Amazon Prime Video’dan Bilim Kurgu Antoloji Serisi: Electric Dreams

Yazan: Cansu Arslan

Dünyamız; yaşamakta olduğumuz, belli bir açıdan görebildiğimiz ve kendimizce bulunduğumuz alanı tamamen kapladığımız alan. Dünya; ucu bucağı belli olmayan, ihtimallerle dolu, gelişime açık koca döngü. Bulunduğumuz dünya, bundan yüzyıllar sonra nasıl bir ortama sahip olacak? Hala yeşil alanlara sahip olabilecek miyiz? İnsan denilen defolu form hala ortalıklarla dolanıyor olacak mı? İyiler hala kötülere yenik mi düşüyor olacak? Yoksa hiçbir şey hiç de tanıdığımız gibi kalmayacak mı? Tüm bu soruların ve daha fazlasının cevabı 2018’de yayınlanan ve şimdilerde Amazon’da izleyebileceğiniz Electric Dreams serisi ile yanıtlanmaya çalışılıyor.

Diziye değinmeden önce Philip K.Dick’ten bahsedelim. Bilim kurgu eserleri konusunda usta olan Philip K. Dick 16 Aralık 1928 yılında Kaliforniya’da doğmuştur. Kişisel hayatı boyunca takıntılı, sürekli başına bir şeyler geleceğini sanan; hatta yazdığı bazı öykülerin yıllar sonra başına gelmesiyle de sıkça anılan yazarın hem edebiyat dünyasına hem de beyaz perdeye katkıları büyüktür. En bilinen eseri The Man in the High Castle romanıdır. Daha sonrasında Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? isimli bir roman yazar ve roman beyazperdeye de uyarlanır. Amazon Prime’da izleyiciyle buluşan Electric Dreams serisi ise Philip K.Dick’in öykülerinden uyarlanmadır. Kitaplarını okumanızı ve uyarlanan film ve dizileri izlemenizi önererek Electric Dreams dünyasına giriş yapıyorum.

Kendi fikrimce dizinin Black Mirror’un arkasında ikinci dizi olarak bahsedilmesi kısmı beni biraz üzüyor. Black Mirror’dan daha iyi diyemem ama daha kötü de diyemem açıkçası. Her iki diziyi izleyenler ikisinin farklı noktalardan eleştiride bulunduğunu hemen fark edecektir. Black Mirror’da yaratılan dünya biraz daha karamsar bir dünyayken, daha sert eleştiriler yapıyorken ( ki karamsarlık kısmına sonuna kadar katılıyorum), İngilizce Amerikan yazarlar tarafından yazılan ve Amazon Prime’da izleyiciyle buluşan Electric Dreams gelecekteki dünyaya biraz daha ılımlı taraftan bakıyor. İnsanın defolu yanını biraz daha duygularıyla, hala içinde kaybetmediği yanlarıyla vurgulamaya özen gösteriyor.

The Hood Maker

İlk bölüm sakin ama gizemli bir girişle bizi kendi dünyasına davet eder nitelikte. İnsan formları ve telepatlar olarak ikiye ayrılmış bir dünya görüyoruz. Telepatlar genelde insanlar tarafından sevilmiyor, şehrin farklı noktalarına terk edilmiş, ölmek üzere olan ve güvenilmeyen yapılar. Telepatlar; insanların zihinlerini okuyabiliyor ve onların geçmişte nasıl düşündüklerini, hangi davranışı sergilediklerini ve o an ne düşündüklerini görebiliyor ve tüm vücutlarında hissedebiliyorlar. Tabii ki normaller için bu durum oldukça rahatsız edici bir durum. O sebeple de zaten telepatlarla araları hiç iyi değil. İşlerine gelmiyor kısacası. Bu durumda telepatlarda insanları yok etmek istiyorlar ki kendilerine ait bir yaşam alanları olabilsin. Doktor Cutter bilginin demokratikliğini savunarak telepatlar insanların düşüncelerini okuyamasın diye bir maske üretiyor ve tüm şehre dağıtıyor. Maske bir güvenlik duvarı görevi görüyor kısacası. Baş karakterimiz Ajan Ross ise bunun tam tersini düşünerek maskenin demokratik bir durumdan ziyade güç kavramını tetiklediğini düşünerek, ekibi yakalamak istiyor. Hükümet Ajan Ross’un yanına bir telepat atıyor ve böylece maskeyi kimin üretip kimin dağıttığını bulabilsinler. Ajan Ross’un maskeyi güç olarak görmesinin bir diğer sebebi de kendisi telepatlara karşı geliştirmiş olması. Yani düşüncelerinin okunmasını istemiyorsa hiçbir telepat onun düşüncelerini okuyamıyor. O sebeple de rahatlıkla maskenin demokratik olmadığını savunabiliyor. İşte bölümün bize göstermek istediği kısım da tam olarak buradan itibaren şekilleniyor. Kendisinde güç olan Ajan Ross tabii ki karşısında başka bir güç olsun istemiyor. Maskeyi saçma buluyor çünkü kendisine ait bir gücü hali hazırda var. Derken telepat Honor ile tanışıyor ve ikisinin de bu ayrımcılıktan artık ne kadar yorulduklarını görüyoruz.

Impossible Planet

Andrews ve Norton uzay turizmi yapılan bir firmada çalışıyorlar. Gelen insanlara uzayın farklı noktalarına gidip bir çeşit simülasyon ortamı yaratarak herkesi bir çeşit hayaline kavuşturuyorlar. Andrews genel olarak kendi halinde biri. Sabah 9 akşam 17 işine gidip gelmek ve orada ne gerekiyorsa yapmak onun için yeterli. Norton ise hayalleri olan, nişanlısı için daha iyi bir hayat kurmak isteyen bir adam. Hayatları kendi seyrinde giderken Irma adlı 200 yaşını geçmiş biriyle tanışırlar. Irma ve yanında gelen RB29 isimli robot, bizim ikiliye yüklü bir miktarda para vererek Irma’yı dünyaya götürmelerini ister. Fakat artık dünyanın bulundukları gezegenden çok uzak olduğu ve artık görülmeye değer olduğunu bildikleri için başta bu geziye sıcak bakmazlar. Fakat sonra ikili için para daha tatlı gelir ve bir şekilde kadını kandırabileceklerini düşünüp yola koyulurlar. Irma’ya güneş sistemine benzer bir sistem bulup dünyaya gittiklerini söylüyorlar ve dizi bizim için orada farklı bir hikayeye dönüşüyor. Norton’un Irma ile iletişiminde gitgide ona yalan söylemekten mutlu olmadığını ve Irma’ya hayran olduğunu görüyoruz. Bulunulan evrende her şey keşdefilmiş, uzayda neredeyse gidilmedik yer kalmamış ama Irma bizlere yaşamak için nedeni içimizde bulabileceğimizi gösteriyor. Robot sahtekarlığın döndüğünü anlıyor fakat artık her şey için çok geç olduğu için bunu Irma’ya söylemiyor. Nasıl olsa gidecekleri yer toz ve dumandan başka bir yer değil. Irma ise büyükanne ve büyükbabasının çıplak yüzdüğü o nehre gitmek istiyor. Sonrası ise Norton ve Irma arasında bir hayal dünyasına dönüşüyor.

The Commuter

Ed Jacobson tren istasyonunda çalışan, orta yaşlı evli bir adam. Fakat hayatının sıradanlığının yanı sıra ev yaşantısında da her geçen gün mutsuz olan bir adam. Çünkü oğlunun davranışları olumsuz yönde. Hayatı bu şekilde devam ederken bir gün genç bir kadın varolmayan bir durak için bilet almak ister. Başta kadına bilet olmadığını söyler ama kadını ertesi günlerde 1-2 kere daha görünce durumu merak eder ve bahsedilen durağı araştırmaya başlar. Macon Heights isimli durağın iki durak arasında ara durak olarak var olduğunu fark eder. Tren hareket ederken insanların trenden atlayarak ulaştığı bir durak.. Commuter dediğimiz (ileri geri sürekli hareket edenler) insanların buraya gidip tamamen hayatlarının dışında bir yaşamla karşılaştığını görüyoruz. Her şeyin kusursuzca güzel olduğu, mutluluk fışkırdığı, kekin ve kahvenin tadının her zaman mükemmel olduğu bir yer. Bir süre sonra Ed buraya sürekli gitmeye başlar ve gitgide Macon Heights haline gelir. Onu Macon Heights çekmek isteyen genç kadın ise onu artık zorlamaya ve gerçek dünyasından uzaklaştırmaya başlar. Mutsuz bir yaşamdan kaçmak mı gerekir yoksa ona sahip çıkmak mı sorusunu bizlere soran dizide oğlunu kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapan fakat artık çaresiz bir adamı izleriz. Sorunlarımızı ancak ait oldukları dünyada çözerek ilerlemenin gerekliliğine vurgu yapan dizi varoluşsal bütünlüğümüzü sorgulamamıza sebebiyet veriyor.

Crazy Diamond

Gelecekte bir yerlerdeyiz. Her şey çok da yabancı gelmiyor bizlere. İnsanlar ve humanoid’lerin bir arada yaşadığı bir ortamdayız. Humanoidler; Kadıların Jill, erkeklere de Jack adının verildiği ama görünüşlerinin insanlardan hiç de farklı olmadığı formlara sahipler. Tabii ki kendilerinin uzun bir süre sonra da olsa pilleri yani ömürleri bitiyor. Ed Morris (Steve Buscami) sentetik insan üreten bir firmada çalışmakta. Eşi Sally ile oldukça rutin bir yaşamları var. Artık robotlaşmış. Anlamsız bir yaşam. Hatta öyle değişmiş bir yaşam ki organik ürün dikmek ve yetiştirmek yasal değil. Bir gün Ed’in yanına Jill’lerden biri gelir ve ona şirketteki sentetiklere bilinç katan sıvıdan almasını ve birlikte kaçmak istediğini söyler. Jill’e o sıvı gerekiyordur çünkü kendisinin yaşaması buna bağlıdır. Böylece Jill tam olarak insan gibi davranan yani insan olan bir humanoid olabilecektir. İnsan formunu insan yapanlar nelerdir temalı bu bölümde, bu fikir başta Ed’i korkutsa da sonradan hayatının rutinliğinin yanında farklı bir macera olarak ilgi çekmeye başlar. Uçurumun kenarında yakında doğal afetlerden yıkılacağını bildiği, suni olanın yasal olduğu bir yerde ve tat vermeyen evliliğiyle daha fazla yapamayan, her zaman da tamir ettiği yelkenlisiyle açık denizlere gitmek isteyen Ed, artık kendi bilincini kullanarak bu maceraya atılmaya karar veriyor.

Real Life

Electric Dreams serisinin 5.bölümünde ise karşımıza ‘tatil’ denilen bir gerçeklik çıkıyor. ‘Tatil’ i kullananlar farklı bir hayatla karşılaşıyorlar. Rüyalarımızın daha gerçek olduğunu hatta tamamen orada yaşayabileceğinizi düşünün. Uykuya dalar gibi cihazı takıp yatıyorsunuz ve orada kendinizin başka bir versiyonu ile karşılaşıyorsunuz. Tabii yaşanılan dünya ve kişiliğiniz de değişiyor, formunuz aynı kalsa da. Ama teknolojik her buluşun bir de bug’ı vardır biliyorsunuz ki. Kullanıcının bu durumun farkına vardığı ve kontrol edebildiğini fark ettiği, tüm o sanal olarak gerçekliğin içinden çıkamadığı o durum burada da karşımıza çıkıyor. Sarah ve Katie evli bir çift. İkisinin de hayatında farklı stresler var fakat Sarah artık bu streslerle başa çıkamayacak halde. Katie ise ona ‘tatile çıkmasını’ öneriyor ve Sarah’ta başlarda reddetse de en sonunda denemekten zarar gelmeyeceğini düşünüyor. Sarah yolculuğa çıktıkça kendisini karısının katilini bulmaya adamış bir adamın vücudunda buluyor. Başta bu durumu anlayamıyor rüya gibi yorumluyor fakat sonra anlıyor ki bu apayrı bir gerçeklik ve o da onun sanki başka bir hayatı gibi oluyor. Gündüzleri Sarah, geceleri de katilini arayan bir adama dönüşen karakterimiz gittikçe gerçeklikten sapıyor. Gerçekliğin gerçekten gerçek olduğunu kim söyledi ki zaten?

Human Is

Breaking Bad dizisindeki mükemmel oyunculuğuyla bizleri etkileyen Bryan Cranston’u 6.bölümün baş rolünde görüyoruz. Bu bölümde Dünya artık Terra ismi ile anılıyor. Uzay çağı içerisindeler. Terra’nın başındaki Silas gezegenini korumak için uzaylılara savaş açıyor. Fakat orada ortalık karışıyor ve Silas bazı askerlerini ve gemisini kaybederek orada kalıyor. Karısı Vera ve tüm komutanlar Silas’ın öldüğünü düşünürken birden Silas’ın orada bir gemi bulup geldiği ortaya çıkıyor. Fakat gelen Silas, giden Silas’a göre çok farklı biri. Görünüşü aynı ama tavırları herkesi şaşırtıyor. Önceleri başta karısına sonra herkese kötü davranan Silas, şimdi karısına kahvaltılar hazırlayan, onu arzulayan birine dönüşüyor. Sanki ölüm korkusu onu kendine getirmiş, sevgiyle doldurmuş gibi. Ama işler öyle değil tabii ki. Herkesin aklında tek bir endişe var. Uzaylıların Silas’ın ve onla beraber gelen 1-2 askerin bedenlerini ele geçirdiği yönünde. Silas’ı sorgulamaya çalışıyorlar fakat o hafıza kaybı yaşadığını söylüyor. Zaman geçiyor ve diğer askerlerin uzaylı olduğu ortaya çıkıyor. Silas’ı mahkemeye alıyorlar, karısını da onu koruduğu için işinden ediyorlar. İnsan-uzaylı birleşiminden olanlara metamorfoz diyorlar ve mahkemede her şey ortaya çıkıyor. Ortaya çıkan gerçeklik bize tüm ahlaki değerlerimizi sorgulatıyor. Silas’ın dönüşümü ve yaptığı fedakarlıklar bizlere ‘insan nedir ki?’ sorusunu sormaya itiyor.

The Father Thing

Electric Dreams

Dizinin en az beğenilen bölümlerinden biri olan Father Thing bölümünde, babasının uzaylılar tarafından ele geçirildiğini anlayan Charlie’nin direnişini izliyoruz. Bir çeşit Stranger Things diyebiliriz. İdeolojik açıdan bakarsak babanın beyninin yıkandığını da düşünebiliriz fakat uzaylılar tarafından kaçırılarak, gittikçe başkalaşan bir adamı izlemenin pek de ötesine gitmiyoruz. Burada tek güzel olan kısım Charlie’nin bu savaşın sonunda sosyal medyayı kullanarak kitleleri bu konuda bilinçlendirdiğini ve aynı olayı yaşayan insanları birbiri ile buluşturduğunu görmemiz. Ama oyunculuklar ve sinematografi açısından yine de izlemenizi önerdiğim bir bölüm mü? Evet!

Autofac

İnsanlık büyük ve zorlu bir savaştan çıkmış. Yerle bir olmuş post – apokaliptik bir dünyanın içerisindeyiz. Her yer toz duman, insanlar çadırlarda, terk edilmiş karavanlarda yaşamakta. Bir yandan da Autofac isimli bir şirket yapay zeka üretimi yaparak, kalan insanlığı da mahvetmek üzere. Havayı kirletiyor, doğayı kirletiyor kısaca teknolojinin günümüzde dünyayı ne hale getirdiğinin sanki en son raddesi gibi. Emily ve arkadaşları düzenli olarak havadan gıda dağıtımı yapan bu yapay zekanın drone’unu indirerek, beynini alıp Autofac’i tehdit etmek istiyor ki böylece onların sonunu getirebilsinler. Çaldıkları beyin sonrasında Alice isimli bir müşteri temsilcisi robot geliyor ve Emily ile oldukça yapıcı bir konuşma geçiriyor. Fakat yine de Alice’in hacklenmesi lazım çünkü Autofac’i ancak böyle alt edebilir ve fabrikaya giriş sağlayabilirler. Fakat hackleme işlemi o kadar da kolay olmuyor ve sonunda Emily fabrikaya girmek için Alice ile bir anlaşma yapıyor. Alice ekibi fabrikaya sokuyor ve ekip orada yok edilecekleri bulmaya çalışırken işler tahmin etmedikleri boyutlara ulaşıyor.

Safe and Sound

Foster ve annesi Doğu’da 1 yıl boyunca kalmak zorundalar. Fakat Doğu ile Batı arasında askeri sınırlar ve ve bazı şehirler insanlar tarafından iyi karşılanmıyor. Doğu bölgesi sakinleri sınırın diğer tarafındakileri terörist olarak konumlandırıyorlar ve Foster ve annesi de Doğu’dakiler için birer tehdit niteliğinde. İnsanların bu denli korkmasının bir sebebi de hükümetin durmadan bu konu ile ilgili yalan yanlış haber yapması. İnsanları korku ile kontrol edebiliyorlar çünkü. Burada insanların Dex isimli teknolojik ürünleri var. Onları fişleyen, nerede olduklarını kontrol eden, sabahları uyandıran, bir nevi ders kitabı olarak kullanılabilen, canlı müşteri temsilcisinden yardım alınabilen bir sanal bileklik sistemi. Foster’ın annesi kızının bunu kullanmasını istemiyor. Çünkü kontrol altında tutulmasını ve onlardan olmasını istemiyor. Teknolojiye karşı gelen bir anne olarak düşünebiliriz kendisini. Fakat Foster 16 yaşında ve çevresinde yeni edinmeye çalıştığı arkadaşlarının neredeyse hepsi bunu kullanıyor. Ee o da özeniyor tabii! Dex’e sahip olabilmek için veli izni gerekiyor ve Foster bunu okuldan anlaştığı bir çocukla annesinin hesabını hackleyerek çözüyor. Sonra başına gelmeyen kalmıyor tabii ki. Annesinden almadığı sevgiyi, ilgiyi ve yalnızlığını Dex içindeki canlı destek hattı ile kapatmaya çalışıyor. Ama teknolojiye o kadar da güven olmamalı değil mi? Foster’ın yalnızlığı ve içine kapanıklığı onu birden bambaşka bir konuma sürüklüyor. Nasıl mı? Ee hala izlemeye başlamadınız mı?

Kill All Others

Teknolojik olarak henüz çok yakın olmasa da anlam olarak günümüze en yakın bölüm Kill All Others bölümü. Philbert Noyce insana ihtiyacın nadir olduğu bir dünyada, fabrikada kalite kontrol bölümünde çalışan bir eleman. Distopik bir dünyadayız çünkü, hükümet dediğimiz topluluk, kendilerinden olmayanları yok etmeye odaklı ve bunu da tüm dünyayı manipüle ederek yapıyor. Bir başkanlık seçimi olacak fakat tek bir aday var. Enteresan (!) Philbert ‘kill all others’ ifadesini duyunca bunu iş arkadaşlarıyla tartışmak konusunda sabırsızlanır ve işe gittiğinde kimse onun gibi düşünmüyordur. Derdini bir türlü anlatamayan ve bu ifadenin ne kadar yanlış olduğunu kimseyle konuşamayan Philbert’in içi rahat değildir. Çevresindeki insanların hepsi bulundukları ortama ayak uyduran, kabullenmiş, konfor alanından çıkmayan, tüketmekten başka derdi olmayan insanlardır. Oysa ‘kill all others’ sloganı kocaman afişlerle şehrin her yerinde gözümüze gözümüze sokulmaktadır. Bunu tek fark eden Philbert’tir ve bu sayede de başı yanmaya başlayacaktır. Çünkü Philbert hala eski telefon kullanan, diğer insanlar gibi ‘tükettikçe monotonluktan kurtulacağını’ düşünmüyordur. Zaten hali hazırdaki dünyaya çok da okey demeyen karakterimiz için bu slogan her şeyi dayanılmaz hale getirmiştir. Artık buna bir şey yapmak gerekmektedir. İsyan mı yoksa uyum sağlamak mı? İzleyin ve görün!

Bir diziye veya filme tüketim ürünü olarak değil de üzerine düşünülecek bir dünya olarak bakanlar için kaçırılmaması gereken Electric Dreams, Amazon Prime Video’da sizleri bekliyor!

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir