Oyun, Set Ve Maç: Challengers

Yazan: Deniz Kuş

2009’da I’m Love ile ilk çıkışını yaptıktan sonra 2015’te A Bigger Splash’le yerini perçinleyen, iki yıl sonra da sezonun en büyük filmi olarak görülen Call Me By Your Name ile yönetmenlikte rüştünü ispatlayan Luca Guadagnino’nun yönettiği Challengers, yönetmenin kariyerinin pik dönemine yakışan filmlerden birisi oldu. Call Me By Your Name sonrasında çektiği her filmle müthiş pr çalışmaları ve tanıtımlarla sezon boyunca ismini sürekli yüksekte tutmayı çok iyi başaran Guadagnino Challengers ile de bu düzeni bozmuyor, tam tersine arttırıyor. Güncel dönemin tartışmasız starı Zendaya’nın başrolde parladığı Challengers, yıllara yayılan arkadaşlıklarıyla beraber tenis oyunculuklarını da sürdüren toplamda üç sporcunun yaklaşık 14 yıllık hayatlarına odaklanıyor.

Challengers

Luca Guadagnino’nun Challengers’ı için herhalde diyebileceğimiz en uygun tanım “yerinde durmayan” bir film olabilir. 3’lü bir aşk ilişkisi, tenis, kıskançlık, kabarık egolar, entrika, aşk, gençlik…. Saymakla bilmeyecek onlarca insani duyguyu barındıran film hepsini büyük başarıyla harmanlıyor. Burada en büyük artıyı senaryo ve kurguya vermek gerekiyor. Henüz ilk uzun metrajlı film senaryosunu yazmış olan Justin Krutzkes işin altında büyük başarıyla kalkıyor. Özellikle tenis sporunun seçilmiş olmasındaki kusursuz doğrunun üzerini diğer doğrular öyle iyi dolduruyor ki filmi izlerken fondaki elektronik müziğin yanı sıra gerçek tenis maçlarını andıran flashback ağırlıklı kurguya kendimizi kaptırıyoruz adeta.

Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
Challengers

Oyuncular Dışında Bir Başrolden Bahsedecek Olursak Bu Filmin Gizli Başrolü Kesinlikle Kurgu

Yukarıda bahsettiğim bol flashback’li kurgu filmin kendisini neredeyse bir tenis maçına çevirmeyi başarıyor. Maç sahnesinde mola verildiğinde tenis oyuncuları dinleniyor, biz ise geçmişe giderek yeni bir maça başlıyoruz adeta. Marco Costa’nın başardığı bu işin yanında Trent Reznor & Atticus Ross ikilisinin muazzam müziklerine de ne kadar teşekkür etsek az. Zendaya’nın Tashi Donaldson’ıyla bir yandan femme fatale’in sınırları zorlanıp film-noir’a evrilen film aynı anda tenis sahnelerinin ağırlığıyla bir spor filmine de dönüşebiliyor ve bunu yaparken hiçbir şekilde sırıtmıyor. Özellikle tenis severlerin bayılacağı bir film olduğu kanaatindeyim. Filmin dur durak bilmeyen hızına yetişmek bir yerden sonra zorlaşıyor ve hayatın aynı tenis gibi olduğunun filmde karakterler tarafından birkaç kez zikredilmesi ve filmin de senaryo ve kurguyla buna uydurulması gerçekten takdire şayan bir başarı.

Challengers

Bunların haricinde gerçek tenis oyuncularının da özellikle maç anlarındaki ruh halleriyle bütünleşen Art Donaldson ve Patrick Zweig karakterleri birbirlerine yaptıkları oyunlar ve final maçındaki hal, hareketleriyle sanki gerçek bir tenis rekabeti izliyormuşuz havasını bizlere vermeyi başarıyorlar. Burada bir yere daha parmak basmak gerekiyor ki film aslında bir nevi hedonizmin de sularında dolaşıyor. Patrick Zweig’in kadınlarla olan ilişkisi tamamen hazza, hedonizme dayanan bir şekilde iken ve yaş almış olmasına rağmen halen bir baltaya sap olamamışken Art Donaldson ise bir yere gelmiş, aile kurmuş, başarmış bir tenisçi. Tashi ise aslında tüm bunların olmasını sağlıyor. Femme fatale’liğiyle ikisini de birbirine aşık ederken Art Donaldson’a da, Zweig’e de amaçlar veriyor, hedef koymalarını sağlıyor. Final için söylenebilecek en güzel şey de aslında herkesin tam olarak istediğini aldığı. Maçın sonucuyla birlikte ne Tashi, ne Art, ne de Zweig bir şey kaybetmiyor aslında. Sadece bir tenis maçı sonuçlanıyor ama onlar yıllar sonra yeniden birbirlerini kazanıyorlar.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir