Erkan Tahhuşoğlu’nun yazıp yönettiği “Döngü” filmi dünya prömiyerini 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali kapsamında gerçekleştirdi. Farklı sosyal sınıflar arasındaki güç ilişkilerini ve sınıfsal çatışmaları, gündelikçi Sevim’in vicdani çıkmazı üzerinden anlatan Döngü festivalden En İyi Senaryo ve FİLM-YÖN En İyi Yönetmen ödülleriyle döndü. Filmde Sevim’i canlandıran usta oyuncu Serpil Gül ile rol aldığı Döngü ve oyunculuk kariyeri hakkında keyifli bir söyleşi yaptık.
Dilerseniz önce oyunculuk kariyerinize nasıl başladığınızdan girelim sohbete. Bu süreçte neler yaşadınız, nasıl başladınız?
Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi tiyatro bölümünden mezunum. Orada hem oyunculuk, hem kuram, hem yazarlık, hem yönetmenlik eğitimi aldım. O eğitim esnasında çok farkında olmasam da hocalarımız sayesinde oyunculuğa doğru yöneldim. Daha sonra mezun oldum. Devlet Tiyatrosu o dönem sadece konservatuar mezunlarını kabul ediyordu. Bir sınav açtı. Sınava girdik, kazandık. 1985 sonu 1986 başı itibarıyla Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladım. O günden bu yana Devlet Tiyatrosu’ndayım, sadece arada bir altı yıllık süreç boyunca Bursa Devlet Tiyatrosu’nda görev yaptım.
90’lı yıllarda oyunculuğun yanı sıra senaryo yazarlığına da başladım. Daha sonra televizyon ve sinema oyunculuğu da hayatıma girdi. Bunların hepsi tiyatroyla beraber devam etti. Tiyatro izin verdikçe, birbirlerinin boşluklarını doldurarak sürdü. Sürmeye de devam ediyor.
Peki Döngü filmine dahil olma süreciniz nasıl oldu? Projeyi kabul etme kararınızdan biraz bahseder misiniz?
Döngü’den önce Erkan Tahnuşoğlu’nun bir önceki filmi Koridor’da, Devlet Tiyatrosu’ndan dostum Emel Göksu rol almıştı. Erkan’la çalışmışlar ve çok güzel bir dönem geçirmişler. Erkan ikinci filmi için oyuncu ararken Emel Abla aracı oldu ve bizi tanıştırdı. Başlangıçta birkaç sahne çekmek için Ankara’ya geldi. 2-3, belki 5 sahne çektik, tam hatırlamıyorum. Senaryodan sadece o sahneleri okuyarak çekimlere yardımcı oldum.
Daha sonra Erkan, filmi benimle çekmek istediğini söyledi. O zamana kadar senaryonun tamamını okumamış olsam da, Erkan’la tanışıp hikaye hakkındaki niyetini anlayınca benim için her şey netleşti. Bu, benim için sadece bir başrol meselesi değildi. Tabii ki oyuncuların roller konusunda hayalleri ve öncelikleri vardır, ama burada beni asıl etkileyen filmin hikayesi ve meseleye yaklaşma biçimiydi. Erkan’ın hikayeye baktığı yer benim için çok değerliydi. Bu yüzden ‘Madem beni bu rolde görüyorsun, ben elimden geleni yaparım’ dedim. Her ne kadar heyecanlanarak, gerilerek, hatta bazen kaçmaya çalışarak olsa da…
Peki Sevim ile ilk tanıştığınızda ne hissettiniz? Bu karakterin derinliklerini keşfetme süreci nasıl ilerledi?
İlk bakışta Sevim bana çok tanıdık geldi. Hepimizin etrafında gördüğümüz biri demek bile yetersiz kalır, çünkü aslında biraz hepimiziz o. Öncelikle bir kadın olarak onu anlıyorsunuz. Sonra, o ‘idare eden kadın’ pozisyonu var ki, bu çoğumuzun hayatında karşılığı olan bir durum. Tampon olmak, dengelemek, yatıştırmak gibi görevleri ister istemez üstlenme eğilimimiz var – belki hepimiz için geçerli değil ama önemli bir çoğunluk için öyle. Ayrıca hepimizin hayatında bir üst sınıfla, bir iktidarla, hiyerarşik olarak üstümüzde biriyle iletişim deneyimi vardır ve bunun nasıl bir his olduğunu biliriz.
Karakter bu yönleriyle hemen tanıdık gelse de, bolca prova yapmaya başladığımızda çok ince ayrıntıların olduğunu keşfettim. Basitçe ‘ben bunu tanıyorum’ diyip geçilebilecek bir şey değildi. Erkan’ın kafasında net çizilmiş bir Sevim vardı ve biz oynarken onu yoğurduk, şekillendirdik. Tüm formasyonunu onun süzgecinden geçirerek, belli sınırlar içinde oluşturduk
Onun karakterle ilgili bir vizyonu vardır muhakkak.
Kesinlikle vardı. Bu konuda şunu söylemeliyim: Yönetmenin ne yaptığını biliyor olması, bir oyuncu için çok önemli. ‘Nereye gidiyoruz?’ sorusunun net bir cevabı olmalı. Oyuncunun tamamen kendi haline bırakılmasını doğru bulmuyorum, çünkü dış göz çok değerli. Karakterin sınırları çizilmişti, kafasında adeta bir harita vardı. Bu sayede çekim sürecinde karaktere yaklaşma, onu anlama süreci sürekli devam etti. Hatta film bittiğinde, onu izlerken bile karaktere biraz daha yaklaştığımı hissettim.
Sevim karakteri sınıfsal çatışmalar ve ahlaki ikilemler arasında sıkışmış durumda aslında. Böyle karmaşık bir duygu durumunu canlandırırken bir hazırlık süreciniz oldu mu?
Özel bir hazırlık süreci olmadı aslında. İşçi sınıfına dair, bir kadının o sınıf içinde nasıl davrandığına, etrafıyla nasıl ilişki kurduğuna dair bir fikrim vardı. Hizmet grubuyla ilgili gözlemlerim vardı ve bu beni hep yaralayan bir ilişki biçimi olmuştur. Asıl çalışma çekim sürecinde gerçekleşti. Çektikçe karaktere daha çok yaklaştık. O sıkışmışlığı sadece akılla oynamıyorsunuz. Üst sınıfla, otoriteyle temas ederken duygusuz olmaya çalışmanın, sürekli gülümsemek zorunda hissetmenin insana getirdiği yıpranmalar, aklından geçtiği gibi konuşamamanın ve söyleyemememenin etkileri üzerine çok düşündüm. Bunları Sevim’in arzuladığı şeyler olarak değil, farklı sınıflarla temasta bize neler olduğu bağlamında ele aldım. Sonra bunu sınıfsal bağlamdan çıkarıp, kişiliğin gelişiminin nerede durduğunu düşündüm. Özellikle hakkınızda söz sahibi olan, daha güçlü biriyle temas ettiğinizde ve sürekli orada durmak zorunda kaldığınızda hayat zorlaşıyor
Ev işçisi ve işveren arasındaki ilişki Türkiye’de çok fazla karşılaştığımız bir ilişki dinamiği aslında. Role hazırlanırken toplumumuzdaki sınıf farklarını, bu tür ilişkilerdeki dinamikleri, nasıl tezahür ettiğini ya da bireylerin psikolojisini nasıl etkilediğini düşündüm, gözlemler yaptım dediniz. Bu gözlemler karakterinizi oluşturma sürecini ne yönde etkiledi?
Bu filmden sonra özel bir gözlem yapmadım, çünkü insan olarak zaten bu konularda hassasiyetlerim vardı. Eşit ilişki çok değerli bir şey. Hayat bize kız çocuğu olduğumuzu öğretmiyor aslında, sen öyle biliyorsun. Biriyle temas ettiğinde – bu sadece farklı sınıf değil, farklı cins de olabilir – söz hakkını ona vermeyi öğretiyorlar. Bunu niye yaptığını çok geç fark ediyorsun. Ben bu fark edişten sonra, kendi geçmişimle ilgili yaşadığım travmalar nedeniyle konuya daha genel bir yerden bakmaya başladım. Her zaman kendimi bu kalıntılardan temizlemeye çalıştım. Kolay değil, acısını çekerek büyüdüm ve hala çekiyorum.
Film beni çok etkiledi çünkü tam da bu meseleye temas ediyordu. Sevim’in hikayesinde aidiyet duygusu çok güçlü. ‘Biz bir aileyiz’ düşüncesiyle, sadakat ve vefayla hareket eden, sorun çıktığında tarafların kendi cephelerine çekildiğini fark etmeyip hala ortalığı yatıştırmaya çalışan bir kadın. Döndüğünde arkasında kimsenin olmadığını fark etmiyor. Bunu ihanetle, hainlikle suçlamıyor, ‘Benim yerim burası, benim ailem değil’ diyerek buluyor. Bu, karakteri derinleştirdi ve dönüştürdü. Erkan’ın filmi, benim hayattaki meseleme katkı sağladı.
Döngü’nin minimal bir anlatımı var. Özellikle Sevim çok sade. Bu tarz bir sinema dilinin oyunculuk üzerinde etkisi nasıl oldu?
Çekimler sırasında müthiş eğitici oldu. Tiyatro oyunculuğu daha dışavurumcu, daha teatraldir. Tiyatroda göstermezseniz olmaz çünkü ses, vücut, jest, mimik gibi bir sahne terbiyesi var. Bu kuşaktan kuşağa, oynadığınız sahneye, oyuna, içeriğe ve biçime göre değişse de genel anlamda tiyatro oyunculuğu daha göstermeye dönüktür. Mesafeli bir seyir olduğu için daha dışa dönük olmak, görünmek ve duyurmak zorundasınız. Kamera çok başka ve bizi eğitiyor. Bu benim sevdiğim bir biçim – o sadelik, içsel hakikat, hakiki bakışı yakalamak için kendinden eksiltmekle uğraştık. Erkan da bizimle çok uğraştı, mimiklerimizi düzeltti. Şu anda konuşurken ellerim ve kaşım gözüm oynuyor ama filmde olmuyor. Gözler üzerinde bayağı çalıştı, bizi terbiye etti. Onun özel hassasiyetini ve dikkatini çok net gördüğüm için teslim oldum. O da her seferinde durdurup bize hatırlattı, hiç vazgeçmedi.
Peki bir oyuncu olarak böyle bir yönetmenle kurduğunuz bu tarz bir iletişim filmin genel tonuna katkısı ne oldu sizce?
Bağımsız sinemaya olan bu yaklaşım çok değerli. Kendi yağıyla kavrulma açısından çok önemli. Dizi film, bağımsız film – farklı alanlar bunlar. Bağımsız filmde ‘elini taşın altına koymak’ denir ya, aslında bu bizi terbiye eden bir şey. Sanatçı olarak ne tür hikayelerin içinde olmak istediğinize dair bir seçim şansı veriyor. Size bir alan, bir cümlenin arkasında durma şansı tanıyor. Katılmadığınız bir hikayenin içinde ne kadar gerçekçi oynayabilirsiniz ki? Derdi olması, hayata temas eden bir derdi olması gerekir. Filmi izlerken bunu çok hissettim. Filmi çok gergin bekledim, ama büyük sinema perdesinde bambaşka bir şey gördüm ve çok mutlu oldum. Tiyatrodan gelen bir algıyla seyirciyle nasıl temas ettiğini fark ettim. Seyirci ‘evet, bu bir dert’ dedi. Bu çok önemli.
Siz hem bağımsız filmlerde hem de televizyon projelerinde yer aldınız. Bir oyuncu olarak bu iki farklı dünya arasında nasıl bir fark görüyorsunuz? Bağımsız filmlerde yer almanın getirdiği özgürlükler ve sınırlamalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bağımsız sinema sanki benim sözcülük alanım gibi. Oyunculuğun hikayeden bağımsız bir performans sanatı olduğuna inanmıyorum. Oyuncu bir hikayenin içinde değerlidir. Oyunculuğun bir şeye hizmet etmesi gerekir. Bağımsız filmde yer almak, mikrofonu eline almak gibi – herkesin sana dönmesini sağlayan bir yer. Orayı değerlendirme sorumluluğu var. Sanatçı bağırmadan ya da slogan atmadan bir derdin içinde olur. Bu yüzden bağımsız sinemaya dahil olmak, dert ettiğim işlerin arkasında durmamı sağlıyor. Bu benim özgürlüğüm.
Dizi dünyasını küçümsemiyorum, oradaki oyunculuk için de aynı hassasiyeti gösteririm. Ama elbette çok farklı. Dizilerde çok kısa zamanda bir şeyleri yaşatmaya, yaratmaya çalışıyorsunuz. Karakterin değişim aşamalarını hızlıca geçmek zorunda kalıyorsunuz. Zaman kısıtlı olduğu için başlangıçta karakterle ilgili yönetmenlerle çalışıyoruz, sonra karakterler bizim kucağımızda kalıyor. Senaryonun gelişine göre eğilip bükülebiliyor. Aynı derecede önemsediğim bir iş ama dinamikleri farklı.
Türkiye’de kadın oyuncuların karşılaştığı en büyük sorunlar neler sizce? Bu konular üzerine kişisel tecrübelerinizden ya da gözlemlerinizden yola çıkarak neler söyleyebilirsiniz?
Kadın rolü az, çünkü çoğunlukla erkekler yazıyor. Kadınlar yazmıyor mu? Yazıyor, ama erkek metinleri daha çok dolaşıyor. Son dönemde kadın hikayeleri arttı ama bu gerçekten kadın meselesini dert ederek mi oldu, yoksa talep bu yönde olduğu için mi, tartışılır. Kadın hikayesi artık moda oldu.
Özellikle genç kadın oyuncular için hayat zor. Dizi sektöründe fiziki standartlar var. Ben şahsen yaşlandığım için mutluyum, çünkü artık daha özgürce oynayabiliyorum. Fiziksel kriterleri koyduğunuzda her zaman daha güzeli mümkün oluyor. Seyirci olarak bile gözümüz bu yönde terbiye edildiği için biz de ona göre değer veriyoruz. Bu hiç güzel bir mesele değil. Konuyu ilgilendirmeyen bir bilgilendirme parçası haline geliyor. Bu sorunun bir süre daha devam edeceğini düşünüyorum.
Altın Koza nasıl geçti? Festivalde nasıl dönüşler aldınız?
Güzeldi. Çok film seyrettiğim için gergin geldim. İlk festival tecrübemdi. Ankara’dan gidip geldim. Adana müthiş bir şehir. Uzaktan da bütün festivaller arasında Adana’yı ayrı tutardım. Her şey yapıntı değil, Adana kendi içinden çıkmış bir festival gibi. Daha samimi. Çok sahip çıkan bir seyircisi var. Ankara Devlet Tiyatrosu’ndaki gibi gündelik, orta halli seyirciyi burada da gördüm. Çok ilgililer, sahipleniyorlar. Filmi seyrederken kalben orada olduklarını hissettim. Filmden sonra da müthiş bir sıcaklık aldık.