İran Sineması
7.sanat olarak bildiğimiz sinema, hangi kültür içerisinde yer alırsa alsın, her zaman için aktarıcı bir güce sahip olmuştur. Toplumların her köşesine etki edebilen ve hafıza görevi gören sinema, nesilleri birbirine bağlayan en güçlü araçlardan bir tanesi. Her türlü devrime, yeniliğe ve dile etki edebilen bir oluşumdan bahsediyoruz! Böylesine güçlü bir aracın İran Sineması’na olan etkisi ise bu haftaki yazımızın konusu.
İran Sineması; ülkede olan her türlü siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel duruma rağmen kendine has dilini oturtmuş ve değişimlere imza atmış bir sinema olarak karşımıza çıkıyor. Peki İran Sineması bugünlere nasıl geldi? Gelin ona biraz yakından bakalım.
İran Sinema ile Nasıl Tanıştı?
Hollywood sinemasının aşırı bütçelerinin yanından bile geçmeyen mütevazi bütçeleri ile bildiğimiz İran Sineması’nı tanımak için geçmişine doğru bir yolculuğa çıkmak doğru olur. Aşiret sisteminin son topluluğu olarak bilinen Gacar aile mensubu Gacar Şahı Muzafferüddin Şah 1900 yılında Paris’e gider.
Orada gördüğü sinematograf ve büyülü fenere büyük ilgi duyar. Üstüne bir de Paris’te izlediği filmler eklenince, o filmlerin çekildiği sistemin aynısından İran’da da olmasını ister ve bir emirle İran sinema ile tanışır. Paris’teki dünyadan etkilenen Gacar Şahı kendisine Mirza İbrahim Han Akkasbaşı isminde bir özel fotoğrafçı da tutar. Akkasbaşı Belçika’daki Çiçek Bayramı’na katılıp oradaki etkinliği fotoğraflayarak, İranlı ilk sinemacı olarak adını tarihe altın harflerle kazır.
Sinema İran’da
Gacar Şahı’nın ülkeye getirdiği imkanlar sayesinde muhafazakar bir toplum olan İran’da sinema sadece zengin kesimin hayatına girmekten öteye gidemez. Eğlence aracına dönen, sanat ile yakından uzaktan alakası olmayan sinema anlayışı, sinemayı seven halkı rahatsız etmeye başlar.
Ellerindeki fırsatları değerlendirip, dünyaya kendilerini, ülkelerini ve kültürlerini tanıtmak; kısaca dertlerini anlatmak isteyen bir grup insanın rahatsızlığı sürerken İran’ın ilk ticari sinema salonu Mirza İbrahim Khan Sahafbashi tarafından kuruluyor. Fakat bu sinema salonu da zenginlere hizmet vermekten öteye geçemiyor. 1904 yılında Sahafbashi tarafından halka açık bir sinema salonu daha yapılarak bu sorunun çözümü aranıyor. Rusya’dan aldığı 10 dakikalık filmler halka açık olan salonda gösterilmeye başlanıyor.
1904 yılından sonra sinema iktidarın bir silahı haline gelerek, kötü niyetli bir şekilde propoganda aracı olarak kullanılıyor. Gösterimler öncesi halkın hazır ola geçmesinin kural olduğu bir sinema anlayışından bahsediyoruz! Bu katı kuralların bozulmaya, ülkenin kafasının yavaş yavaş açıldığı dönemler ise Avrupa’dan gelen filmlerin gösterilmesiyle başlıyor. Devrim niteliğinde olan bu hareketle kadınlar toplumda daha özgür olabileceklerini bir kez daha anladılar ve bu onlara umut aşılamaya başladı.
İran, Sinema ve Gösteriler
Tüm bunlar olurken ortalık karışmaya başladı. Din adamları sinemanın yaratıcılık kısmını eleştirip, sinemaya engel olmaya çalıştı. 1930’lu yıllara kadar süren bu dönemlerde, tüm olanlara rağmen ülkede sinema salonu sayısı artmaya devam etmiştir. Tüm engelleri birer birer aşmaya çalışan İran Sineması, sinema yasaları, gösterim şartları vs. derken ilk sinema dergisini çıkarmayı başarmıştır.
Bir taraf sinema diye haykırırken, diğer taraf hala dini sebepler sunup, Müslüman yönetmenler üzerinde baskı kurmaya devam etmiştir. Bu da İran Sineması’nın ilk yönetmenlerinin azınlıklardan çıkmasına sebep olmuştur. Ovans Oganyan, ”Abi ve Rabi” (1930) ve ”Hacı Ağa Sinema Aktörü” (1932) filmleriyle İran Sineması’nın ilk uzun metrajlı film çeken yönetmeni unvanına sahiptir. İran’ın hikayelerinin kaynağının nereden geldiğini bize en net şekilde gösteren ” Hacı Ağa Sinema Aktörü ” adlı filmde, sinemaya karşı görüşünü değiştiren bir din yetkilisinin hikayesi anlatılmaktadır.
1933 yılına geldiğimizde, Abdülhüseyin Sepanta’nın Lor Kızı isimli filmi, İran Sineması’nın miladı olarak kabul edeceğimiz tarzda bir film. Yerli yönetmen ile çekilen Lor Kızı’nın bir diğer özelliği de gişe rekorlarını kırarak, İran halkının filmi bağrına basması. İran’ın sanat anlayışı her zaman halk için bir şeyler yapmak olmuştur. Lor Kızı filminde de kadınların peçe kullanmamaları, çarşaflarını çıkarmaları İran Sineması’nın duruşunu net bir şekilde göstermektedir.
İran, Sinema ve Siyaset
Geldik II. Dünya Savaşı’nın tüm dünyayı etkisi altına aldığı kısma. 1937 ile 1948 yılları arasında duran sinema üretimi, İran’ı çok daha zorlu bir yola sokmuştur. Sinemaya güya ilgili olan Rıza Şah’ın sinema ile ilgili izlediği politikalar, Batı’ya özenmenin ötesine geçememiştir. Hitler’e duyduğu hayranlık sebebi ile yıllarca Alman filmleri izleyen halk bir yana, Almanya’yla savaşan halk bir yana ülke neredeyse ikiye bölünecek bir vaziyete kadar gelmiştir. 1
941 yılında ülke Ruslar tarafından işgal edilince, ülkedeki Alman filmleri toplatılıp, yerine Rus filmleri gösterilmeye başlanmıştır. 1942 yılına geldiğimizdeyse ülkeye Amerikan askerlerinin girmesiyle tamamen Amerika’nın etkisi altına giren İran Sineması haklı olarak karakterini bir türlü oturtamamış bir sinema haline gelmeye başlamıştır.
Kısaca İran için sinema; siyasi politikaların yönettiği bir araç olarak kullanılmaya mahkum edilmiştir. O dönem halk muhteşem filmler izleyip, farklı ülkelerde kaliteli eğitim görmüştür ama İran’ın kendi sinema dilinin oluşması da buna paralel olarak gerilemeye başlamıştır.
İran sineması 1950-1960 Arası İran’da Sinema Atağa mı Geçiyor?
1950’li yıllarda İran sinemada kendisini tekrar göstermeye başladı. Musaddık’ın başbakan olması ile 1960’ların sonlarına kadar İran Sineması büyük bir gelişim kaydetmiştir. 15-20 yıl içerisinde 300’den fazla film üretir hale gelen İran Sineması, 1952 yılında Bombai Film Festivali’nde yer alacak filmler çekecek kadar kendisini yükseltmiştir. İsmail Kuşan’ın Utangaç isimli filmi ülke adına büyük umut olmuş ve 102 gün vizyonda kalarak İran’ın sineması adına ikinci baharı simgeleyecek kadar özel bir yere oturmuştur.
1953 yılında gelen darbe ile Amerikalılar Musaddık’ı indirince filmlere gelen sansürlerle ortalık karışmıştır. Böylece yönetmenler sansüre uygun içerikler üreterek, filmlerini o şekilde çekmeye başlamışlardır. Kısacası bağımsız filmler yerine sipariş usulü filmler üretilmeye başlanmıştır.
1960-70’lı Yıllarda Neler Oldu?
1960 başları İran’da sinemanın bağımsız bir sanat dalı olarak kabul edildiği dönemlerdir. Çünkü ülke genelinde edebiyat, şiir, tiyatro, müzik, resim vb. gibi akımlarla ilgilenme seviyesi artmış ve buna bağlı olarak da üretim yapılmaya başlanmıştır. 1963 yılında Amerika’dan alınan petrol gelirleri ile zengileşen Tahran, tüm etkinliklerin, ekonominin ve siyasetin merkezi haline gelmiştir.
Televizyonun kurulması, kamusallaştırılması ve genç yönetmenlerin desteklenmesiyle birlikte, ülkede özgür bir sinema akımı oluşmaya başlamıştır. Farah Diba’nın kurduğu ” Çocukları ve Genç Yetişkinlerin Entelektüel Gelişimi Enstitüsü” ne eklenen sinema bölümü ile yüzler gülmeye ve ardından da Abbas Kiyarüstemi harikasını hayatımıza almaya başlarız.
1960’ların sonları İran yeni gerçekçilerin toplumun tüm yanlarını anlattıkları sinemaya da geçiş yıllarıdır. Gündelik hayat içerisindeki İran hikayeleri, İran Sineması’nın temelini atmıştır. Yeni Dalga’nın 1970’li yıllarda perdeye giren İnek (Daryuş Mehrcuyi) filmi; kendisini inek zanneden bir adamı anlatarak büyük bir ilgi ile izlenir. Gav ile başlayan yeni dalgacılık, Kayser (Mesud Kimyayi), Sağanak (Behran Beyzayi), Başkalarının Önünde Huzur (Nasser Takvai) gibi filmlerle devam eder. 70’lerin ortasında İtalyan seks filmleri ve yabancı filmler furyasından dolayı yerli olarak sadece 9 film çekilmiştir.
Çekilen 9 filmden biriyle bile en iyi olmayı başaran İran Sineması (Geyikler (Mesut Kimyayi) – En İyi Siyasi Film) zor şartlardan, ne kadar güçlü bir konuma geldiğini bizlere gösteriyor.
İran sineması 1980’ler, Kapitalizme Hoş Geldiniz!
Kapitalizme kendisini petroller ile kaptıran İran ve Şahlarının zenginlikleri artık abartılı bir hal almıştır. Ayetullah Humeyni, tehdit kasetlerini Şah’a yollayınca ortalık karışır. Garibim sinemanın da adı kötü niyetli kişiler yüzünden kirli bir konuma sokulmuş olur. Bunu fırsat bilen İslami topluluklar da, sinema salonlarını kundaklar.
1979 yılında sinema islimileştirilmelere karşı savaş vermeye başlar. 1 Nisan 1979 yılında İslam Cumhuriyeti ilan edilir. Sinema tekrardan kötü bir Batı icadı olarak görülmeye başlanır. 450 olan salon sayısı 250’lere düşmeye başlar. İthal filmler getirilmeye çalışılır. Sinemacılar çareyi ülkeden kaçmakta görüp, sürgüncü sinemanın oluşmasına ön ayak olurlar.
1979-82 yılları arasında neredeyse yok denecek kadar az üretim yapan sinema her şeye rağmen ilgi görecek filmler çekmeyi başarmıştır;
- Yaşasın (1980) Hosro Sinai
- Hakdust Bey’in Evi (1981) Mehmud Semii
- Kiremit Ocağı (1981) Muhamed Rıza Mugaddesiyen
- Kale (1981) Kamran Şirdel
Devrimden Sonra İran Sineması
Devrim zamanı yaşanan tüm aksaklıkları düzeltmek amacıyla 1983 yılında Kültür ve İşad ve Farabi Enstitüsü kuruldu. Sinemayı bilimsel bir kavram olarak gören enstitünün üzerine düzenlenen Fecr Film Festivali ile İran için devrim sonrası sinema dönemi başlamış oldu. Filmlere desteklerin arttığı, vergilerin düşürüldüğü ve bilet fiyatlarının yükseltildiği bu altın dönem 8 yıl süren İran-Irak Savaş’ının olduğu döneme denk gelmektedir.
Belirmeden edemeyeceğiz! İsteyince oluyormuş! 8 yılda savaşın konu edindiği toplam 56 film çekilmiştir. İran; ülke ve karakter olarak savaşmaya her daim hazır olduğu için (maalesef ki!) onun bu karakteri sinemada kendini, her şartta üretim yapabilmek olarak göstermiştir. Savaştan mağdur olmuş halk, mülteciler, ülkeden kaçmak isteyenler ve dağılan ailelerin hayatlarının anlatıldığı filmler İran Sineması’na dahil olmaya başlamıştır.
”Savaşmak silahla öldürmekten ibaret değildir.”
anlayışını benimseyerek, silah olarak kamerayı kullanan yönetmenler ile İran; savaş zamanı, sinemasının en parlak dönemini yaşamıştır.
Yakın Dönem İran Sineması (90’lar)
1990 yıllara kadar düşe kalka gelen İran Sineması, sonunda devrimin yaralarından kurtulmaya başlıyor. Devrim bitiyor fakat sorunlar bitmiyor ne yazık ki! Amerika’nın koyduğu ambargolar ile sürekli ekonomik sorunlar çeken İran’ın sineması da bu durumdan yara alıyor ve 92 yılından itibaren ülkede film üretmek inanılmaz pahalı bir uğraş haline geliyor.
Ülkenin her yerinde oluşan siyasi, ekonomik ve entelektüel karmaşa sabırları taşırıyor ve 1997 yılında yapılan seçimler ile İran Sineması’nın yüzü tekrar gülmeye başlıyor. Ölüp ölüp dirilen İran Sineması seçimi kazanan Muhammed Hatemi ile başka bir yöne doğru kayıyor. Sinemacıları sahiplenmeye başlayan Hatemi, ülkeyi çok daha özgürlükçü bir hale sokuyor. Yönetmenler kadrajlarını bireylerin toplumda yaşadıkları sorunlara çeviriyorlar ;
- Mayıs Kadını, Yabancı, Para (Rahşan Beni İtamed)
- İki Kadın (Tahmine Milani)
- Zehir Zembelek (Behruz Efhemi)
Artık susalım diyor ve konuyu toparlıyoruz. İran Sineması yaşadığı politik ve ekonomik ortamdan doğrudan etkilenen bir sinema tarihine sahip. Başına gelen tüm zorluklara rağmen bir şekilde kendi dilini oluşturması gördüğünüz gibi hiç kolay olmadı. Bugün itibariyle kültür ve sanata verdikleri önem ile bugün tüm dünyada konuşulan bir İran Sineması’ndan bahsediyoruz. Nice filmlerini heyecanla beklediğimiz…
İran Sineması ve Tarihi dizisinin ikinci bölümüne aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.