Netflix ve Değişen Sinema Algısı

Yazan: Timur Recep Yıldız

Bir Yapım: Netflix

“Netflix, 190’dan fazla ülkede 139 milyon üyesinin farklı türlerde ve dillerde diziler, belgeseller ve sinema filmleri izlediği dünyanın lider internet eğlence hizmetidir. Üyeler yayınları istedikleri kadar, istedikleri zaman, istedikleri yerde, internete bağlı tüm ekranlarda izleyebilirler. Yayınların tamamını reklamsız olarak ve herhangi bir taahhütte bulunmadan oynatabilir, durdurabilir ve daha sonra izlemeye devam edebilirler.”

Netflix resmi sitesinde kendini bu şekilde tanıtmaktadır. Netflix, bugün bu kadar geniş, içerik üretici ve dağıtıcı bir şirket. Ancak şirketin ilk kuruluşu sadece Amerika merkezinde dağıtım yapan, bir DVD kiralama şirketi olarak olmuştur. Yani şirketin amacı, bir zamanlar sinema salonlarında gösterilmiş filmlerin, kişilerin özel olarak bu filmleri, diledikleri zaman diledikleri yerde izlemelerini sağlamaktı. Akıllıca bir yöntemdi ama şirket kısa zaman sonra kendilerine benzeyen pek çok DVD kiralama şirketinden farklı olarak, bir şey yapmaya karar verdi.

Netflix
Netflix

İnternet teknolojisinin çok gelişmesiyle her eve gelen internet artık DVD filmlerin yerini almayı başarmıştı. Netflix, bu düzene derhal ayak uydurdu ve eski usulle teknolojiyi birleştirdi. Elinde bulundurduğu filmleri internet sayesinde kullanıcılara sundu. Bu yöntem çok kullanışlıydı ve daha az maliyetliydi. Netflix, bu atağın ardından çok daha büyük ticari girişimde bulunarak telif haklarından kurtulmak adına, hazır aldığı içerikleri bu defa kendi üretmeye başladı. Kısa zamanda bu işten çok karlı çıkan şirket dünyaca ünlü yıldız oyuncuları, senaristleri ve yönetmenleri kendi çatısı altında birleştirdi. Ürettiği içerikler film festivallerinde sergilendi. Ve pek çok ödül aldı bu filmler. Bu noktadan sonra Netflix ciddi kullanıcı kitlesi ile birlikte sert bir eleştirici kitlesini de karşısında buldu.

Tepkiler o kadar çok büyüdü ki bir çok festival Netflix filmlerinin yarışmalara dahil olamayacağını açıkladı. Buna karşın, bazı sinema salonları Netflix filmlerini salonlarında gösterime sundu. Yani kısacası sinema dünyası ikiye bölündü. Bir grup; Netflix yapımlarını film olarak görürken, diğer grup bu yapımların sadece video içerik olarak değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Ve ortaya şu soru çıktı; film nedir? Bağımsız Sinema olarak değineceğimiz asıl konu işte tam olarak bu. Bu konun anlatımı ise genel sinema tarihine bakarak ve özelde sinema sanatındaki büyük gelişimleri analiz ederek yapacağız.

Sanat No:7 Sinema

Sanayi devrimi ile başlayan teknolojik yenilikler 19. Yüzyıllı buluşların mucitlerin yüzyılı olmasını sağladı. Özellikle Avrupa’da parlak zihinler sürekli yenikler peşindeydi. Temelinde insan hayatını kolaylaştıran; hız, zevk ve heyecan odaklı bu teknolojik yenilikler insanlar tarafından da anında kabul görüyor ve hayatların bir anda bir parçası haline geliyordu. Araba, uçak, buzdolabı vs. Teknoloji bu yüzyıl içerisinde insanların her ihtiyacına bir şekilde cevaplar, çözümler arıyordu. Her yeni buluş ise hemen kabul görüyor ama kısa zamanda bu yenilikler hızla tüketilip yenisi arzulanıyordu insanlar tarafından. Sosyolojik olarak bakıldığında o döneme; her açından yavaş yavaş “Modern İnsan” tipolojisi oluşmaya başlamıştı. Sosyal hayat odaklı bu gelişmeler zamanla sanata da yansıdı. 1800’lü yıların başında ortaya çıkan fotoğraf aynı yüzyılın sonlarına doğru hareketlenmeye başladı ve sinema adında yeni taze sanat dalı ortaya çıktı. Özetle nicelik olarak tamamen teknolojik gelişmenin sonucu; nitelik anlamında ise tüm sanatları bütününe alıyordu bu sanat. Yani sinema, o dönem insanlarının sanat-teknoloji anlamında tüm ihtiyaçlarına da cevap vermişti.

Netflix
The Great Dictator

1895 yılında çekilen ve gösterilen ilk filmden, bu günlerde gösterimde olan herhangi bir filme baktığımızda, o değişim ve gelişimin ne denli büyük olduğunu görebiliriz. Sinema sanatının temelinde olan hareket ve ışık hiçbir zaman yerinde durmadan devam ede gelmiştir ve her zaman devam edecektir. Ancak bu değişimler ve gelişimler; izleyici ve sanatçı taraflarında her zaman tamamen kabul görmemiştir. İlk sesli film sinema dünyasının yaşadığı en büyük yeniliklerden biriydi. İlk sesli film 1927 yılında ait olan; ‘The Jazz Singer’ (Caz Şarkıcısı)’dır. Charles Chaplin ise sessiz sinema dünyasının en büyük yönetmenlerinden biridir.

Ancak kendisi bu yeniliğe hiç aldırış etmedi, hatta sinemada; müzik dışında olan diyalogların çok gereksiz ve anlamsız olduğunu savundu. Sinemadaki bu yeniliğin, yani tek anlatım dili ile sinemanın evrensel anlatısının (ses ve ışık merkezli) kırılacağını savundu. Ve bu konuda da baskılarda bulundu. Sesin sinemada kullanılmasına aldırış etmeden kendi çizgisinde kaldı.

1938 yılında ‘Charles Chaplin Carnival’ (Charles Chaplin Karnavalı) adlı o harika filmi çektiğinde insanlar tarafından hiç ilgi görmedi. Çünkü insanlar içinde konuşmaların geçtiği o filmlere alışmışlardı bile… Charles Chaplin bu kararını 1940 yılında değiştirdi ve ‘The Great Dictator’ (Büyük Diktatör) filmini çekti. Büyük Diktatör filmi tam manasıyla, sadece hükümet ve diktatörlere olan bir eleştiri filmi değildir. Aynı zamanda toplumun bu mekanik yapısını da ağır bir şekilde eleştirir.

Sinema ilk olarak kısa formatta ve siyah-beyazdı, zamanla filmlerin süresi uzadı ve filmler sessizden sesliye geçti. Ama sinemanın yenilikleri hala devam ediyordu. 1939 yılında tam manasıyla ilk renkli film olan ‘The Wizard Of Oz’ (Oz Büyücüsü) çekildi. İzleyiciler tarafından heyecanla karşılandı ve hemen kabul gördü. Artık o siyah beyaz film algısı, sadece birkaç yıl içinde insanlar tarafından burun kıvrılır hale gelmişti. İçerik olarak harika olan filmler, sırf siyah beyaz olduğu için anında değersizleşebiliyordu.

Bu dönemin en önemli yönetmenlerinden biri olan Ingmar Bergman Sinematografi İnsan Yüzüdür kitabında siyah beyaz filmlerin, sinema sanatı anlamında fazlasıyla yeterli olduğunu söylemiştir. Ve uzun yıllar boyunca bu düşüncesini koruyarak bu şekilde filmler çekmeye devam etmiştir. Yönetmenin 1963 yılında çektiği ‘Tystnaden’ (Sessizlik) çok büyük beklentiler içerisinde gösterime girdi fakat ne yazık ki siyah beyaz olması filmin gerçek değerini görmesini engelledi.

Bu filmden bir yıl sonra artık renkli film çekeğini söyledi Bergman. Çok rahat finansör-yapımcılar buldu. 1964 yılında ‘För Att İnte Tala Om Ala Dessa Kvinnor’ (Bütün O Kadınlardan Söz Etmeden) filmi vizyona girdi. Film siyah beyaz olmamasının dışında da pek çok üslup bakımından da Bergman’nın tarzının dışında bir filmdi, fakat film tüm bunlara rağmen izleyici nezdinde büyük ilgi ile karşılandı ve çok beğenildi.

Sessizlik

Perdesiz Sinema

“İnsan her şeyin ölçütüdür.” Der Miles’li düşünür Protagoras (Pisagor). “Var olanların varlıklarının da var olmayanların var olmadıklarının da.” Bu kriterden sanat özelinde filme; Toplum özelinde bireye baktığımız da bugün en çok tartışılan Netflix meselesini çok rahat anlayabiliriz. Sanat özelinde film; iki temel öğe üzerine kuruludur.

Bu temel öğelerden biri ışık diğeri ise harekettir. Bu iki temel öğe, bir görüntünün film olmasını sağlar. Eğer bu filmi bir yansıtıcı vasıtasıyla perdeye yansıtırsak bu şey sinema filmi olur. Bu yansıtma durumunu ise sinema tarihinde yaşanmış ses ve renk kadar isteğe bağlı bir özellik olarak görmekte fayda var. Yani sanatçının tercihinin ötesinde bir şey değildir. Örneğin bir heykeltıraşın eserini AVM’de yada antik bir tapınakta sergilemesi o eserin özünde bir değişiklik kesinlikle yaratmaz. Ambiyans sadece izleyicilere farklı bir tecrübe yaşatır.

Toplum özelinde bireye baktığımda; Yüzyıl içerisinde geniş aile biçiminden, çekirdek aileye geçtik. Son yirmi yılda ise aile kavramının da çok zedelendiğini görüyoruz. Günümüzde ise neredeyse hane başına birer insanın düştüğü, bireyin yalnızlaştığı modern toplumlar(?) dünyanın büyük kısmını oluşturuyorlar. Ve Netflix şirketi bu noktada sadece şunu yapıyor: Topluma; ücreti mukabilinde hizmet sunuyor. Netflix için son soru şu; yapığı işler, ürettiği içerikler ve sunduğu hizmetler, toplumu yalnızlaştırıyor mu yoksa yalnızlaşmış toplumu analiz ederek bu yapıya göre içerikler mi üretiyor?

İnsan olarak yenilikleri her zaman sevmişizdir. Sinemanın bize sunduğu o sihirli dünyayı zamanla özde insan olarak – sanatçı yada sanat sever- – bazı değişiklere maruz yaptık. Chaplin seslendi Bergman renklendi. Şimdilerde ise evimizde sihirli sanatı izlemek istiyoruz. İnsan ve sanat var olduğu sürece bu sinemanın sihri daha çok şekil değiştirecek ama bir şekilde varlığını, daima sürdürecek.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir