsbury’nin desteğini kazanmak için Green Room Club’a gitti. Chaplin’i kanatlarının altına alan Saintsbury, başrolünde olduğu “Jim: A Romance of Cockayne” oyununda ona gazeteci çocuk Sam rolünü verdi. İki hafta boyunca oynayan bu oyunun ardından Chaplin, William Gillette’in “Sherlock Holmes” oyununda -ki Sherlock Holmes yine Saintsbury tarafından canlandırılıyordu- Holmes’un uşağı Billy rolünü canlandırdı. Chaplin daha sonra kariyerine vodvillerde devam etmeye karar verdi.

1906’da abisi Sydney Chaplin’in dönemin ünlü Fred Karno kumpanyasına katılmasından iki yıl sonra Chaplin de onu izledi ve bu topluluğa katılma şansı buldu. Bu kumpanya ile 1910–1912 arasında ABD’ye turneye çıkan Chaplin, “A Night in an English Music Hall” oyununundaki performansıyla Amerikalı izleyicilerin dikkatini çekmeye başladı. İlk turnenin bitişinden ve İngiltere’ye dönüşünden beş ay sonra yine Karno ile birlikte 2 Ekim 1912’de yeniden ABD turnesine katıldı. Bu seferki turda, daha sonra Laurel ve Hardy ikilisinden Stan Laurel’i canlandıracak olan Arthur Stanley Jefferson ile birlikte çalıştı ve onunla aynı odada kaldı. Bir süre sonra Stan Laurel, İngiltere’ye geri dönerken, Chaplin A.B.D.’de kalarak Karno ile turneye devam etti.

1913 sonbaharında rol aldığı bir gösteri sırasında Mack Sennett’ın dikkatini çeken Chaplin onun sahibi olduğu Keystone Stüdyoları ile bir anlaşma yaparak onun ekibine katıldı. Başlangıçta haftada 150 dolar kazanan Chaplin, bir yıl boyunca yer aldığı 35 filmde gösterdiği başarıyla farklı yapımcıların da dikkatini çekmeyi başardı. Bu filmlerin ilki 1914 tarihli “Making A Living”di. Chaplin’in ikinci filmi ise yine aynı yılda çektiği ve bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, bastonlu, sakar “Tramp”(“Şarlo”) tiplemesini yarattığı “Kid Auto Races in Venice” oldu.

Charles Chaplin

1915 yılında Keystone Stüdyoları’yla olan anlaşmasının tamamlanmasının ardından Cahplin, haftalık 1.250 dolar almak koşuluyla Essanay Şirketi’yle anlaşma imzaladı. Chaplin’in Keystone’da boşalan yerini ise abisi Sydney Chaplin aldı. Ertesi yıl Chaplin’in ünü daha da arttı ve Mutual Film Şirketi ile 12 kısa sessiz film anlaşması imzaladı. Bu anlaşmaya göre şirket, Chaplin’e yıllık 670.000 dolar ödeyecekti. Charlie Chaplin artık bir süperstardı. Mutual ile yaptığı anlaşma gereği “The Floorwalker”, “The Fireman”, “The Vagabond”, “One A.M.”, “The Count”, “The Pawnshop”, “Behind the Screen”, “The Rink”, “Easy Street”, “The Cure”, “The Immigrant” ve “The Adventurer” adlarındaki 12 filmi tamamlayan Chaplin, daha sonra bu sürecin kariyerinin en mutlu dönemi olduğunu söyleyecekti.

1918’in başlarında Chaplin, kendi filmlerinden faydalanmak için kurulmuş olan First National Exhibitors’ Circuit organizasyonu ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmanın ilk ürünü aynı yıl çektiği “A Dog’s Life” filmi oldu. Bu filmden sonra Chaplin tüm dikkatini “savaş gayreti” adına yürüttüğü ulusal bir tura çevirdi. Bu turun ardından Amerikan Hükümeti tarafından başlatılan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında orduyu finanse etmek amacıyla kullanılan “Özgürlük Borcu” hareketini popülerleştirmek için “The Bond” adında bir film çekti. Daha sonraki reklam girişimi savaşla ilgili bir komedi oldu. “Shoulder Arms” adındaki 1918 tarihli yapım, Chaplin’in popülaritesini daha da arttırdı.

Bağımsızlık Zamanı

1918 yılının sonarında Chaplin bağımsız bir yapımcı olmaya karar verdi. Bu kararın ardından tüm vaktini şirket kurma sürecine harcayan Chaplin, Amerikan sessiz sinemasının önde gelen temsilcileri Mary Pickford, Douglas Fairbanks, D. W. Griffith ile birlikte, 5 Şubat 1919 yılında bir araya geldi ve Amerika’nın ilk bağımsız film şirketi olan United Artists’i kurdu. Bu büyük adım Chaplin’e sonraki yıllarda çekeceği filmlerde tam bağımsızlık verecekti. Yalnız öncesinde First National Exhibitors’ Circuit ile olan sözleşmesine son vermesi gerekiyordu.

The Kid (1921)

1921’in başlarında Chaplin, başrolünü gelmiş geçmiş en başarılı çocuk oyuncularından biri olan Jackie Coogan’la paylaştığı bir şaheserle sevenlerinin karşısına çıktı: “The Kid”. Yönetmeni, senaristi, yapımcısı Chaplin olan film, kimsesiz bir çocukla onu sahiplenen bir adamın hikayesini anlatıyordu. Bebeğine bakamayacağına karar veren bekar bir anne, onu zengin bir ailenin arabasına bırakır. Aile bebeği göremeden, araba hırsızlar tarafından çalınır ve bebeği farkeden hırsızlar onu fakir bir mahallede bırakır. Oradan geçen bir Serseri (Tramp) bebeği bulur ve onu yanına alır. “Gülümseyen ve belki de gözü yaşlı bir film” yazısıyla başlayan film, mizahla örülü bir dram olmasına rağmen izleyene umut verir. Pek çok Türk filmine de ilham olmuş “The Kid” Chaplin’in filmleri arasında özel bir yere sahiptir.

The Kid

1921’de, Chaplin iki ayrı karakteri canlandırdığı “The Idle Class” filmini yaptı. Daha sonra film çekimlerine ara verip bir süre dinlenmeye karar veren Chaplin, 1921 Eylül’ünde Avrupa’ya yelken açtı. Londra, Paris, Berlin ve kıtadaki diğer başkentleri ziyaret etti. Chaplin, bu uzun tatilin ardından Hollywood’a döndü ve film çalışmalarına devam etti. 1922 yılında “Nice and Friendly” ve “Pay Day” filmlerini çeken Chaplin, ertesi yıl ise “The Pilgrim” ve “A Woman in Paris” filmlerini yönetti. “A Woman in Paris” filmi Chaplin’in kariyeri için cesur bir adım oldu. Daha önce yönettiği 70 filmin her sahnesinde görülen Chaplin ilk kez yönettiği bir filmde figüran olarak yer aldı. “A Woman in Paris”i diğer filmlerden ayıran bir özelliği de o zamana dek hep komedi çeken Chaplin’in romantik drama türündeki ilk filmi olmasıydı.

The Gold Rush (1925)

Genellikle özel yaşamını kariyerinden ayrı tutan Charlie Chaplin için, “The Gold Rush” filmi bir istisna oldu. Filmin başrolü için kadın oyuncu arayışına giren Chaplin, 12 yaşındayken “The Kid” filminde rol almış olan Lillita MacMurray’yi yeniden keşfetti. Adını Lita Grey olarak değiştiren 16 yaşındaki oyuncu, filmin başrolü için seçildi. Kısa zamanda Chaplin ile gizli bir ilişkiye başlayan Lita, çekimlerin altıncı ayında hamile olduğunu öğrendi. Bunun üzerine Chaplin Lita ile evlenmek zorunda kaldı. Bu beklenmedik olaydan dolayı filmin tamamlanması toplam on dört ay sürdü. “Gold Rush”, Alaska’daki Klondike Altına Hücum hareketine katılan Şarlo’nun başına gelenleri anlatır. İnsanoğlunun hırsını gözler önüne seren film, Chaplin’in hatırlanmak istediği film olarak tarihe geçmiştir.

City Lights (1931)

1931 yılında çektiği “City Lights” Charlie Chaplin’in kariyerindeki en zorlu ve uzun iş olarak kabul edildi. Çekimlerin toplamda 190 gün sürmesine rağmen, filmin tamamlanması iki yıl sekiz ayı buldu. “City Lights”ın seti sesli bir film olacak şekilde düzenlenmişti. Bu büyük devrim, Chaplin için, diğer sessiz yıldızlardan daha büyük bir meydan okumaydı. Çünkü Şarlo karakteri evrenseldi ve tüm dünya tarafından anlaşılıyordu. Eğer İngilizce konuşmaya başlarsa, dünya çapındaki izleyiciler anında azalırdı. Bu nedenle cesur bir karar veren Chaplin, konuşmaları görmezden gelerek “City Lights”ı tıpkı bir sessiz film gibi çekti. Buna karşın Chaplin, filmin tüm müziklerini kendi besteleyerek, basın ve izleyicileri kendine hayran bıraktı. “City Lights” görme engelli genç bir kızla evsiz bir gencin hikayesini anlatır. Kör bir çiçekçiye aşık olan evsiz Şarlo, kıza kendini varlıklı biri olarak tanıtır. Hayatını kurtardığı zengin bir adamın, ona bir dost gibi davranıp sözler vermesinden cesaret bulan Şarlo, sevdiği kızın gözlerinin açılması için gereken operasyonun parasını ondan ödünç alabileceğini umar. Ancak zenginlerin dünyası abartılı nezaket ve riyakarlıkla doludur. Chaplin’in filmleri arasında ayrı bir yere sahip olan “City Lights”ın galası da sinema tarihinin en çok konuşulan etkinliklerinden biri oldu. Filmin dünya prömiyerine Albert Einstein, Bernard Shaw gibi ünlü isimler katılmıştı. Hatta Chaplin ile Einstein arasında geçen o meşhur diyalog “City Lights”ın galasında gerçekleşmişti.

Albert Einstein: Sizin sanatınızda en çok takdir ettiğim şey evrensellik! Tek bir kelime bile etmiyorsunuz ama tüm dünya sizi anlıyor!
Charlie Chaplin: Doğru! Ama sizin ihtişamınız daha da yüce… Tüm dünya size hayranlık duyuyor; ancak kimse dediğiniz hiçbir şeyi anlamıyor.

Modern Times (Modern Zamanlar)

Modern Times (1936)

1931 ve 1932 yıllarında Chaplin, Hollywood’ı arkasında bırakarak, 18 aylık bir dünya turuna katıldı. Avrupa’da milliyetçiliğin yükselişini ve Büyük Buhran’ın işsizlik ve makineleşme gibi sosyal etkilerini görmek onu rahatsız etmişti. Bunun üzerine iktisat teorisi hakkında kitaplar okudu ve malvarlığının yanı sıra iş hayatının da adil dağılımına dayanan ekonomik bir çözüm tasarladı. 1931 yılında yapılan bir röportajda şunları söyledi: “İşsizlik hayati bir sorudur… Makineler insanlığa fayda sağlamalıdır. Bir trajediye dönüşüp insanları işinden etmemelidir.” Bu düşüncelerin bir sonucu olarak “Modern Times” filmini yazan Chaplin gözlem ve endişelerini komediye dönüştürmenin yolunu buldu. Film, bir fabrikada zor şartlar altında çalışan Şarlo’nun (film kredilerinde karakterin adı “bir fabrika işçisi” olarak geçer) bu şartlara uyum sağlayamaması sonrasında bir akıl hastanesine kapatılmasını anlatır. Çünkü bu kapitalist düzene ayak uyduramayan kişi muhakkak deli olmaldır. Muazzam bir sistem eleştirisi olan “Modern Times”, makineleşmenin getireceği yıkımı önceden görmüş olan Chaplin’in insanlığı bilinçlendirme çabasının bir sonucudur. Film aynı zamanda Chaplin’in son sessiz filmi ve Şarlo karakterini kullanacağı son yapım oldu.

Modern Times (Modern Zamanlar)

The Great Dictator (1940)

Chaplin, 1939’da “The Great Dictator” filmini yazarken en az Hitler kadar ünlüydü. Hitler’in Şarlo karakteriyle aynı bıyığa sahip olması ise ilahi bir tesadüf gibiydi. Şöhreti ve mizahını, diktatörün şöhreti ve kötülüğüne karşı kullanmaya karar verdi. “The Great Dictator”de Chaplin’in Adolf Hitler’in parodisi olan Tomanya lideri Adenois Hynkel ve Yahudi bir berberi canlandırır. Birinci Dünya Savaşı’nda Tomanya için savaşan Yahudi berber yaptığı kazanın ardından hafızasını kaybeder ve yıllarını hastanede geçirir. Bu nedenle ülkenin başına geçen Adenois Hynkel’in yahudilere karşı başlattığı savaştan habersizdir. Berberin hastaneden taburcu olduktan sonra başına gelenleri ve nihayetinde Hynkel sanılarak ordunun başına geçirilmesine kadar uzanan olayları anlatır. Sonunda Chaplin’in kendi sesiyle yaptığı efsanevi konuşmasıyla anılan “The Great Dictator”, Amerika Birleşik Devletleri’nin resmi olarak Nazi Almanyası ile barış içinde olduğu bir dönemde çekilmesinden dolayı Chaplin için Amerika’da başlatılan karalama kampanyasının fitilini ateşledi. Yürütülen bu sürece rağmen Chaplin, 1947 yılında fikrini Orson Welles’den aldığı “Monsieur Verdoux” ve 1952 tarihli “Limelight” filmlerini çekti.

The Great Dictator (Büyük Diktatör)

Yarattığı Şarlo karakteri ile tüm dünyanın hayranlığını toplayan Chaplin, “The Great Dictator”ün ardından başlayan ve Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi üzerine alevlenen karalama kampanyası ile mücadele etmek zorunda kaldı. Önce A.B.D. hükümeti tarafından vergi borcu için sıkıştırıldı. Daha sonra ise “The Immigrant” filminde bir A.B.D. memurunu tekmelediği sahne eleştirildi. “The Gold Rush” filmindeki bazı sahnelerin komunizm propoagandası olarak yorumlandı. Özel hayatında ise kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik, bir dönem kendisine açılan babalık davası gibi olayların etkisiyle Chaplin olanlara daha fazla dayanamadı ve 1952’de ülkeyi terk etti. 1953’de geri dönüş hakkından vazgeçtiğini açıklayan Chaplin, ailesiyle birlikte İsviçre’de Vevey yakınlarında Corsier-sur-Vevey’de yaşamaya başladı.

1957 yılında Amerikan tarzı yaşamı ve ülkedeki soğuk savaş paranoyasını eleştirdiği “A King in New York” filmiyle bir kez daha eleştiri oklarının hedefi olan Chaplin, kariyerini başrollerini Marlon Brando ile Sophia Loren’in paylaştığı 1967 tarihli “A Countess from Hong Kong” filmiyle sonlandırdı. 1972’de kendisine verilen özel Oscar ödülünü almak üzere yıllar sonra A.B.D.’ye geri dönen Chaplin ertesi yılda da “City Lights” filmiyle bir kez daha Akademi Ödülü kazandı.

A Countess from Hong Kong filminin kamera arkası (Charles Chaplin, Marlon Brando)

Son Demler

Sağlık durumu 1960’lardan sonra yavaş yavaş bozulmaya başlayan Chaplin, 1977 Noel’inde İsviçre’de uykusunda hayatını kaybetti. 1 Mart 1978’de Chaplin’in naaşı küçük bir İsviçreli grup tarafından fidye istenmek üzere kaçırılmaya kalkışıldı ancak hırsızlar amaçlarına ulaşamadan yakalandı. Chaplin’in naaşı 11 hafta sonra Cenevre Gölü’ünde 1,8 metre suyun altından çıkartılıp tekrar mezarına defnedildi.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir