Ama En Zoru Eve Dönmektir: Angst

Yazan: Deniz Kuş

Bu yazımızda siz okuyucularımıza sinema tarihinin en tartışmalı filmlerinden olan, Gerald Kargl imzalı 1983 Avusturya yapımı Angst’un derinlemesine analizini yapmaya çalışacağız. Yazı spoiler içereceğinden filmi izlemeyenlerin okumamasını tavsiye eder, okuyacak olanlara ise keyifli okumalar dileriz.

Hapisten çıkan genç katil Psikopat, rastgele cinayet işlemek istemektedir. Bunun için şansını denemeye koyulur ancak tesadüfen denk geldiği bir aile, çıktığı bu yolculuğu çok başka noktalara taşıyacaktır.

Angst, her şeyden öte sevgisizlik üzerine bir film. Hiçbir karakterin isminin verilmemesi oldukça önemli. Katilin isminin Psikopat olarak geçmesi ve film boyunca onun dış sesinin eşliğinde ilerleyen kamerayla birlikte cinayetlere, Psikopat’ın yaşantısına tamamen onun gözünden şahit oluyoruz. Yönetmen Gerald Kargl ile Psikopat’ı olağanüstü şekilde canlandıran Erwin Leder’in uyumu da burada net bir şekilde ortaya çıkıyor. Filmin başından itibaren sezdirilen bilinmezlik atmosferi zaman geçtikçe net ve bilinçli bir dünyaya evriliyor. Burada renk kullanımının da önemine değinmemiz gerekiyor. Tamamen soluk, beyaz, gri, siyah gibi renk paletinin hakim olduğu film buz gibi bir atmosferin yaratımında da oldukça yerinde bir seçim olarak göze çarpıyor. Öte yandan renk kullanımının önemi filmi, dolayısıyla cinayetleri onun gözünden izlediğimiz Psikopat’ın ruhunun, içinin duygusuzluğunun, kirliliğinin ve saf kötülüğünün de anlamlı bir dışa vurumu olarak karşımıza çıkıyor.

“Kodeste tek başıma olmam benim için daha iyiydi. Ama şu insana işkence yapma dürtüsü, kurtulmayı başaramadığım tek şey. Eğer tam anlamıyla özetlemem gerekirse hayatımın yarısından fazlasını parmaklıklar arkasında geçirdim. Ben asla zevk için cinayet işlemedim. Her zaman az da olsa sebepler vardı. Biliyorum, tekrar olacak. Olmak zorunda. Fakat bu sefer yakalanmayacağım.”

Şehirde oradan oraya dolaşan katil, yukarıda kendi söylediklerinden de anlayacağımız üzere çok kez dış sesiyle onaylanmak, görülmek, herhangi bir tepki görmek için de çok uğraşıyor. En çok istediği şeylerden birisi de dikkat çekmek. Kahvaltı etmek için girdiği kafede oturan genç ve güzel iki kadını bakışlarıyla uzunca bir süre süzmesi, dış sesiyle onlarla konuşması da karakterin bu birey olma konusunda yaşamakta olduğu içsel çatışmalarının ve çok yoğun şekilde boğuştuğu varoluşsal git gellerin de ispatı olarak önümüzde duruyor.

Film ilk başta oldukça belgeselvari bir şekilde açılıyor. Olay gerçekte de yaşanmış olmasıyla zaten oldukça çarpıcı iken ilk cinayet sahnesine direkt açılışta şahit oluyoruz. Yukarıdaki itiraflarla birlikte katilin annesiyle olan hastalıklı ilişkisi ayyuka çıkarken psikolojisiyle ilgili de oldukça bilgi ediniyoruz. Bu cinayet katilin ilk olarak hapse düşmesine neden olan cinayet aslında ve ateş etmeden önce kurbana doğru silahını doğrultarak; “şimdi ateş ediyorum” diyor ve kapıyı açan yaşlı kadını öldürüyor. Buradan sonra da göreceğimiz üzere kurbanlar genellikle kadın, bu katilin içindeki mizojininin dışarıya yansıması olarak açıklanabilir. Bu uyarısının bir başka sebebi de daha ileri yerlerde bahsedeceğimiz üzere katilin onay alma motivasyonunda yatıyor.

Bu cinayetin sonrasında ise katilin çocukluğundan günümüze ve hapis sürecine dair kısa bir geçiş yapılıyor. Bu belgesel sekansında katilin çocukluğuna dair çok önemli bilgiler ediniyoruz. Belgesel sekansının sonunda ise kadraj tamamen katilin yüzüne yaklaşarak günümüze, hapisten çıkışına giriş yapıyoruz. Kameranın bu şekilde kullanılmasının başlıca sebebi ise yönetmenin seyirciyi aşırı derecede rahatsız etmek istemesi. Yani Hanekevari bir şekilde bire bir kendisini katilmiş gibi hissetmesini isteyerek hareket ediyor.

Yemekten sonra oradan ayrılan katil ilk önce öldürmek için seçtiği iki kişiyi bir türlü öldüremiyor, hatta bunu yapmaya çalışırken müthiş bir korkuya kapılıyor. Kendinden emin görülen haline rağmen bu ‘çocukça’ korkaklığının içinde nelerin gizli olduğunu ise daha sonra öğreniyoruz. Babanın olmadığı, anne, kızı ve zeka özürlü yetişkin bir oğulun olduğu villayı andıran daireye girdiğinde ise her şey tam anlamıyla netleşiyor. Birbirleriyle iletişimleri son derece kesik olan aile üyelerinden erkek ‘yetişkin’ bir tekerlekli sandalyeye mahkum ve normal insanlar gibi konuşamıyor, iletişim kuramıyor ve öyle hareket te edemiyor. Hayatlarını yaşamakta olan anne kız dışarıdan eve döndüklerinde katil ile karşılaşıyorlar. Katilin öldürme eylemi ise oldukça zorlu ve klasik, popüler sinema anlatılarından 180 derece farklı olarak karşımıza çıkıyor.

Herhangi bir empatiyi kesinlikle doğru bulmayan yönetmen Gerald Kargl, kamerayı son derece öznel, kişisel kullanmasına karşın dış görünüşünden hareketlerine hiçbir şekilde ilgi çekmeyecek Erwin Leder’in kusursuz oyunculuğunu da yanına alarak şiddetin yanlışlığını, kötülüğünü adeta dağlara taşlara yazıyor. Şiddet anlarında, cinayet sahnelerinde ise en ufak bir estetikliğe yer vermeden, sahneleri oldukça uzun tutarak ve o anlarda kamerayı da amatör gibi çok fazla hareket ettirerek seyirciyi mümkün olduğunca irrite etmeyi hedefliyor ve bunu başardığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Sonradan anlıyoruz ki katilin ailesiyle ile ilgili geçmişte yaşamış olduğu problemler bu toplu aile cinayetinde baş motivasyon olarak karşımıza çıkıyor. Babasını tanımamış, annesi ve kız kardeşi tarafından da hiçbir şekilde sevilmemiş olan Psikopat katil, özellikle kurbanlarının arasında tıpkı kendisi gibi yetişkin bir erkeğin olmasıyla bu işten daha da büyük haz almaya başlıyor. Kendisi gibi yaşamış, kendisinin çektiklerini çeken birisini boğarak öldürdükten sonra buna sebep olan, bir nevi kendi annesi ve kız kardeşinin de farklı şekillerde ancak son derece kanlı şekilde öldürmesi ona hayatının en büyük ‘ödülü’ oluyor.

Başlıktan da anlayacağımız üzere katil aslında bu toplu cinayeti işleyerek eve dönüşünü kutluyor. Kendi ailesini bu kurbanların yerine koyarak en ufak bir pişmanlık veya insani bir duygu hissetmeden bu cinayetleri işlediğinde kendince görevini, yaşama amacını tamamlıyor. Özellikle genç kadının ölüm sahnesindeki inanılmaz vahşet ve hatta yamyamlık katilin saf kötülüğünün açık belgesi olarak önümüzde duruyor. Cinayetler sonrasında ise evde son derece normal davranması, duşa girmesi, birkaç bir şey atıştırması, üstünü değiştirmesi gibi sahneler de herhangi bir modern aile içinde şiddetin, kötülüğün ne kadar olağan olabileceğini de gözler önüne seriyor. Kadının arabasına cesetleri zorla tıktıktan sonra ise katil aynı kafeye gelerek yine o ilk sahnelerde gözleriyle süzdüğü, hayran olduğu kadınlara bakmaya başlıyor. Burada içten içe beklediği toplumdan onayı hiçbir şekilde alamıyor ancak diğer amacına ulaşıyor; o da dikkat çekmek.

Sergilediği son derece garip hareketlerle kafede oturan müşterileri ve sokaktaki insanları arabanın bagajına toplamayı başarması ve kaçmaya çalışırken de polisin gelmesiyle katil yakalanıyor. Film boyunca adeta bir doğum, yaşam ve ölüm üçgeninde ilerleyen film, ‘yetişkin’ bir erkek bireyin önce tıpkı yeni doğan bir bebek gibi sokakta başıboş, bilinmezlik içinde dolaşmasını, bilinç edinip korkularını aşınca üç kişiyi öldürmesini ve finalde de polise yakalanırken ki anlarını işleyerek şimdiye kadar hiç görmediğimiz bir ‘modern insan’ prototipi çiziyor. Bunu yaparken, özellikle katilin içine işlemiş derin mizojini, muhtemelen çocukluğunda yaşamış olduğu istismarlarla birlikte muhtemelen dünyadaki en ağır eksiklik olan sevgisizliği pekiştirerek karşımıza isimsiz bir KATİL çıkartıyor.

İsimsiz olmasının sebebi de aslında tam olarak bu. Sevgisizlik işin içinde olduğu zaman bu aslında hepimiz olabiliriz, hepimiz katil olabilir, kadın düşmanı, insan düşmanı, kısacası canlılara, her şeye düşman olabiliriz. Film özellikle yukarıda bahsetmiş olduğumuz çocukluk, belgesel kısmıyla adeta bir uyarı niteliği taşıdığını da bize gösteriyor. Tüm dünya insanlarına dair, kötülüğün ne kadar olağan ve ulaşılabilir olduğunun ve bunun da maalesef sadece insanın kendisinin elinde olduğunun altı çiziliyor. Saf kötülükle adeta yıkanmış olan bir insanla ilgili bu belgeselvari ve son derece deneysel, sürreal Angst filmi çarpıcılığı ve keskinliğiyle sinema tarihinde özel bir yerde olmayı hak eden özel yapımlardan.

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir