27 Kasım – 2 Aralık tarihleri arasında izleyiciyle buluşacak olan 15. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin Altın Terazi yarışma filmleri ve jürileri, yedi farklı bölümde gösterilecek filmleri belli oldu.Başkanlığını Prof. Dr. Adem Sözüer, direktörlüğünü Prof. Dr. Bengi Semerci’nin üstlendiği festival bir kez daha “Herkes İçin Adalet” ilkesiyle dünyanın dört bir yanından toplam 40 filmi izleyiciyle buluşturacak. Program direktörlüğünü Alin Taşçıyan’ın, kısa metraj film koordinatörlüğünü Nil Kural’ın yaptığı festivalde bu yıl da film gösterimlerine VisionIST kapsamında düzenlenecek ufuk açıcı paneller ve “Yaşam Hakkı” temasıylaTürkiye’den ve dünyadan hukukçuları bir araya getirecek Akademik Program eşlik edecek.
Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, bu yıl da adalet, vicdan ve insan hakları kavramlarını merkezine alan zengin bir program sunuyor. Adaletin yalnızca mahkeme salonlarında değil, sinemanın kalbinde de arandığını bir kez daha hatırlatıyor; her bölüm, sinemanın toplumsal tanıklık gücünü farklı yönlerden ortaya koyuyor.
Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması, kişisel hikâyeler aracılığıyla küresel adaletsizlikleri, savaşın ve sömürünün kalıcı etkilerini, kadın dayanışmasını ve insani direnci ele alıyor. Farklı coğrafyalardan gelen filmler, bireysel vicdan muhasebesiyle toplumsal sorumluluk arasındaki dengeyi sorgularken, insanın en kırılgan hâllerine ışık tutuyor.
Altın Terazi Kısa Metraj Film Yarışması ise savaş, bellek ve özgürlük mücadelesi temaları etrafında şekilleniyor. Yarışmadaki yönetmenler hikâyeleri, susturulan sesleri, bastırılan geçmişleri ve kişisel direniş biçimlerini görünür kılarak sinemanın etik ve politik gücünü yeniden hatırlatıyor.
Adalet Terazisi bölümünde adalet arayışı; suçluluk, vicdan, yalnızlık ve toplumsal eşitsizlik ekseninde inceleniyor. Filmler, bir mahkeme salonunun ya da bir vicdanın sınırlarını aşarak, insanın kendi iç adaletini bulma çabasını odağına alıyor.
Zamanın İzleri bölümü günümüz dünyasında savaş, kadın özgürlüğü, çevre felaketleri, eğitim hakkı ve ifade özgürlüğü gibi temel meselelerin izini süren yapımlarla, bireysel tanıklıkları evrensel bir çağrıya dönüştürüyor. Bu filmler, geçmişle bugün arasında köprü kurarak adalet kavramının tarih boyunca değişen anlamlarını sorguluyor.
Bu yıl festivalin en güçlü tematik bölümlerinden biri olan Filistin ile Dayanışma, Rashid Masharawi’nin inisiyatifiyle çekilen Sıfır Noktasından +: Gazze’nin Bitmemiş Öyküleri seçkisine ev sahipliği yapıyor. Gazzeli sinemacıların ürettiği yedi kısa ve bir uzun metraj film, savaşın ortasında bile direnen, üreten ve umut eden bir halkın sesini dünyaya taşıyor.
Yeryüzü Hepimizin adlı özel gösterimde iseçevre felaketlerinin eşiğinde duran bir dünyada insanın doğayla ilişkisini yeniden düşünmeye davet eden etkileyici belgesel yer alıyor.
Festivalde uzun metrajlı film gösterimleri İBB Beyoğlu Sineması ve CKM – Caddebostan Kültür Merkezi Sineması’nda gerçekleşecek. Kısa film programı Taksim Fransız Kültür Merkezi ve CKM – Caddebostan Kültür Merkezi Sineması’nda gösterilecek, VisionIst etkinlikleri İBB Beyoğlu Sineması Pera Salonu’nda yapılacak. Festivalde bilet fiyatları herkes için sinema, herkes için festival sloganıyla öğrenciler için tüm seanslar 40 TL, tam gündüz seansları 80 TL, tamakşam ve hafta sonu seansları 120 TL olarak belirlendi. Festival biletleri Biletinial üzerinden 7 Kasım cuma günü satışa sunulacak.
Altın Terazi Yarışma Jürileri Seçkin İsimlerden Oluşuyor
Festivalin Uluslararası Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması’nda yarışacak 10 film alanının büyük ustaları ve genç yıldızlarından oluşan bir jüri tarafından değerlendirilecek. Altın Terazi heykelciği ve 7500 Euro tutarındaki para ödülüne sahip olacak filmi belirleyecek Uzun Metraj Film Yarışması Jürisi Wang Xiaoshuai başkanlığında Yorgos Arvanitis, Kezban Arca Batıbeki, Ece Dizdar ve Rashid Masharawi’den; heykelcik ve 1000 Euro para ödülü kazananını belirleyecek olan Kısa Metraj Film Yarışması Jürisi Ezgi Çelik, Eva Peydro ve Umut Subaşı’dan oluşuyor. Yarışmaları Tuba Büdüş, Murat Tırpan ve Erman Ata Uncu’nun yer aldığı Sinema Yazarları Derneği – SiYAD ve başvuranlar arasından Yusuf Hilmi Daşkaya, Onur Dikyar, Şule Nur Saraç, Aybegüm Sarul ve Gülşen Sude Uzdil’in seçildiği Öğrenci Jürisi de değerlendirecek.
Festivalin Uluslararası Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması’nda jüri başkanlığını üstlenen Wang Xiaoshuai Çin bağımsız sinemasının öncü yönetmenlerinden biri. İlk filmi Günler / The Days (1993) filmiyle Çin sinemasına yeni bir soluk kazandırdı. Wang, 30 yılı aşkın kariyerinde toplumu mercek altına alan ve insanlara derin bir duyarlılıkla yaklaşan on beş uzun metraj filme imza attı. Filmleri Berlin, Cannes ve Venedik gibi dünyanın en büyük festivallerinde sekiz kez resmi seçkide yer alan Xiaoshuai, Pekin Bisikleti / Beijing Bicycle, Şangay Düşleri / Shanghai Dreams, Aşka Güveniyoruz / In Love We Trust ve Elveda Oğlum / So Long, My Son gibi filmleriyle uluslararası ödüller kazandı. 2024 Berlin Film Festivali’nde prömiyerini yapan son filmi Above the Dust ile de ses getirdi.

113 filmlik etkileyici filmografisiyle Yunan sinemasının efsanevi ismi olan Yorgos Arvanitis, Theo Angelopoulos başta olmak üzere Costa-Gavras, Amos Gitai, Catherine Breillat, Marco Bellocchio ve Dardenne Kardeşler gibi büyük ustalarla çalıştı. Angelopoulos’un ilk kısa filmi Yayın / Broadcast ile başlayan işbirliği 1998 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan Sonsuzluk ve Bir Gün / Eternity and a Day’e kadar sürdü. Arvanitis, bir yandan da başka Yunanlı ustalar ve Jules Dassin ile başlayarak dünya sinemasının önemli yaratıcılarıyla çalıştı ve parlak başarılara imza attı. 1977’de Michail Cacoyannis’in Oscar’a aday gösterilen Iphigenia, Pantelis Voulgaris’in cunta dönemine dair klasiği Taş Yıllar / Stone Years (1985) filmlerinde de imzası bulunan Arvanitis, 1989 Venedik Film Festivali’nde Australia filmiyle En İyi Görüntü Yönetmeni Altın Osella Ödülü’ne layık görüldü.

Türkiye çağdaş sanat dünyasının önde gelen isimlerinden Kezban Arca Batıbeki, resim, fotoğraf, yerleştirme ve kısa film alanındaki çok yönlü ve zengin üretimiyle tanınıyor. Kariyerinin ilk yıllarında illüstratör, sanat yönetmeni ve fotoğraf editörü olarak çalışan, kitap ve dergi kapakları, sinema ve tiyatro afişleri tasarlayan sanatçı, uzun metrajlı filmlerde sanat yönetmenliği, jenerik tasarımı ve set fotoğrafçılığı da yaptı. Sanat üzerine yazılar da yazan, Türkiye sinemasının büyük ustası Atıf Yılmaz ile Yeşilçam’ın unutulmaz yıldızlarından Nurhan Nur’un kızı olan Kezban Arca Batıbeki özellikle kadınlarla ilişkili temalar ve popüler kültür üzerine işleriyle öne çıkıyor. Bugüne kadar kişisel ve karma sergileriyle başta Türkiye’de olmak üzere, New York’tan, Los Angeles’a, Bakü’den ve Doha’ya kadar dünyanın farklı ülkelerinde resimleri, video art ve fotoğraf çalışmalarıyla yer aldı. Kezban Arca Batıbeki, iki kez Esbank Büyük Ödülü’nü kazandı ve 2025 ArtAnkara Sanatçı Onur Ödülü’nün sahibi oldu.

2000 yılından bu yana sinema, televizyon, tiyatro, oyun çevirmenliği ve seslendirme alanlarında çalışmalarını sürdüren Ece Dizdar, Londra, Edinburgh ve İstanbul’da, aralarında Talimhane, Dot, Craft ve Versus tiyatrolarının da bulunduğu 20’den fazla oyunda sahneye çıktı, on ikiden fazla oyunu Türkçe’ye çevirdi. 2016 yılında Çekmeceler filmiyle Malatya, Antakya, Nürnberg film festivallerinde ve Sadri Alışık ödüllerinde En İyi Kadın Oyuncu seçildi. 2020 yılında Ümit Ünal’ın yönettiği Aşk, Büyü Vs.’deki performansıyla 40. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. On beş yıldır profesyonel seslendirme sanatçısı olan Dizdar, 2024 yılında yönetmenliği ve senaristliğini üstlendiği Mükemmel adlı kısa filmiyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Jüri Özel ve Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde En İyi Üçüncü Kurmaca Film ödüllerine layık görüldü.

Filistinli yönetmen, senarist ve yapımcı Rashid Masharawi Filistin sinemasının öncülerinden, ve halkının en önemli hak savunucularından biri olarak tanınıyor. Şati mülteci kampında doğan Masharawi, 1994 tarihli Karartma / Curfew ve 1997 Cannes seçkisine giren Haifa ile uluslararası alanda tanındı. Bekleyiş ve Leyla’nın Doğum Günü filmleriyle kişisel olanı politik olana ustalıkla dönüştürdü. Gazzeli yönetmen, kurduğu Masharawi Fonu aracılığıyla Gazze’de film yapımını destekliyor. 2024 yılında 20 kısa filmden oluşan Sıfır Noktasından Gazze’nin Anlatılmamış Öyküleri’nin, bu yıl da devam projesi Sıfır Noktasından + Gazze’nin Bitmemiş Öyküleri’nin yapılmasını sağladı.

Uluslararası Altın Terazi Kısa Metraj Film Yarışması’nda yarışacak filmler henüz çocukken Atıf Yılmaz’ın yönettiği Düş Gezginleri filmiyle oyunculuğa başlayan, dünya prömiyerini yaptığı Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’ne layık görülen Gündüz Apollon Gece Athena filminin başrolünde yer alan, geçtiğimiz sezondan beri Shakespeare klasiği Macbeth’te Lady Macbeth rolünü üstlenen Ezgi Çelik; İspanyolca ve İngilizce yayın yapan online dergi El Hype’ın kurucusu ve direktörü olarak eleştiriler, denemeler ve festival yazıları aracılığıyla sinemaya dair yeni bakış açılarına ses veren, Cannes, Berlin, Venedikve San Sebastián gibi önemli festivallerin jürilerinde yer alan, sinema, ifade özgürlüğü ve sanatı etiği üzerine dersler veren, FIPRESCI ve FEDEORA üyesi Eva Peydró; İstanbul Film Festivali ve SİYAD Ödülleri’nde En İyi Kısa Film Ödülü’nü kazanan Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var’ın da aralarında bulunduğu dört kısa filminin ardından dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yapan ilk uzun metraj filmi Sanki Her Şey Biraz Felaket ile Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ödüllerinin yanı sıra İstanbul, Ankara, Ayvalık ve Brüksel Cinemamed film festivallerinde ödüle değer görülen yönetmen ve senarist Umut Subaşı’dan oluşan jüri tarafından değerlendirilecek. Altın Terazi Kısa Metraj Film Ödülü’nü kazanan filme 1000 Euro verilecek.
15. Uluslararası Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması
Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde Altın Terazi için yarışacak olan on filmin tamamı İstanbul’da ilk kez gösterilecek, yedi filmin ise Türkiye prömiyeri yapılacak.
António Ferreira’nin yönettiği Anıların Kokusu / The Scent of Things Remembered, Angola’daki sömürge savaşına katılmış yaşlı gazi Arménio’nun huzurevinde Angola kökenli hastabakıcı Hermínia ile karşılaşmasıyla gelişen bir hikâyeyi anlatıyor. Savaşın korku dolu anıları zihninden silinmeyen, önyargılı, aksi ve ırkçı Arménio, şefkatli, merhametli ve dürüst hastabakıcısına beklenmedik şekilde bağımlı hale geliyor. Film sömürgecilik, ırkçılık, pişmanlık ve kefaret temalarını işlerken yaşlılığın kırılganlığını da incelikle ele alıyor. José Martins, filmdeki güçlü performansıyla 2025 Şanghay Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncuödülünü kazandı.

Gözde Kural’ın dünya prömiyerini yaptığı 2025 Karlovy Vary Film Festivali’nde Kristal Küre için yarışan filmi Cinema Jazireh, Taliban’ın kendinden olmayanları acımasızca katlettiği Afganistan’da adını Omid yani Ümit koyduğu oğlunu arayan Leyla’nın öyküsünü anlatıyor. İlk filmi Toz’un ardından bir kez daha Afganistan’a dönen Kural, “ümit” arayışını bir simge haline getirerek filmin geçtiği coğrafyadan evrensel bir boyuta taşıyor. Son derece katı bir gerçekliği Şekspiryen bir yanı da bulunan klasik bir trajedi gibi ele alan, simgeler, motifler ve alegorilerle bezeli incelikli bir senaryoya sahip film finalinde izleyiciyi Taliban’ın insafına terk edilen Afganlıları unutan dünyanın adaletsizliğiyle baş başa bırakıyor.

Filmografisini kadınlara adayan, Muhteşem Kadın / Una Mujer Fantastica ile 2018 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı alan Şilili yönetmen Sebastián Lelio, 2025 Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan filmi Dalga / The Wave ile feminist bir müzikal sunuyor. Lelio, Şilili feminist kolektif Las Tesis’in 2019 yılında önlem alınmayan ve cezasız kalan tecavüzleri protesto eden danslı müzikli eyleminden ilham aldığı filmde, kadın öğrencilerin bir üniversite kampüsündeki sistematik cinsel saldırılara başkaldırısını konu alıyor. Genç oyuncularının enerjik performanslar sunduğu Dalga, hem aktivist içeriği hem çağdaş bir müzikal olarak estetiğiyle izleyiciyi coşturuyor.

2015 yılında Sundance Film Festivali’nde ödül kazanan The Second Mother filmiyle tanınan Anna Muylaert, yeni filminde toplumun bütün hücrelerine nüfuz eden mizojiniyi, sınıf ayrımını ve normalleştirilen ev içi şiddeti mercek altına alıyor. 2025 Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Dünyanın En İyi Annesi / The Best Mother in the World, kendisini sürekli istismar eden, aynı evi paylaştığı erkekten kaçan Gal’in sokaklardaki hayat kavgasına odaklanıyor. Gördüğü işkenceye dayanamayıp polise şikayette bulunduktan sonra kendisinin ve çocuklarının güvenliğinden endişe eden Gal, atık toplayarak geçimini sağladığı süpermarket arabasına doldurduğu eşyaları ve çocuklarıyla yola düşüyor. Brezilyalı yönetmen, bu filminde önceliği, doğrudan izleyicinin duygularına hitap eden bir hikâye anlatmaya veriyor.

Sudanlı yönetmenler Anas Saeed, Rawia Alhag, Ibrahim Snoopy, Timeea Mohamed Ahmed ve Phil Cox’un imzası taşıyan hibrit belgesel Hartum / Khartoum, Sudan halkına on yıllardır büyük felaketler yaşatan iç savaştan ve askeri rejimlerden umut dolu direniş öyküleri çıkarmayı başarıyor. Sokaklarda tutunmaya çalışan iki çocuk, çay satarak geçinen bir anne, bir aktivist ve bir memur bize Khartoum’da yaşamanın farklı yönlerini deneyimleri ve hayalleri aracılığıyla anlatıyor. Askeri darbenin ardından filmin karakterleri Hartum’dan kaçtığı için yarım kalan belgesel, Kahire ve Nairobi’de ödünç verilen telefonlarla yeşil ekranda çekildi ve animasyonlarla zenginleştirilerek, Berlin ve Sundance Film Festivallerinde gösterildi.

Yönetmeni Huo Meng’e 2025 Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı kazandıran İki Dünya Arasında / Living the Land, 1990’ların başında Çin’in orta kısmında yoksul bir köyde geçen, gerçekçi, zarif ve dokunaklı bir aile dramı. Li ailesinin dört kuşağının kendilerine özgü dertlerini, iki ninenin cenazeleri etrafında kurgulayarak anlatıyor. Film, ebeveynleri sanayileşmiş büyük kente çalışmaya giderken köydeki akrabalarının yanında bırakılan bir çocuğun gözünden yaşlanma, ölüm, gelecek ve zaman kavramlarını irdeliyor. Bir yandan da kadın cinselliğini sadece üreme aracı olarak değerlendiren devletin ve evliliği ekonomik bir zorunluluk olarak gören aile kurumunun baskısı altındaki bir genç kadının çektiklerine odaklanıyor.

Sanatsal yaratıcılık ve yenilikçi bir sinema diliyle insan hakları ve adalet kavramlarını başarıyla birleştiren filmleriyle tanınan, Macar sinemasının önde gelen temsilcilerinden Benedek Fliegauf’un yeni filmi Jimmy Jaguar yönetmenin sofistike sinema anlayışının yeni, çarpıcı ve çok katmanlı bir örneği. 2025 Karlovy Vary Film Festivali’nde yarışan filme adını veren Jimmy Jaguar, eski bir Macar çocuk şarkısında geçen, insanları ele geçiren ve suç işlemeye yönelten bir tür cin… İşlenen suçu ele alan ve kısa adıyla Jagu’nun gerçekliğini araştıran bu sahte belgeselde Fliegauf, korku türünün unsurlarıyla ustalıkla oynuyor. Saldırıya uğrayan kişinin bir Sırp savaş suçlusu çıkması, Jagu’nun kendini yasaların üstünde görenlerden intikam alması filmin hukuki ve politik boyutlarını inşa ediyor.

Tanushree Das ve Saumyananda Sahi’nin birlikte yönettiği Kapana Kısılmak / Shadowbox birçok sorunu bir arada yaşayan bir aileye odaklanıyor. Film, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı daha fazlasına elvermediği için hizmetçilik yaparak ergen oğluna iyi bir eğitim sağlamak ve onu disiplin altında tutmak için çabalayan Maya’yı merkezine alıyor: Maya’nın orduda yaşadıkları sebebiyle travma sonrası stres bozukluğundan mustarip olan eşi, birlikte kafa çektiği arkadaşının ölümünden sonra ortadan kaybolur… Maya eşinin sorumlu olup olmadığını öğrenmeye çalışır… Birçok katmanda toplumsal adaletsizliği sorgulayan, 2025 Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Kapana Kısılmak, oyuncu kadrosunun etkileyici performanslarıyla bir kat daha fazla anlam kazanıyor.

1998’den bu yana Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası’na seçilen ilk Hollanda yapımı Sazlıkta Cinayet / Reedland, Sven Bresser imzalı bir psikolojik gerilim filmi. Torununa şefkatle bakan bir büyükbaba, geçimini saz keserek sağladığı yerde küçük bir kızın cesedini bulduğunda derinden etkilenir. Yönetmen, çarpıcı bir sinematografi aracılığıyla kara film öğelerini doğaüstü kötücül bir güç gibi kullandığı coğrafi faktörlerle birleştirerek, başarıyla gerilim yaratıyor. Cinayet soruşturmasına rağmen Sazlıkta Cinayet, olay örgüsünden çok karakter odaklı bir film. Oyunculuk deneyimi bulunmadığı halde Gerrit Knobbe‘nin etkileyici performansı sayesinde izleyicinin tüylerini ürpertiyor.

Guillermo Galoe, Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nda SACD En İyi Senaryo Ödülü kazanan Uyumayan Şehir / Sleepless City adlı ilk filminde, 13 yaşındaki bir Roman çocuğun gözünden, marjinalize edilmenin toplum üzerinde yarattığı yıkıcı etkiyi anlatıyor. Toni, çok sevdiği tazısı Rayo / Şimşek, en yakın arkadaşı Fas kökenli Bilal, hurdacılık yapan babası Chule ve ailesiyle birlikte Madrid’in hemen dışında yer alan Avrupa’nın en büyük gecekondu mahallesi La Canada Real’de yaşar. Mahallelilerin bir kısmı yasal işlerle geçinmez… Yetkililer ise hijyen koşullar sağlamaktansa bu toplumu dağıtarak kontrol etmeyi tercih eder. Toni’nin hayatı Sulukule’dekine benzer bir kentsel dönüşüm ve babasının borcu yüzünden alt üst olur…

15. Uluslararası Altın Terazi Kısa Metraj Film Yarışması
Bu yıl Altın Terazi Kısa Metraj Film Yarışması, savaş, bellek, baskı ve direniş temaları etrafında şekillenen on filmi bir araya getiriyor. Berlinale, Cannes, Locarno ve IDFA gibi önde gelen festivallerde ödüller kazanan yapımlar, kişisel olanla politik olanın kesiştiği, insan onurunun sınandığı anlara odaklanıyor. Savaşların, kirli oyunların, sessizleştirilenlerin ve unutturulanların hikâyelerini sinema perdesinde buluşturuyor.
Suriye kökenli Finlandiyalı yönetmen Sherwan Haji, Benim Adım Umut / My Name Is Hope adlı kısa filminde Suriye istihbaratının kullandığı bir hapishanede politik bir tutsağın gözünden izleyiciyi şiddet dolu bir rejimle yüz yüze getiriyor. Haji, Norveç, Helsinki ve Tampere film festivallerinde ödüller kazanan bu yapıtında, sadece Suriye değil, dünyanın tüm baskı altındaki halklarına dair bir hem bir ağıt yakıyor hem de bir umut hikayesi anlatıyor. Sherwan Haji, Aki Kaurismäki’nin ödüllü filmi Umudun Öteki Yüzü / The Other Side of Hope filminde başrollerden birini üstlendi, Tarek Saleh’in her ikisi de Cannes’da yarışan Cennetten Gelen Çocuk / Boy From Heaven ve Türkiye’de çekilen Eagles of the Republic filmlerinde oynadı.

Finlandiyalı grafik roman sanatçısı ve animatör Hanneriina Moisseinen, Çekilmemiş Fotoğraflar / Photographs Not Taken ile ülkesinin ilk profesyonel kadın fotoğrafçısı Julia Widgrén’in hikâyesini annesi ve anneannesini de kapsayan bir çerçeve içinde anlatıyor. Gayrimeşru olduğu için toplumda özlük hakları olmadan büyüyen Widgrén ve ailesindeki kadınların hikâyesi, Finlandiya’daki kadın hareketinin tarihine de ışık tutuyor.

Ortak yönetmenler Mila Zhluktenko ve Daniel Asadi Faezi, Geçmişe Bakmak / In Retrospectadlı belgesellerinde 1972 Münih Olimpiyatları için inşa edilen bir alışveriş merkezinde 2016’da yaşanan ırkçı saldırıyı ele alıyor. Berlin Film Festivali kısa film yarışmasında prömiyerini yapan film, arşiv görüntüleriyle İran sinemasının Almanya’ya göç eden ve burada da ayrımcılığa uğrayan Sohrab Shadid Saless’in filmlerinden bölümleri buluşturarak bağ kuruyor, göç, yabancılaşma ve hatırlamanın ağırlığı üzerine düşündürüyor.

Genç yönetmen Batınay Ünsür, Kırıkuzakçalar adlı filmiyle distopik bir evrende baba-kız ilişkisi üzerinden itaat ve isyan kavramlarını tartışıyor. Bir su ritüelinin merkezinde şekillenen film, politik alegorisiyle çağdaş dünyaya sert bir ayna tutuyor.

Faslı yönetmen Randa Maroufi, Maden / L’Mina ile Fas’taki maden kasabası Jerada’da kapatılan kömür ocaklarının ardından, kaçak olarak kömür çıkarmaya devam eden ve kasabada yaşamını sürdüren halkın hikâyesini anlatıyor. Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nda Keşif Ödülü kazanan film, sömürünün ve çaresizliğin görsel olarak çarpıcı bir portresini çiziyor.

Belçikalı yönetmen Juliette Le Monnyer, Ramallah, Filistin, Aralık 2018 / Ramallah, Palestine, December 2018 adlı kısa belgeselinde işgal altındaki Ramallah’tan 10 dakika süren tek planlık bir gözlem sunuyor. Filistin’de yaşamanın dehşetinden yorumsuz ve diyalogsuz bir kesit sunan, Filistin halkının direnişine sessiz bir tanıklık olan film, CPH:Dox’ta Yeni Bakış Ödülü’nü kazandı ve Reykjavik Film Festivali’nden mansiyonla döndü.

Yönetmen Dilan Toftik’in ilk kısa filmi Sîtav Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yaşayan iki kız kardeşin hikâyesi: Yaşamlarını kayıt altına alan, fotoğraf ve videoya meraklı Berivan ile vaktini Nokê ismindeki kedisiyle geçiren Helin… Büyüme, göç ve hafıza temalarını iç içe geçiren film, kişisel bir hikâyeden yola çıkarak Türkiye’nin yakın tarihine güçlü bir tanıklık sunuyor.

Kübalı ve Brezilyalı yönetmenler Aria Sánchez ve Marina Meira, Temel Eğitim / Primary Education adlı kısa filmlerinde kadınların çocukluktan itibaren susturuluşunu sembolik bir hikâyeyle anlatıyor. Baskı ve sessizliğin doğurduğu gerilimi kara mizahla harmanlayan film, 2025 Locarno Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandı.

İranlı yönetmen Farzam Tabibi’nin Vesikalık / Portrait adlı filmi, bir fotoğraf stüdyosunda geçen yüzleşme anında, kadınların suçlu ilan edildiği bir toplumda “masumiyet” kavramını sorguluyor. Minimal anlatımı ve oyunculuklarıyla dikkat çeken film, İran’daki toplumsal cinsiyet eşitsizliğine güçlü bir yorum getiriyor.

İrlandalı yönetmen Roisin Agnew’in BAFTA adayı kısa belgeseli Yasak / The Ban, Thatcher dönemi Britanyası’nda IRA üyelerinin sesinin medyadan silinmesini konu alıyor. Kısa belgeselde tanıklıklar, arşiv görüntüleri ve Gerry Adams ve Stephen Rea’nın da aralarında olduğu dönemin önemli insanlarıyla görüşmelere yer veriliyor. IDFA ve Tribeca gibi festivallerde gösterilen film, sansürün tarihsel biçimlerinin günümüzde hâlâ yankılandığını hatırlatıyor.
Filistin ile Dayanışma
Gazze’de çekilmiş yedi kısa ve bir uzun metraj filmden oluşan Sıfır Noktasından +: Gazze’nin Bitmemiş Öyküleri / From Ground Zero + Gaza, The Unfinished Stories, Filistinli usta yönetmen Rashid Masharawi’nin başlattığı sinema dayanışması projesi Masharawi Fonu sayesinde dünyanın dört bir yanından toplanan desteklerle hayata geçirildi. Bu yapımlar, saldırı altında bir halkın hayallerini, umutlarını, dileklerini, özlemlerini, yeteneklerini, yaratıcılıklarını, sanatçı kişiliklerini, soykırıma ve işgale karşı direnişini anlatıyor. Filmler, Gazze’deki soykırımın kurban ve tanıklarına kendilerini ifade etme ve izleyiciyle aracısız iletişim kurma olanağı tanıyor. Yaşadıkları korkunç deneyimi filme dönüştürmenin, sanatlarını icra etmenin, hayal kurmanın, yaratıcılıklarını vurgulamanın Gazzeliler için önemini de gözler önüne seriyor. Sıfır Noktasından +: Gazze’nin Bitmemiş Öyküleri, gerçekleri hiçbir senaryoya ihtiyaç duymadan olduğu gibi gösteriyor ve tarihe geçiriyor.
Bu seçkide yer alan yapımlar, savaşın ortasında bile sanat üretmeye devam eden insanların öykülerini bir araya getiriyor. Reema Mahmoud’un Gökkubenin Altındaki Renkler / Colours Under the Sky adlı filmi, ressam Amal Abu Al Soboh’un boyadığı duvarlarda ve genç müzisyen Aya Tourk’un sesiyle, gökyüzü altındaki direnişi resmediyor. Gökyüzünün artık yıldızlar yerine bombalarla aydınlandığı Gazze’de, sanat bir umut biçimine dönüşüyor. Aws Al-Banna’nın Dilek / The Wish adlı belgeseli, tiyatroyu bir terapi alanına dönüştürerek savaş travmasını yaşayan genç kızların kendi öykülerini sahnelemelerini sağlıyor. Şiddet, yıkım ve kayıplar arasında, sahne onlar için hem sığınak hem de iyileşmenin bir yolu hâline geliyor.

Muhammad Al-Sharif’in Hasan / Hassan’ı, ailesine bir çuval un götürmek için yola çıkan küçük bir çocuğun İsrail ordusu tarafından onlardan ayrılmasını anlatıyor. Savaşın çocukluğa izin vermeyen koşulları, bu öyküde bir ailenin parçalanışıyla birlikte tüm Gazze’nin dramını temsil ediyor.

Nidal Damo’nun Bitmemiş Hikâyeler / Unfinished Stories adlı filmi, savaşın yazdığı ama asla tamamlanamayan hikayelere odaklanıyor. Damo, kayıplar ve enkaz arasında insanlık durumunu irdelemeye çalışırken, sonunda kendi trajedisiyle filmin bir parçasına dönüşüyor. Belgesel, yaşam ile ölüm arasındaki o ince çizgide sinemanın ne kadar güçlü bir tanıklık aracı olabileceğini gösteriyor.

Alaa Damo’nun Gazze’den Oscar’a / Gaza to Oscar filmi, kameralarını bir direniş aracına dönüştüren Gazzeli sinemacıların dünyaya uzanan sesini belgeliyor. Damo, “Ülkeyi işgal edebilirsiniz ama sinemayı işgal edemezsiniz” diyerek sinemanın özgürleştirici gücünü hatırlatıyor ve “Hikayelerimizi bütün dünya bilecek” diyor.

Mostafa Al-Nabeeh’in Farah ve Zahra’nın Hayalleri / Dreams of Farah and Zahra adlı filmi, kuşatma altındaki Gazze’de hayallerine sıkı sıkı sarılan iki genç kızın hikâyesini anlatıyor. Farah’ın çizimleri ve Zahra’nın masalları, çocuklara kısa bir anlığına da olsa savaşın ötesinde bir dünya sunuyor; onların yaratıcılığı, direnişin en saf biçimlerinden biri hâline geliyor. Abdulrahman Sabbah, Gazze Palyaçosu / The Clown of Gaza ile bombalar altındaki şehirde çocukları güldürebilmek için palyaço rolü üstlenen, sevilen oyuncu Alaa Meqdad’ın yaşamını izliyor. Bu dokunaklı portre, savaşın ortasında en karanlık zamanlarda bile umudun, sevginin ve insanlığın var olabileceğini gösteriyor.

I’timad Washah’ın Ufacık Hayaller / Very Small Dreams filmi, Gazze’nin mülteci kamplarında yaşayan kadınların en temel ihtiyaçlardan yoksunluk içinde beden ve onurlarını koruma mücadelesine odaklanıyor. Kadınların sağlık ve hijyen için bulduğu yaratıcı çözümler, sessiz ama güçlü bir direnişin sembolüne dönüşüyor.

Gazze’de ressamlar, müzisyenler, yazarlar, oyuncular ve yönetmenler; yıkımın ortasında üretmeye devam ederek varlıklarını sanatlarıyla ilan ediyor. Sıfır Noktasından +: Gazze’nin Bitmemiş Öyküleri, bu yaratıcıların sesini bir araya getiriyor ve sinemayı bir tanıklık, bir hafıza ve adalet arayışının aracına dönüştürüyor. Masharawi’nin bizzat sunacağı bu seçki, Filistin halkının yaşadığı yıkımı değil, onurlu direnişini ve sinemanın dönüştürücü gücünü gerçekleri sergileyerek dünyaya hatırlatıyor.
Açılış 26 Kasım’da Beyoğlu Sineması’nda!
Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, 26 Kasım akşamı İBB Beyoğlu Sineması’nda düzenlenecek açılış töreniyle başlayacak. Festivalin açılış gecesinde Sinema Onur Ödülleri, Sinemaya Katkı Ödülleri ve bu yıl ilk kez verilecek Adalet Savunucusu Ödülü sahiplerine takdim edilecek.
Bu yıl Sinema Onur Ödülü, 45 yılı aşkın kariyeri boyunca tiyatro, sinema ve televizyonun en güçlü kadın oyuncularından biri olarak üretmeye devam eden Rüçhan Çalışkur ile Çin bağımsız sinemasının öncü yönetmenlerinden Wang Xiaoshuai’ye verilecek. Sinemaya Katkı Ödülü, dünya sinemasının efsanevi görüntü yönetmeni Yorgos Arvanitis ve 20. yılını kutlayan Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’ne takdim edilecek. Akademik Onur Ödülü, insan hakları hukuku alanındaki çalışmalarıyla öne çıkan Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’ya; Adalet Savunucusu Ödülü ise Filistin sinemasının güçlü sesi, yönetmen Rashid Masharawi’ye sunulacak.
Törende ödüllerin ardından, İranlı yönetmen Ali Asgari’nin dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nin Orizzonti bölümünde yapan İlahi Komedya / Divine Comedyadlı filmi gösterilecek. Sansürle mücadele eden yönetmen Bahram ile yapımcısı Sadaf’ın yasaklı filmlerini göstermek için çıktıkları yolculuğu absürd bir mizahla anlatan film, bireyin ifade özgürlüğü arayışını odağına alıyor. Gerçek hayatta da sansür baskısıyla mücadele eden sinemacılar Bahram ve Bahman Ark ile Sadaf Asgari, filmde kendi hikâyelerinden esinlenen karakterleri canlandırıyor.

Festival kapsamında ayrıca Onuruna bölümünde bu yılın Sinema Onur Ödülü sahipleri Rüçhan Çalışkur ve Wang Xiaoshuai’nin sanat anlayışını ve yaratıcılığını yansıtan iki film gösterilecek.
Çinli yönetmen Wang Xiaoshuai’nin uluslararası sinema dünyasında büyük yankı uyandıran, 2001 Berlin Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü Gümüş Ayı kazanan filmi Beijing Bisikleti / Beijing Bicycle, modernleşen Çin toplumundaki sınıfsal uçurumu iki gencin aynı bisiklet üzerindeki mücadelesi üzerinden anlatıyor. İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin klasiği Bisiklet Hırsızları’ndan esinlenen film, taşradan Beijing’e göç eden 17 yaşındaki Guei ile kentin varlıklı ailelerinden birinin oğlu Jian’ın kesişen yolları aracılığıyla emeğin, aidiyetin ve adaletin anlamını sorguluyor. Değer yargılarının bulanıklaştığı bir dönemi tüm inceliğiyle resmeden film, yönetmeninin toplumsal gözlem gücünü ve sinemasal duyarlılığını güçlü biçimde yansıtıyor.
Bölümün diğer filmi ise, Yeşim Ustaoğlu’nun yönettiği ve başrolünde Rüçhan Çalışkur’un unutulmaz bir performans sergilediği Bulutları Beklerken olacak. Ustaoğlu’nun, Yorgos Andreadis’in Tamama: Pontus’un Yitik Kızı romanından esinlendiği film, kimlik, aidiyet ve belleğin izini süren duygusal bir hikâye anlatıyor. Karadeniz’in sisli dağlarında yaşayan Ayşe, gerçek adı Eleni olan bir Pontusludur; geçmişini gizleyerek sürdürdüğü hayat, yıllar sonra bastırdığı acıların yüzeye çıkmasıyla değişir. 1975 yılında geçen film, savaşlar ve politik dönüşümlerle sarsılan bir kuşağın iç hesaplaşmasını, bir kadının kimliğini yeniden bulma serüveni üzerinden anlatıyor. Rüçhan Çalışkur’un filmdeki performansı ona 2004 İstanbul Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandırırken, film de Jüri Özel Ödülü ile onurlandırılmıştı.
Adalet Terazisi
Festivalin yarışma dışı ana bölümü Adalet Terazisi, bu yılhayatlarının sıkıntılı dönemlerinden geçen karakterlerinin onları yargılayan bir sosyal çevrede, kaybetmeye mahkûm oldukları bir varoluş ve affedilme mücadelesi içinde çabaladıkları, aile / ailesizlik kavramlarını ve toplumsal fırsat eşitliğini derinden sorgulayan filmlerden oluşuyor.
Eylül ayında düzenlenen Venedik Film Festivali Ufuklar bölümünde prömiyerini yapan ve Slovakya’nın bu yılki Oscar adayı olarak belirlenen Tereza Nvotová yönetmenliğindeki Baba / Father,Adalet Terazisi bölümünün kaçırılmayacak yapımlarından. Slovakya’da geçen gerçek bir olaydan ilham alan filmde, açıklaması zor bir hatayla çocuğunu kaybeden, evliliği sarsılan, hapis cezası istemiyle yargılanan baba vicdan azabıyla boğuşurken, yaşamaya hakkı olup olmadığını da sorgulamaya başlıyor. 20 dakikayı bulan uzun planlarıyla, özellikle de mahkeme sahnesiyle dikkat çeken film, izleyiciyle ana karakterin hayatı arasında kesintisiz ve mesafesiz bir bağ yaratıyor.

Senarist-yönetmen Joel Alfonso Vargas, ilk uzun metraj filmi Her Şeyin Bir Bedeli Var / Mad Bills to Pay için ilhamını kendisinin de büyüdüğü Bronx’taki çocukluk anılarından alıyor. Vargas, Locarno Film Festivali Geleceğin Leoparı bölümünde En İyi Yönetmen ödülü kazandığı Que te vaya bonito, Rico adlı kısa filmini geliştirerek yaptığı bu filmde, yoksulluk, eğitimsizlik, göçmenlik, yasa dışı da olsa bir çıkış ve geçim arayışı etrafında dönen bir öykü anlatıyor. Aile kavramını, ebeveyn olmanın anlamını, sevgi ve güven ortamı yaratmanın yollarını sorgulayan bu Amerikan bağımsız sineması örneği, annesi ve kız kardeşiyle yaşayan 19 yaşındaki Rico’nun 16 yaşındaki sevgilisi Destiny’nin hamile kalması üzerine sorumluluk alma hamlelerine odaklanıyor. Vargas, babasının terk ettiği Rico’nun baba olma isteği ve ısrarıyla, annesi ve anneannesinden uzak kalan Destiny’nin korkularını onları yargılamadan anlatıyor. Bu yıl Sundance Film Festivali’nden dünya prömiyerini yapan ve NEXT Jüri Özel Ödülü kazanan film, uluslararası prömiyerini Berlin Film Festivali Perspektif bölümünde yaptı.

Babygirl ve Hüzün Üçgeni filmlerindeki performanslarıyla dikkatleri üzerine çeken Harris Dickinson ilk yönetmenlik denemesi Serseri / Urchin ileizleyiciye fırsat eşitsizliği ve bağımlılık üzerine gerçekçi bir film sunuyor. Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümünde dünya prömiyerini yapan film, özgüveni ve özdisiplini olmayan, bağımlılıktan kurtulamayan ve bir işte dikiş tutturamadığı için sokak ve hapishane arasında yaşamını sürdüren bir karakterin öyküsünü anlatıyor. Hayata dezavantajlı başlayan bir çocuğun kendine inşa edemediği gelecek nedeniyle yetişkinliğindeki savruluşunu gözler önüne seren filmin başrol oyuncusu Frank Dillane bu performansıyla 2025 Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Erkek Oyuncu seçildi. Film, varlığı görmezlikten gelinen insanlara biraz daha empati duymak gerektiğinin altını çizerken, verdikleri mücadeleyi anlamak için mizahi dozu da barındıran bir fırsat sunuyor.

Paul Andrew Williams’ın sosyal gerçekçilikle psikolojik gerilimi buluşturan karanlık ve sarsıcı draması Yusufçuk / Dragonfly, toplumun kıyısında kalmış iki kadının; yaşlı, yalnız bir kadın olan Elsie ile ekonomik ve duygusal olarak tükenmiş komşusu Colleen’in beklenmedik dostluğunu konu alıyor. Colleen, yıllar önce kocasını kaybetmiş, oğlu tarafından ihmal edilen Elsie’nin bakıcılarından memnuniyetsizliğini fark eder. Küçük jestlerle başlayan ilişki, zamanla Colleen’in Elsie’nin hayatındaki tek gerçek destek haline gelmesine dönüşür. Bu dostluk Elsie’nin oğlunun gelmesiye giderek bozulur ve bir trajediye dönüşür. Yalnızlık ve suçluluk gibi duyguları, yaşlı bakım sistemini, insan doğasındaki karanlık yönleri, şefkat ile zalimlik arasındaki ince çizgiyi sorgulayan filmde her ikisi de Oscar adayı olmuş Andrea Riseborough ve Brenda Blethyn başrolleri paylaşıyor.Filme hem insani hem ürkütücü bir derinlik kazandıran performanslarıyla New York Tribeca Film Festivali’nde En İyi Performans Ödülü’ne birlikte layık görüldüler.

Zamanın İzleri
Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin Zamanın İzleri bölümü Afganistan’da Taliban yönetimine rağmen kadınlar için özgürlük savaşı veren bir büyükelçi, bugünleri öngören George Orwell ve Ukrayna’da savaş ortamında eğitim görmeye çalışan çocuklar hakkında üç belgeselle, Nobel Barış Ödülü sahibi İsveçli diplomat Hammarskjöld hakkında bir biyografik filmden oluşuyor.
Afganistan’ın Son Büyükelçisi / The Last Ambassador, 2021 yılında Taliban iktidarı ele geçirdiğinde Afganistan’ın Viyana’daki son büyükelçisi olan Manizha Bakhtari’nin, bir o kadar da Afgan kadınların hikâyesi… Bir gecede eski hükümeti kaçan ve uluslararası alanda tanınmayan Taliban tarafından yönetilen bir ülkeyi temsil etmek zorunda kalan Manizha Bakhtari, mücadeleden vazgeçmiyor ve Daughters programı aracılığıyla Afgan kız öğrencilere gizlice eğitim alma fırsatı sağlarken, büyükelçi olarak uluslararası sahnede Taliban’a karşı siyasi direniş de organize ediyor. Çok uzun sürmesi beklenmeyen bu dönemde belgeseli çekmeye karar veren Natalie Halla, Bakhtari’nin üç buçuk yıldır devam eden mücadelesini ve Afganistan’daki kadınların çarpıcı durumunu bu belgeselle dünyaya anlatıyor. Manizha Bakhtari, git gide zorlaşan koşullarda, “Barış, savaşın yokluğu değil, adaletin varlığıdır,” sloganına sadık kalarak Afgan kadınların en önemli uluslararası sözcülerinden biri olmaya devam ediyor.

Per Fly’ın yönettiği Hammarskjöld: Barış için Mücadele / Hammarskjöld: Fight for Peace Soğuk Savaş döneminde Kongo’ya barışı getirmeye çalışırken gizemli koşullar altında ölen İsveçli BM Genel Sekreteri ve Nobel Barış Ödülü sahibi Dag Hammarskjöld’ün yaşamını konu alan biyografik bir film. Mikael Persbrandt’ın Dag Hammarskjöld rolündeki etkileyici performansıyla dikkat çektiği bu politik gerilim filmi kişisel yaşamıyla küresel sorumlulukları arasında sıkışmış bir adamın öyküsünü gözler önüne seriyor. Hammarskjöld’ün içsel çatışmaları ve barış uğruna verdiği diplomatik mücadelesi ve ödediği bedeller, filmde güçlü ve dramatik bir anlatımla işleniyor. Ölümünden sonra yayımlanan günlükleri Markings, onun idealizmi, yalnızlığı, karanlığı ve fedakârlık yolculuğunu anlamanın anahtarı olarak filmde görsel ve duygusal bir rehber işlevi görüyor. Film, prömiyerini geçtiğimiz yıl Rotterdam Film Festivali’nde yaptı.

Usta yönetmen Raoul Peck’in gazetecilik yaparak çağına tanıklık eden, edebiyatçı olarak günümüzü öngören bir distopyaya imza atan, siyasi görüşleri nedeniyle çok tartışılan ve kitapları birçok yerde yasaklanan George Orwell belgeseli Orwell: 2+2=5,Cannes Film Festivali’nde prömiyer yaptı. Adını 1984 romanındaki siyasi manipülasyonu simgeleyen formülden alan 2+2=5, Orwell hakkında, 1984 ve Hayvan Çiftliği uyarlamalarından fragmanlar dahil çok zengin bir biyografik malzeme sunuyor. Günümüzde git gide yükselen faşizm hakkında çeşitli kaynaklarla Orwell’in distopik siyasi düşünceleri arasında paralellik kuran bu belgeseli Homeland ve Billions dizileriyle tanınan Damian Lewis seslendiriyor. George Orwell’in son aylarını ve vizyoner eserlerini derinlemesine inceleyerek, distopik başyapıtı 1984 ile ortaya koyduğu rahatsız edici kavramların kökenlerini araştıran Raoul Peck, Orwell’in öngörülü dehasını, zamanımız ve geleceğimiz için derslerini ustalıkla çözümlemeye koyuluyor.

Kateryna Gornostai imzalı Zaman Damgası / Timestamp Ukrayna’nın Rus işgaline uğramamış ya da işgalden kurtarılmış birçok kentinde ilk ve orta öğretim okullarını dolaşıp savaş koşullarında öğrenci ve öğretmenlerin eğitime nasıl devam ettiğini kaydettiği bir belgesel. Ukrayna okullarını, savaş gibi olağanüstü koşullarda bile öğretmenlerin ve öğrencilerin azimle devam ettiği direniş sembolü olarak gösteren film, Ukrayna’nın geleceğinin de nasıl şekillendiğini gözler önüne seriyor. Zaman Damgası, savaşın öğrencilerin ve öğretmenlerin günlük yaşamlarını nasıl etkilediğini belgelerken çocuklara eğitim ve normal bir yaşam hissi sağlamanın zorluklarını içeriden bir bakışla, çatışma görüntülerine yer vermeden anlatıyor. Savaş bölgelerindeki çocukların ruh hallerine dair çarpıcı ve gerçekçi bilgiler sunuyor. Dünya prömiyerini 75. Berlin Uluslararası Film Festivali ana yarışmada yapan Zaman Damgası, Kira Muratova’nın 1997 tarihli Üç Hikaye / Three Stories filminden bu yana Altın Ayı için yarışan ilk Ukrayna filmi oldu.

Yeryüzü Hepimizin
Festivalin akademik programının temasına atıfta bulunan bu özel gösterimdeTomáš Elšík imzalı belgesel Dayanma Gücü / Resilience izleyiciyle buluşacak.Çevre felaketlerinin eşiğindeki gezegenimizde insanın doğayla ilişkisini yeniden düşünmeye davet eden etkileyici belgesel, Pavel ve Klara’yı takip ediyor. Pavel, ilkbahar çayırlarının hassas ekosistemlerini korumaya kendini adamış; orakla toprağı özenle biçerek, yok olma tehlikesi altındaki nadir bitki türlerini yaşatıyor, ormansızlaşma sonucu zarar gören sulak alanları tekrar canlandırmaya çalışıyor. Klára ise insanlığın yıkıcı izleriyle barışamıyor; sadık köpekleri Viky ve Irbis’le birlikte arazide gezerek yaban hayatını tehdit eden ölümcül yem tuzaklarını tespit edip etkisiz hâle getirmek, zehirlenmiş koruma altındaki bir kartal vakasını çözmek ve buna sebep olan çiftçileri tespit etmek için uğraşıyor.

Dayanma Gücü, belgesel ve kurmaca arasındaki sınırları kaldıran hem bir çevre dedektifliği hikâyesi hem de insanın doğayla kurduğu tahakküm ilişkisine dair felsefi bir sorgulama niteliği taşıyor. Doğaya hükmetme arzusunun bedelini sessizce hatırlatıyor: Kaybolan dengeyi belki de artık geri kazanamayacağız. Dayanma Gücü, bu iki insanın kesişen yolculukları üzerinden, insanla doğa arasındaki bağı görsel olarak büyüleyici bir dille resmediyor ve şu soruları soruyor: Uykuda kalan duyularımızı yeniden uyandırıp dünyayı birbirine bağlı bir bütün olarak görmeyi öğrenebilir miyiz?İnsanın doğa üzerindeki üstünlük tutumunu değiştirmesi mümkün mü?
15. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin film seçkisinden yola çıkıp gündemin nabzını tutan, usta isimlerin yer alacağı panel ve konuşmalardan oluşan VisionIst etkinlikleri ve sinema, hukuk, psikoloji, sosyoloji, siyaset bilimlerinin temsilcileri ve Sivil Toplum Örgütleri ile birlikte geniş bilimsel bir tartışma platformu oluşturan Uluslararası Akademik Program detayları önümüzdeki günlerde açıklanacak.
Uluslararası Suç Ceza Film Festivali
27 Kasım- 2 Aralık 2025



