“Rus sinemacı Andrey Konçalovski, Sovyetler Birliği tarihinin kanlı sayfalarından birini aralıyor ve 1962’de Rusya’nın Novoçerkassk şehrinde gerçekleşen işçi katliamını ele alıyor. 2 Haziran 1962’de Kızıl Ordu askerleri hükümeti protesto eden göstericilerin üzerine ateş açmış, 30 işçi hayatını kaybetmişti. Bu katliam 30 yıl saklandıktan sonra ancak 1992’de SSCB dağıldıktan sonra ortaya çıkmış ve sorumlular hakkında bir soruşturma açılabilmişti.
‘Sevgili Yoldaşlar!’ katliamı ve sonrasını, kent konseyinden Lyudmila’nın gözünden aktarıyor. Konçalovski’nin dönemin görüntü standardını yeniden yaratmak için kare formatta ve siyah-beyaz çektiği bu son filmi, Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı, Jüri Özel Ödülünü kazandı ve Uluslararası Film dalında Oscar adayı olarak kısa listeye kaldı.”
Tanıtım Bülteninden
Rus milli marşının akorlarıyla Novoçerkassk şehrine açılan bir Konçalovski filmi. Yıl 1962, 1 Haziran. Sadece tanıtım bülteni üzerinden filme gidildiğinde yıllar sonra ortaya çıkan tarihi olayların günah çıkarma töreniyle karşılaşılacağı sanılabilir. Ya da daha fenası: “Bu bir anti-Sovyet filmidir.” söylemlerine kapılıp olumsuz ön yargı setleri çekilebilir. Düşünce tembelliğine kapılıp kalıp ifadelerle vakit geçirmeyi sevenler için paragrafın başından söyleyeyim, bu filmi kesinlikle önermem. Keza yazının ortasına bile gelmeden kapıyı çarpıp çıkabilirler: Beklentileri karşılayamayacağım.
Görüntüde bir kadın, bir erkek. Monokrom, 4:3 oranı, Konçalovski ve filmin sinematografı Andrey Naydenov’un mesafe, derinlik bilgisiyle açılmış hareketli bir fotoğraf sergisi. Filmin prömiyerinden kısa süre sonra yönetmen, Sovyet gerçekliğini kasten karalamakla suçlandı. Bazı eleştirmenler, yönetmenin Sovyet gücüne karşı uzun süredir kin beslediğini öne sürdü. Konçalovski’yse eleştirilere karşı senaryonun gerçeklere dayandığını söyledi ve “Trajedi kafa karışıklığına neden olmalı, iyi ve kötü diye bölünmemeli.” açıklamasında bulundu. Gerçek ve sanat kontrastının beyaz perdeden 21. yüzyıl gündemine taşan hali.
Kalabalığa, sokaklara karışan; kalabalıktan, sokaklardan sıyrılan kadın…
Başka bir sahne: Oldukça yaş almış bir adam, anne ve kız. Üç insan, üç kuşak, üç çatışma ilk dakikalardan göz kırpar seyirci koltuğundakilere. Üç farklı kurumun, rejime ve olaylara üç farklı bakışın vücut bulmuş halidir aynı zamanda bu karakterler filmde. Ben de, Dmitri Bıkov’un filmle ilgili “…otoritelerin lehinde ya da aleyhinde değil, Sovyet düzeninin zulmü ve kitlesel protestoların yararsızlığı hakkında değil.” görüşüne yakın bir yerdeyim. Gerçekten iyi ve kötü diye bölünemeyecek kadar da dalgalıdır filmdeki ruh halleri. Rejimin sosyalizm olmasıyla, olayların Sovyetler Birliği’nde geçmesiyle uzaktan yakından alakası yok diyecek kadar ileri bile gidebilirim bu konuda. Belirli bir tarihi olayda bireylerin yaşadığı belirsizliklerin coğrafyasız gerçekliği yersiz, yurtsuz, zamansız bakıldığında. Belki bu film, otoritelerin lehinde ya da aleyhinde olsaydı bu kadar tehlike teşkil etmez, evrenselliğiyle savaşmak bu kadar zor hale gelmezdi. Olaylara otoritenin gözünden bakan baş karakter Lyudmila. Ne baş karakteri, ne yanında duranları, ne de karşısındakileri -herhangi bir tarafı- sempatikleştirme, olayları aşırı dramatize etme kolaylığına kaçmayan yönetmen Konçalovski. Yine Dmitri Bıkov’un filmle ilgili yorumuna istinaden “Rus prenslerinin Tatarlardan daha iyi olmadığı ve Hıristiyanların paganlardan daha iyi olmadığı ‘Andrey Rublev’ senaryosunda da izlenebilir.” Andrey Rublev’in eş senaristi Konçalovski’nin tarzı için bir istisna ya da saldırı teşkil etmez yani bu anlatım biçimi.
Kalabalığa, sokaklara karışan; kalabalıktan, sokaklardan sıyrılan kadın…
Bir toplantı odası. Uzun bir masanın etrafında toplantı rutinlerini gerçekleştiren insanlar. Siren sesleri, telefon sesi, gelişmeler. Konçalovski ve Andrey Naydenov’un sinematografisi uzun ve geniş açılı lens kullanımıyla simetrik olmayan mekanlar ve iç mekanlar yaratır. Simetrinin çağrıştırdığı düzen algısı, simetrik olmayanla teknik olarak yıkılmıştır. Yaşanan devrin memnuniyetsizliği yalnızca repliklerle, oyunculuklarla ve olaylarla değil çekimlerle, karelerle de yansıtılmıştır.
Bir toplantı odası. Uzun bir masanın etrafında bağırıp hakaret eden bir adam ve toplantılarını genel rutinlerinden çıkmış bulan, azar işiten insanlar. Başarısız bir balkon konuşması teşebbüsü ve Çehov’un silahları sınıfına girebilecek camı pencereyi dağıtan bir taş. “Sevgili Yoldaşlar!”ın ritmi değişerek başka bir boyut kazanır artık.
“Yoldaş, yoldaş
Sahada ve savaşta
Anavatanını koru fedakarlıkla!”
Filmin temel çatışması, camı pencereyi indiren taştan önce belki de kimin kime ihanet ettiği sorusuyla başlamıştır. Ancak bu çatışma, otoriteyle sınıf arasındaki çatışma olarak kalmayacaktır film boyunca. Kuşakların çatışması; anne-kız, dede-torun çatışması; aynı şeye inandıklarını düşünen insanların çatışması; farklı şeylere inanan insanların çatışması; kurban-cellat çatışması; Stalin ve Kruşçev arasındaki ideolojik çatışma; ordu ve yönetim çatışması gibi uzayıp giden zaman zaman birbirinin içine geçip zaman zaman birbirinden uzaklaşarak çözünen çatışmalar silsilesi.. Bireysel çatışmalardan bakıldığında zaman, mekan, olay fark etmez aslında. 2020 yılında ABD’de de gerçekleşmiş olabilir bir şeyler, 2014 yılında Türkiye’de de ya da 1789’da Fransa sokaklarında. En nihayetinde hikayenin hiçbir şeyin değişmemiş olduğu günümüzle uyumu…
“Sevgili Yoldaşlar!” karmaşık durumlardaki karmaşık insanları barındırır içinde. Zarar görmemek adına düşüncelerini, duygularını, tepkilerini dengelemeye çalışan insanlar. Sıkışmışlık hakimiyeti. Konçalovski’yle Naydenov, çekimleri nesnelerle, duvarlarla böler. Dar alanlarda kafa karıştırıcı, klostrofobik bir etki yaratmak ya da karakterin sıkıntısını öne çıkarmak adına yüksek açılar kullanırlar. Geniş açılar, uzak çekimlerse beraberinde bir nesnellik havasını da taşımaktadır. Film, yaşanan tarihi olayın etrafında mı şekillenir yoksa kişilerin tarafı fark etmeksizin yaşadıkları tarihle parçalara ayrılarak mı düzenlenmiştir, tekrar düşündürür. Mikrodan makroya, makrodan mikroya, bireyden topluma, toplumdan bireye bazen yumuşak bazen de sert geçişler barındırır. Sonuç olarak bu insanların gördüklerini, kaybettiklerini ve hissettiklerini söylemenin bir yolu yoktur. Korku ve öfkenin trajedisi suyla çıkmıyorsa üzerine asfalt dökün!
Kurgu ve yaşam arasındaki sınır da çizgilerini kaybeder kimi zaman. Büyük çatışmalar sırasında yavrulamış bir köpek, hapishane duvarlarında gezinen bir akrep, nehirde atlarını yıkayan Kazaklar… Baş karakterin duygulanımlarının evreleri ve yeniden kurgu ve yaşam arasındaki sınırın aşımı.
Baş karakter Yuliya Vısotskaya’nın oyunculuğu için başlı başına bir performans gösterisi demek de abartıya kaçmayacaktır. Yuliya Vısotskaya aynı zamanda Novoçerkassk doğumludur. Novoçerkassk katliamı sırasında henüz doğmamış olsa da olayların dünyaya geldiği şehirde yaşanmasından kaynaklı izlere yabancı değildir. Filmin çekimleri olay yerinde gerçekleşmiştir ve yönetmenin daha önceki filmlerinde olduğu gibi profesyonel olmayan pek çok kişi filmde yer almıştır. Filmin dedesi rolündeki Sergey Yerliş gibi Novoçerkassk halkından kimseler de “Sevgili Yoldaşlar!”dadır. Aynı zamanda Konçalovski’nin oldukça vurucu yerlerde kullandığı “Bahar Marşı”nın sözleri, babası Sergey Mihalkov’a aittir.
“Sevgili Yoldaşlar!” hem sanatsal, hem tarihsel, hem de duygusal olarak güçlü bir yerde duruyor ve bulunduğu konumdan “bu bir Konçalovski filmidir” imzasını hakkıyla taşıyor.