1978 yılının ocak ayındayız. Güney Kore’nin popüler aktrislerinden biri olan Choi Eun-hee, kendisini, yeni bir film şirketi kuracak yapımcı olarak tanınan bir iş insanının daveti üzerine Hong-Kong’a gider. Aslında Choi’nin hayatı o yıllarda biraz çalkantılıydı. 1976 yılında, yönetmen eşi Shin Sang-ok’un genç bir oyuncudan iki çocuğu olduğunu öğrenmesi üzerine ondan boşanmıştı. Bu boşanma kariyerine zarar vermiş, Choi’yi farklı arayışlara yönlendirmişti. Hong Kong’dan gelen teklifi de bu nedenle kabul etmişti. Hong Kong’a gittikten kısa bir süre sonra oraya masum bir buluşma için gitmediğini öğrendi. Choi, Kuzey Kore’nin lideri Kim Jong Il’in emriyle kaçırıldı ve apar topar Kuzey Kore’ye getirildi. Kaderin cilvesi bu ya, boşandığı yönetmen eşi de eski eşinden 6 ay kadar haber alamayınca onu arama için gittiği Hong Kong’da kaçırılarak Kuzey Kore’ye getirildi. Yani, bu ikili Kuzey Kore’de ilginç bir amaç için zorla yeniden bir araya getirilmişti.
Kim Jong-il ve Sinema
Öncelikle olayın failini derinlemesine inceleyelim: Kim Jong-il… Babası “Büyük Lider” Kim Il-sung’un veliahttı olan Kim Jong-il, ülkesinde “Sevgili Lider” olarak anılan ebedi bir kahraman. Kim hanedanlığının Kuzey Kore’yi yönettiği “Juche” felsefesini devam ettiren Kim Jong-il , sıkı bir sinema hayranıydı. 1967 yılında Kim Il-sung’un gücünü baltalamak için bir girişimde bulunan Kapsan fraksiyonu, Kim Jong-il’e karşı kardeşini ön plana çıkarınca Kim Jong-il , ülkedeki tüm film endüstrisini kendisine sadakatte bulunmaya davet etti. Propaganda ve Ajitasyon Dairesi olan Kim Toman görevinden alındı ve yerine bu görevi üstlenecek kişi de Kim Jong-il’in kendisi oldu.
Kim Jong-il, bu dönemde babasının kişilik kültünü pekiştirmek için çalışmalar yaptı. Bu doğrultuda en önemli projesi, 1969 yapımı olan ve bir Kuzey Kore operasının yeniden çevrimi olan “Sea of Blood” filmidir. Film, siyah-beyaz renklere sahipti ve dört saatlik bir uzunluğu vardı. Filmin yönetmeni Choe Ik-gyu, Kim Jong-il ile birlikte birçok Kuzey Kore filminin yönetmenliğini üstlenmişti. Sinema konusunda Kim Jong-il in en iyi anlaştığı kişiydi. Choe Ik-gyu, bu yazımızın ana konusu olan yönetmen-oyuncu çifti Shin Sang-ok ve Choi Eun-hee’nin kaçırılmasında da oldukça önemli bir görev üstlendi. Sonraki yıllarda ele geçirilen bir ses kaydında, Kim Jong-il, Shin’e, onu kaçırmalarındaki temel nedeninin Choe’nin tavsiyesi üzerine olduğunu söylüyor.

Kim Jong-il , Propaganda ve Ajitasyon Dairesi başkanı olduktan kısa bir süre sonra Sinema ve Sanat Bölümü’nün müdürü oldu. Bu süreçte kendisine tam 15.000 filmden oluşan bir kütüphane kurdurdu. Sinemaya olan ilgisini 1973 tarihinde yazdığı “Sinema Sanatı Üzerine” kitabıyla anlattı. Bu kitap günümüzde hâlâ Kuzey Kore film yapımcılığı üzerine en yetkili çalışma olarak kabul edilir. Kitabı direkt olarak inceleyemedim; ancak kitap hakkında yapılan yorumlar, Kim Jong-il in film yapımcılığı üzerine önemli iki teori sunduğu konusunda hemfikir. Bunlardan bizi ilgilendiren en önemlisi, “Tohum Teorisi’dir.” Bu teoriye göre tüm sanatsal yaratım tek bir ideolojik temel veya “tohum” aracılığıyla yönlendirilmelidir. Aslında tohum, konusunun ve fikrinin sentezi ve propaganda mesajının temelidir.
Sinema Sanatı Üzerine, Kim Jong Il’in Kim Il Sung’un halefi olmasında etkili olduğu bilinmektedir. Bir politikacının sinema ve sanat üzerine bir kitap yazarak toplum ve hükümet üzerinde kültürel bir etki yaratması, o coğrafyada pek görünen bir şey değildi. Ama kitabın yurt dışında da aynı etkiyi yarattığını söylemek pek mümkün değil. Kitabı incelemiş önemli eleştirmenler, kitabın ağır ve tekrarlayıcı düzenini eleştirmiş, Kim Jong Il’in sinema dünyasına pek de bir yenilik katamadığını vurgulamışlardır.
1970’li yıllara gelindiğinde Kim Jong-il birbirinin aynısı gördüğü filmlerden sıkılmıştı. Kuzey Kore sineması gittikçe donuk ve cansız bir şeye dönüşüyordu. Oyuncularda ve teknik ekipte heyecan eksikliği vardı. Under the Loving Care of the Fatherly Leader: North Korea and the Kim Dynasty kitabının yazarı Bradley K. Martin’e göre bunun nedeni, film endüstrisi çalışanlarının asgari düzeyde bir iş çıkardıktan sonra her halükarda devlet tarafından destekleneceğini bilmeleriydi. Yani, amaç sanat yapmaktan ziyade para kazanmaktı. Kim Jong-il’e göre televizyonlarda yalnızca batı dünyasının filmlerini göstermek, nihilist bir düşüncenin oluşmasına neden olacaktı. Bunun yerine, konusu daha vatanseverlik kokan filmlerle kitlelerin vatan sevgisi canlandırılmalıydı. Ve işte Shin Sang-ok ve eşi Choi Eun-hee’nin kaçırılması fikri filizlenmiş oldu.
Esaret Yılları Başlıyor
Planın ilk aşaması kurulacak tuzaktı. 11 Ocak 1978’de, Güney Kore’nin ünlü aktrisi Choi Eun-hee’ye Hong Kong’da bir performans akademisi işletme teklifi geldi. Choi, teklifi kabul etti ve Hong Kong’a doğru yola çıktı. Choi, 4 gün sonra Repulse Körfezi’nde Kuzey Kore ajanları tarafından kaçırıldı ve 22 Ocak’ta Kuzey Kore’nin Nampo Limanı’na getirildi.
Bundan sonrası, Choi için lüksün ve esaretin iç içe geçtiği karmaşık zamanların başlangıcı demekti. Bizzat Kim Jong-il’in emriyle 1 Numaralı Bina adlı lüks bir villada konaklatıldı. Kim Jong Il aynı zamanda ona rehberlik yapıyor, Pyongyang’ın simge yapılarını gezdiriyor, müzeleri tanıtıyor, hatta Kim Il-sung’un doğum yerini bile gösteriyordu. Bunları yapmasındaki temel amaç Choi’nin sinema anlayışını ve deneyimini Kuzey Kore sinemasına kanalize etmekti. Ona Kim Il-sung’un hayatı ve başarıları hakkında özel bir öğretmen bile atandı.
Choi’nin kaybolmasından kısa bir süre sonra Shin Sang-ok onu bulmak için harekete geçti. O sırada Shin’in özel hayatı oldukça karmaşıktı. Choi ile boşanmışlardı ve Shin’in başka bir ailesi vardı. Ayrıca, Shin Studios için aldığı film lisansı Güney Kore hükümeti tarafından iptal edilmişti. Shin, Güney Kore hükümetiyle bu konuda mücadele ederken aynı zamanda Choi’nin izini sürüyordu. Shin, tam altı ay sonra, 19 Temmuz 1978’de Kuzey Kore ajanları tarafından kaçırıldı.

Kaçırıldıktan sonra Shin’in adresi de Kuzey Kore oldu; ancak ilk zamanlarda eski eşinin de esaret altında olduğu bilgisi verilmedi. Kim Jong-il’in amacı, Shin’i kendi sinema hayalini gerçekleştirecek bir araç olarak kullanmaktı. Shin’in bu esareti kolay kabul etmeye niyeti yoktu. İlk yıllarda iki kez kaçma girişiminde bulundu. Ancak her iki girişim de başarısız oldu ve itaatsizlik suçlamasıyla hapse atıldı. Hapishane şartları ağırdı. Yiyecek azdı, hücre koşulları ise insanlık dışıydı. Kim Jong-il’in sabrı, Shin’in itaatine bağlıydı.
23 Şubat 1983’te Shin, hapisten çıkarılacağını söyleyen bir mektup aldı. Mektup, Kim Jong-il’e aitti. Muhtemelen Kim Jong-il, Shin’in aidiyetini kazanmak için zor kullanmanın gereksiz bir uğraş olduğunu anlayıp onu eski eşiyle yeniden bir raya getirmenin daha iyi bir yol olduğunu düşündü. 7 Mart 1983’te Shin ve Choi, Kim Jong-il’in ev sahipliği yaptığı bir partide yıllar sonra yeniden bir araya geldiler. Kim Jong-il, Choi ve Shin’in “yeniden birleşmesini” Kuzey Kore sinemasında devrim yaratacak bir hamle olarak görüyordu. Kaçışın kolay olmayacağını anlayan Shin ve Choi, elleri mecbur şekilde Kuzey Kore sineması için çalışmaya başladı. Zamanla işler yoluna girmeye başlamıştı. Hatta Kim Jong-il artık Shin’in “sanatını serbest bırakmasına” izin veriyordu.
En Büyük Prodüksiyon: Pulgasari
Shin Sang-ok, Kuzey Kore’de geçirdiği yıllarda yedi film yönetti. Bunların içinde en önemli olanı 1985 yapımı olan “Pulgasari” idi. 1985 yılında Shin Sang-ok ve Kim Jong-il ortaklığında yedi film çekilmişti. Pulgasari, bunlardan beşinci projeydi. Pulgasari’nin senaryosunda iki ismin imzası var: Kim Seryun ve Ri Chun-gu. Bu iki isim, o döneme kadar Kuzey Kore’nin en iyi senaristleri olarak görülüyordu.
Bulgasari ya da Pulgasari, Kore mitolojisindeki en önemli yaratıklardan biridir. Bir ayının gövdesine, bir filin hortumuna, bir gergedanın gözlerine, bir boğanın kuyruğuna ve bir kaplanın pençesine sahiptir. “Bulgasari” Korece’de “öldürülmesi imkânsız bir şey” anlamına gelir. Kore mitolojisinde önemli bir yeri olduğu için daha önce Güney Kore sinemasında da “Bulgasari” adında bir film çekilmiştir; ancak bu filmin negatif kopyaları kaybolmuştur. Kuzey Kore yapımı olan Pulgasari, 1962 yapımı olan Bulgasari’nin başarılı bir yeniden çevrimidir.
Film için dört büyük film şirketi güçlerini birleştirmişti: Kuzey Kore’den Kore Sanat Film Stüdyosu ve Shin Films, Japonya’dan Toho Company, Çin’den Pekin Film Stüdyosu. Özel efektler film için çok önemliydi. Bunun için Japonya’dan özel efektler konusunda uzmanlaşmış bir sanat yönetmeni olan Yoshio Suzuki Kuzey Kore’ye davet edildi. Suzuki’nin ekibi Toho Company’de Pulgasari’yi geliştirdi. Modellemeden Nobuyuki Yasumaru sorumluydu.
Yazar Paul Fischer’e göre Shin, Japon kaiju türüne pek önem göstermiyordu. Film ona ithaf edilmiş olsa da Shin fikrin kime ait olduğunu söylememişti. Kim Jong-il bir Godzilla hayranıydı. 1984 yılında çekilen Godizlla Dönüyor filmini izlemişti. Filmi Toho Company çekmişti. Kim Jong-il, hem Japonya pazarında yer edinebilmek hem de özel efek konusunda başarılı olacaklarını düşündüğü için aynı ekibin filmde yer almasını istiyordu.

Filmdeki başrol, daha önce yine Kuzey Kore’de Shin tarafından yönetilen Love, Love, My Love filminde başrol oynayan Chang Son Hui’ye verilmişti. Toho’nun özel efekt sektöründeki 15 çalışanı da Shin tarafından çekimlere davet edildi. Kim, o filmde süit aktör olarak görev alan Kenpachiro Satsuma’yı çok beğendiği için Pulgasari’yi de onun oynamasını istemişti. Tabii Satsuma, projenin bir Hollywood filmi olacağı söylenerek kandırılmıştı. Pekin Film Stüdyosu’nda da Çinli bir özel efek uzmanı işe alındı.
Filmin ana çekimleri 1985’in yaz aylarında, özel efektli çekimler ise Eylül-Aralık arasında yapıldı. Kalabalık bir ekip, bol soslu özel efektler ve gerçekçi maskeler, filmin o zamanın kuruyla 2-3 milyon dolara eşdeğer olan 200-300 milyon Japon yenine mal olmasına neden olmuştu. Bu, Kuzey Kore sineması için rekor demekti. Tam 13 bin figüranın yer aldığı film, Kore Halk Ordusu tarafından da desteklenmişti. Bu ilginç tecrübesi hakkında Satsuma şunları söylemişti:
“Herhangi bir Kuzey Koreliyi filmde ücretsiz bir şekilde oynatabiliyorlardı. Shin Sang-ok bana ekstra sahneler için istediğiniz kadar insan ayarlayabileceğinizi söyledi. Ordu gidip insanları alırdı ve onlar da gelirdi. Yani, bu anlamda hiç de para meselesi değildi.”
Satsuma, Shin’le yapım sırasında yalnızca bir kez konuşabildiğini, bunda da ona, Güney Kore’ye dönüp dönmeyeceğini sorduğunu, Shin’in de böyle bir kararın şimdilik politik bir karışıklığa yol açabileceğini söylediğini iddia etmiştir. Satsuma ve bazı Güney Kore kaynaklarına göre projenin sonlarına doğru yönetmenlik koltuğuna Chong Gon-jo geçmiştir.
Yurt dışından getirilen tüm ekip Kim Jong-il’ın villasına yerleştirilmişti. Ekipteki her çalışana özel bir oda tahsis edilmişti. Satsuma’ya göre odalar dinleniyordu. Bunu da ilginç bir olayın sonunda anlamışlardı; ekip üyelerinden biri, odasında arkadaşıyla konuşurken Japon birası içmeyi ne kadar özlediğinden bahsetmiş, ertesi gün odalara Japon birası eklenmişti. Kim Jong-il villaya sık sık geliyor, ancak ekiple yüz yüze temaslarda bulunmuyordu.
Film tamamlandıktan sonra Shin, özel korumalar eşliğinde filmi 36. Berlin Uluslararası Festivali’nde batılı film dağıtım şirketlerine göstermek için Berlin’e gitti. Ancak Pulgasari’nin gösterim macerası en azından Kuzey Kore için pek uzun sürmedi. Çünkü yalnızca bir yıl sonra Shin ve Choi kendilerini adım adım izleyen Kuzey Koreli yetkililerden kaçıp Amerika Birleşik Devletleri’ne sığınmışlardı. Böylece film, sonsuza kadar Kuzey Kore’de yasaklı filmler listesine alındı. Tabii işin içinde Kuzey Kore gibi kapalı bir ülke olunca net bilgilere ulaşmak da zor oluyor. Bazı bilgilere göre film Kuzey Kore’de gösterime girmiş, büyük de bir ilgi görmüştü. Hatta ve hatta sinem salonlarındaki büyük ve aşırı coşkulu kalabalıklar nedeniyle can kayıpları yaşandığı bile ifade edilmişti.

Esaretten Kurtuluş
Choi ve Shin çifti sekiz yıl süren bir esaretin sonunda kaçmaya karar vermişti. Bunun için önce Kuzey Kore’ye kendi istekleriyle gelmediklerini, zorla getirildiklerini ispatlamaları gerekiyordu. Çünkü her ne kadar Kuzey Kore kadar olmasa da Amerika ve Güney Kore de bazı paranoyaklık belirtileri gösteren ülkeler arasındaydı. 19 Ekim 1983’te Kim Jong Il ile yaptıkları bir konuşmayı gizlice kaydettiler. Bu konuşmada Kim Jong Il, açıkça Kuzey Kore’nin film endüstrisini geliştirmek için Shin ve Choi’yi kaçırdıklarından bahsediyordu.
Pulgasari’nin bitişiyle birlikte Kim Jong Il daha büyük proje için kolları sıvamıştı. Cengiz Han’ın hayatını anlatan bir film çekmek istiyordu. Bunun için de Choi ve Shin’i filme finansman sağlayacak birilerini bulmaları için Viyana’ya yolladı. 12 Mart 1986 günü Viyana Intercontinental Hotel’e geldiler ve burada röportaj bahanesiyle korumaları kendilerinden bir nebze olsun uzaklaştırabildiler. Bu, onların tek kaçış fırsatıydı. Bunu iyi değerlendirdiler ve caddeye kaçıp kendilerini boş bir taksiye attılar. Korumalar, çiftin kaçtığını anlamıştı. Onlar da taksinin peşine düştü. Ancak Shin ve Choi kendilerini korumalardan önce Amerikan elçiliğine atmayı başarmışlardı. 22 Mart 1986’da New Yor Times’da yayınlanan bir haberle bu olay tüm uluslararası kamuoyuna duyurulmuş oldu.
Kim Jong-il, bu “ihaneti” kendine yediremedi ve ikilinin zorla kaçırıldığını sürekli olarak reddetti. Üstüne üstlük Cengiz Han filminin çekimi için ayrılan parayı da çalıp kaçtıklarını söyleyerek çitayı biraz daha yükseltti. Ancak bundan sonrası için her çaba nafileydi. Kaçıştan üç yıl sonra çift Amerikan vatandaşı olup isimlerini değiştirdi. Shin, Güney Kore’ye dönmek istemiyordu çünkü kendi ülkesinin hükümetinin ona inanacağını düşünmüyordu; ancak 1994’te ülkesi Güney Kore’ye dönmeye karar verdi. Son olarak 2002 yılında Kyeoul-iyagi (Kış Hikâyesi) adlı filmle sinema kariyerini noktaladı. 2006 yılında da hayatını kaybetti. Eşi Choi Eun-hee ise 2018 yılında 91 yaşında hayatını kaybetti.
Son Perde
Sinema tarihinin en ilginç, en tuhaf ve belki de en trajikomik hikâyelerinden biri böyle yaşanmış ve son bulmuştu. Shin Sang-ok ve Choi Eun-hee’nin yaşadıkları, sinemanın yalnızca bir sanat dalı olmadığını, aynı zamanda ideolojilerin, tutkuların ve hatta saplantıların da bir aracı olabileceğini gösterdi. Bugün geriye dönüp baktığımızda, bu hikâye sadece bir kaçırılma vakası değil, aynı zamanda sinemanın sınırları aşan gücüne dair bir hatıra olarak kalıyor. Ve belki de en önemlisi, sinema, ne kadar kontrol edilmek istenirse istensin, sonunda her zaman özgürlüğün bir yolunu buluyor. Aslında bu kaçış hikâyesinin senaristi de Kim Jong-il’di; ancak bu defa hikaye onun istediği gibi sona ermemişti…