Walt Disney’den Osamu Tezuka’ya Amerikan ve Japon Canlandırma Sineması

Yazan: Ramazan Kaba

“Sinema bir iletişim aracı olarak eğlence ve bilinçlendirme işlerini de yerine getirmektedir. Son yıllarda ise canlandırma sineması genel sinema alanı içerisinde, dünyada çok izlenen ve kitleleri etkileyen bir tür olarak ortaya çıkmıştır. Canlandırma sineması, hareketsiz nesneleri, resimleri, çizimleri tek bir resim çekebilen kamera aracılığıyla teker teker görüntüleyip birbirine ekleyerek, hareketli görüntüler elde etme yöntemidir” (Teksoy, 2013, s. 45).

Geçmişi sinemanın bulunuşundan önceye dayanan canlandırma ilk kez 1914 yılında Hollywood’ta kimliğini kazanmıştır. Canlandırma sineması tarihinin ilk ve en popüler kahramanı ise Walt Disney’in yarattığı “Mickey Mouse”tur (Güngör, 2015). Walt Disney yapımlarını devam ettirerek pek çok popüler canlandırma filmi sinemaya kazandırmıştır.

Mickey Mouse

On altı yaşında, bir illüstratör olarak kariyerine başlayan Walter Elias Disney (1901- 1966), sanat okulunu bitirdikten sonra kendi Laugh-O-Gram-Corporation adlı şirketini kurmuş ve Ub Iwerks ile ilk kısa filmlerini yapmıştır. Yeteneğinin yanı sıra ticari zekası ve öngörüleri ile, 1923’te kurduğu canlandırma ve film sektöründe günümüzün en büyük ve başarılı şirketi olan Walt Disney stüdyolarının tohumlarını atmıştır (Disney, 2010).

Walt Disney, tüm dünyada tanınan, en ünlü çizgi film karakteri olan Mickey Mouse’u 1928’de yaratmıştır. Micky Mouse karakteri hala popülerliğini korumaya devam etmektedir. Sadece çizgi film olarak değil, t-shirt baskısından oyuncaklarına kadar çok geniş bir ürün yelpazesiyle bir ticari mala dönüştürülmüştür (Türker, 2011).

Walt Disney

1928-1938 yılları arasında çizgi film bir sinema eğlence aracı olarak olağanüstü bir gelişim gösterir. Animasyonun on yıl gibi kısa bir sürede sinemaya taşınarak sesli filmlerin üretilmeye başlamasıyla, Walt Disney yapımı filmler öne çıkar. Masal kahramanlarının sinemadaki yerini, animasyonlar almıştır. Bu filmler arasında 1928 “Micky Mouse’’, “Donald Duck”, “Silly Symphonies” ve ilk sesli çizgi film “Steamboat Willie”sayılabilir. Renkli ve kısa filmler dalında Oscar kazanan ilk film Flowers and Tress” ve ilk uzun metrajlı film olan Snow White and the Seven Dwarfs” bu dönemin diğer filmlerindendir (Tezcan, 1990).

Walt Disney’den bu yana canlandırma filmler hem içerik boyutunda hem de teknik boyutta büyük gelişmeler göstermişlerdir. Bilişim teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla birlikte; sinemalarda, televizyonlarda, etkileşimli CD’lerde ve internette canlandırma filmler farklı amaçlar doğrultusunda da kullanılmaktadır.

Çocuklara ve gençlere yönelik sinema filmleri özellikle de canlandırma filmleri bu bağlamda çok önemli bir araç olarak görünmektedir. Bu bağlamda en büyük canlandırma şirketi olarak Disney, hem çevreci, hem eğitici hem de eğlendirici bir konseptle şirket stratejisini belirlemiştir (Güngör, 2015). Bu üç özelliği kendine ilke edinen şirket, hayvan karakterini insan gibi davranan, insani değerlere sahip, çevre etiğine duyarlı biçimde tasarlamıştır.

Günümüz sinema endüstrisi içinde, canlandırma sanatı kendine özgü bir yapım alanıdır. Canlandırma film sanatı aynı zamanda sinema filmlerinin, reklam filmlerinin ve bilgisayar oyunlarının anlatısı içinde kapladığı yer nedeniyle, bu alanlardaki yapımcılık açısından yapımda dikkate değer yere sahiptir. Bu geniş kapsamı içinde, canlandırma film yapımcılığı kendine özgü endüstriyel, teknik ve estetik konular barındırmaktadır” (Özden & Ülgen, 2015, s. 24).

Çizgi film endüstrisinin en başarılı ismi Walt Disney, modern sanat alanına filmlerinde kullandığı yeni formlar ve tekniklerle başarılı bir giriş yapar. Sergei Eisenstein, Disney’in modernist estetik anlayışına değerlendirme yaparak, 1940’ların başında kaleme aldığı yazısında Disney’in eserlerinin Amerikan halkının sanata yaptığı en büyük katkı” olduğunu belirtmiştir (Watts, 1995, s. 90). [1]

Bu övgü aslında Disney’in modernist kültür algısına yapılmıştır. David Low 1942 yılında New Republic’de yayınlanan yazısında Disney’i Leonardo da Vinci’den bu yana grafik sanatının en önemli figürü olarak nitelendirmiş ve onun piyasaya girişini “geleceğin Yeni Sanatı’nın başlangıç noktası” olarak tanımlamıştır (Watts, 1995, s. 86). Estetik yanı realizmin çekiciliği ile çatışan Disney, Watts’ın da belirttiği gibi ‘’Duygusal Modernist’’ olarak benimsenmiştir.

Çizgi filmlerin karakteri olması, öykülerin klasik anlatımı ve estetik değerlerin geleneklere bağlı kalması bu dönem içindedir. Disney, gerçekleştirdiği filmlerinde, folklore, biçimsizliğe, çocuksuluğa ve nedensellikten uzak durmaya olan ilgisi ile modernizmi birleştirerek sofistike olmayan zevklere geçerlilik kazandırmış ve yenilikçi ama natüralist görsellerle desteklediği filmleriyle kendi ayırt edici kimliğini oluşturmayı başarmıştır” (Kaba, 2014, s. 167-168).

Disney’in fantezi ve gerçek arasında uyguladığı natüralist yaklaşımının gözlemlendiği, ilk uzun metraj filmi Snow White and the Seven Dwarfs”ın (1937) öyküsü Avrupa kaynaklıdır. Avrupa’nın folklorik öyküsünün çizgi film yapılması fikri, modernizm anlayışı içinde, Batı dışındaki kültürleri ödünç alarak Amerika ve Avrupa kültürlerini harmanlayıp yüksek ve alçak kültür arasındaki engelleri kaldırma çabası olarak yorumlanabilir. Modernist Disney’in, insanın içini ısıtan fantezilerden korkutucu tehlikelere kadar pek çok öğeyi içeren duygusal izgelerinin yansıdığı film gösterime girdiği dönemde çok beğeni kazanır (Kaba, 2014).

Film eleştirmeni Cyrus LeRoy Baldridge’e göre; “Snow White and the Seven Dwarfs” ‘fotoğraf’ gibi doğal: ‘halk gelenekleriyle yayılmış bir peri masalı’ gibi inandırıcıdır. Realizm ve soyutluk arasında başarılı bir bütünlük yakalayan Walt Disney, bize canlı film çekimlerinin sunamadığı pek çok şeyi sunmayı başarmıştır (Watts, 1995, s. 95).

Snow White and the Seven Dwarfs

Bu yapıt aynı zamanda Amerikan hayatındaki ilişkilere ait sembolik temel-anahtar öğeleri ve organizasyonları içermektedir (Wells, 2002, s. 47). [2] Bu filmle birlikte çizgi filmin Amerikan popüler kültürünün bir parçası olma yolundaki ilk adımı atılır. Disney, “Snow White and the Seven Dwarfs” ile edebi masalları kendine mâl ederek, yirminci yüzyılın en kabul edilebilir masalları etiketine kendi imzasını atmıştır (Zipes, 1995, s. 34).

Modernizm döneminde ortaya çıkan çizgi film sadece bir eğlence aracı olarak var olmamıştır. Özellikle ABD’de ulusal geçmişin yansımaları üzerinde, ulusal kimliği yaratma, kültürel otoriteyi koruma ve yayma görevini de üstlenmiştir. Çizgi filmin bu anlatı üstünlüğü nedeniyle eğlenceden, propagandaya ve eğitime kadar birçok alanda eserler üretilmiştir.

“Büyük Buhran dönemi, 2. Dünya Savaşı ve sonrası Modern Amerika’nın yeniden yapılanma sürecinde kültürlenme, ekonomik refah ve ülkenin yaşanabilir en güzel yer ideolojisinin oluşma sürecinde, Disney’in ideolojik filmlerindeki macera ve masumiyeti ön planda tutarak belirli bir bilgiyi, değeri ve arzuyu verme çabasında olduğu gözlenmektedir. Çok çalışarak zengin olmak, aklını kullanmak, bireycilik, şans bilinci popülerleştirilerek, meşru mülkiyet ilişkileri kırılır, iyi kahraman kazanır, kötü yabancı kaybeder ve her şey eskisi gibi normale döner. Gerçek tarih değiştirilir, yeniden düzenlenir ve kurgu gerçeğin temsili olur” (Alemdar & Erdoğan, 2011).

Bu var olan düzeni koruma çabasındaki Disney karakterleri Amerikan kültürünün baskın ideolojisinin belirli öğelerini yansıtır ve destekler.

“Disney filmleri çocuklara kim olduklarını, toplumun ne işe yaradığını ve yetişkinlerin dünyasında bir oyun ve fantezi dünyasının ne demek olduğunu gösteren hikayelerini büyüleyici bir ideoloji ve masumiyet havasını bir araya getirerek anlatırlar. Bu filmlerdeki yönlendirici haklılık ve kültürel otorite eşsiz sunumlarından kaynaklanır. Bu kültürel otoriteyi gizlemek için de baş döndürücü bir teknoloji, ses efektleri, eğlence şeklinde paketlenmiş görseller, süratli reklam ürünleri ve sıcacık hikayeler ile süslenmiş medya aracını kullanır” (Grioux, 1994). [3]

Amerika ve Japonya canlandırma film alanında sanayileşmiş iki ülkedir. Ürettikleri filmlerde canlandırma ile ilgili deneysel araştırma ve yorumlar ikinci plana atılırken, ticari kaygılarla üretilen filmlerde teknolojinin en son olanakları sonuna kadar kullanılmakta, filmlerin konusu kullanılan muhteşem efektlerin gölgesinde kalmaktadır.

Japonya’da batı üretimi çizgi filmlerin 1900’lerin başlarında gösterime girmesiyle kısa çizgi filmler üretilmeye başlanmıştır. İlk bilinen Japon animeleri (Japon çizgi filmi) 1917 yılında gösterime girmiştir. Oten Shimokawa’nın beş dakikalık animasyon filmi “Mukuzo Imokawathe Doorman” 1917 yılı Ocak ayında gösterime girmiş, Shimokawa kısa metrajlı ve deneysel filmlerle çalışmalarını sürdürmüştür. Bu yılda animeye önderlik eden tek isim Shimokawa değildir. Junichi Kōchi ve Seitarō Kitayama da geleneksel Japon halk hikâyelerine dayanan “The Monkey and the Crab” ve “Momotarō” adlı kısa animasyonları üretmişlerdir (Alicenap, 2012).

2. Dünya savaşında büyük çöküntü yaşayan Japonya’da savaş sonrası film üretimi azalır ve 1950’li yıllarda tekrar hız kazanır. 1956 yılında kurulan Toei Animation’ın ilk filmi Alakazam The Great” 1960 yılında gösterime girer. Disney’in ilk uzun metrajlı filmi Snow White and the Seven Dwarfs gibi, Alakazam The Great de farklı bir kültürden, Çin edebiyatında yeri olan “Batıya Yolculuk” romanından öykünerek üretilmiştir. Filmin görselliği ve tarzı da Disney’in filmlerinden etkilenmiştir. Batıya Yolculuk, Çin edebiyatının dört büyük klasik romanından biri olarak kabul edilir. Roman Tang Hanedanlığı zamanında Budist rahibi Xuánzàng’ın Hindistan’a doğru sutra olarak anılan Budist dinî metinlerini edinebilmek için giriştiği hac yolculuğunun etrafında gelişen efsanelerin kurgusal bir anlatısıdır (Kaba, 2014, s. 170). 2.Dünya savaşı sonrası 1963 yılında Osamu Tezuka’nın “Tetsuwan Astro Boy” televizyon dizisi ise Japonya’nın anime ile dünya çizgi film endüstrisinde tanınmasını sağlamıştır. Animenin en ünlü sanatçısı kabul edilen Tezuka Japonya’nın Walt Disney’i olarak tanımlanmıştır.

Osamu Tezuka

Anlatı dili ve grafik ifadenin, Japon çizgi romanı anlamına gelen mangaların etkisinde üretilen anime, 20. yüzyılda tüm dünyada çizgi film endüstrisinin ve popüler kültürün bir parçası olur. Birçok eleştirmen animeyi yeni bir sanat formu olarak tanımlar. Animenin temeli mangaların modernizm öncesi Ukiyo-e olarak adlandırılan Japon ahşap baskı sanatının bir uzantısı olduğu söylenebilir. Edo dönemi Ukiyo-e eserlerinin genelde esprili, grotesk ve hayali kişiler ile erotik içeriğe sahip betimlemelerinin etkileri hem manga hem de anime ile doğrudan ilişkilidir. Ukiyo-e eserleri, ilk örneklerin yapıldığı Edo Dönemi ve modernizmi de içine alan Meji Dönemi olmak üzere iki ana kategoride değerlendirilebilir.

“Edo Dönemi, Japonya’nın politik ve kültürel değişimlerini yaşarken, konularını kentsel yaşam ve kültürden alan Ukiyo-e resimler bu dönemin kültürel simgesi olmuştur. Emprosyonist ve Post-Emprosyonist ressamlar Degas, Monet, Van Gogh ve Cezanne’nin Ukiyo-e resimlerinden etkilendiği eleştirmenler tarafından kabul edilir. Meji Döneminde ise modernleşmeye başlayan Japonya’nın değişimini anlatan tasvirler, mimari, kültürel ve günlük yaşam farklılığı resimlere yansır. Perspektif, çok renk kullanımı bu dönem Ukiyo-e resimlerinde gözlemlenebilir. Ukiyo-e etkisinde üretilen manganın ise, 19. yüzyılda Aikawa Minwa’nın Manga Hyakujo ve ünlü Ukiyo-e sanatçısı Hokusai’nin eskizlerini ve vinyetlerini kapsayan Hokusai Manga ile birlikte kullanımı iyice pekişmiştir. Ancak “Manga” kelimesinin modern anlamıyla ilk kullanımı Rakuten Kitazawa’ya aittir” (Öztekin, 2011, s. 58).

Kitazawa’nın ilk çizgi bandı 1902 yılında JijiShinpo gazetesinin pazar ekinde yayınlanır. Resimsel öyküleme kültürüne dayanan mangalar Batı grafik mizahının geliştirdiği ardışık panel kullanımı, konuşma balonu ve dramatik resimleme yaklaşımından etkilenir.

Manga ve animelerin grafik ifade, resimsel benzerlikler ve konuları arasındaki temel bağının yanında, animelerdeki öykülerin önce manga halinde yapılmış olması ilginçtir. Her iki medyada Batı’ya oranla görselliğe çok daha fazla önem veren Japon kültürel mirasının yansımalarına sahiptir. Bunun ötesinde, animelerin öyküyü devam ettirmek için kullandığı sahne geçişleri, görsel manga anlatı tarzından gelmektedir. Bunun en büyük nedeni Tezuka gibi anime sanatçılarının aynı zamanda manga çizerleri olmasından kaynaklanır. Dolayısıyla, Batı tarzı çizgi filmlere göre animeler farklı sinematik anlatıma sahiptirler (Kaba, 2014). Anime eleştirmenleri Trish Ledoux ve Dougraney’in de işaret ettiği üzere, 1970’lerin Japon animasyon dizileri “uzak” mesafeden bakış sağlayan kamera konumlandırması, gösterişli çehreleri, alışılmışın dışındaki kamera açıları ve yüze aşırı derecede odaklanmasıyla; kavga-dövüşü orta karar bir uzaklıktan çekmeye meraklı Amerikan yapımı animasyonlarla zıtlık gösterir. (Napier, 2008).

Tezuka mangalara farklı bakış açıları, ses ve görsel efektler çizerek sinematik teknikleri kullanan ilk sanatçıdır. Tezuka ile beraber modern dönem mangalar politik kavgalar, eğitimsiz işçilerle ilişkilendirilen ve gerçekçi dramatik bir resimleme olan gegika’ya karşılık, büyük gözler, küçük ağızlar, renkli saçlar, değiştirilmiş vücutlu karakterler ve yalın çizgileri ile farklı bir grafik ifadeyi benimser. Bu ifade biçimi anime eserlerinde de devam eder.

Animeyi Disney tarzı filmlerinden ayıran diğer bir teknik özellik ise, kısıtlı hareketlendirme yöntemi ile çizilmeleridir. Bu teknik, animenin farklı estetik görsel dil kazanmasına neden olmuştur. Thomas Lemarre’e göre:”… beş ya da altı kareden oluşan çizimlerle çalışma zorunluluğu, animatörleri sayfalarca çizim yapmak yerine farklı düzenleme ve hareketlendirme teknikleri bulmaya yöneltmiştir. Bu süreç sonunda limited animasyon ve kendine özgü estetik özellikleri ortaya çıkarmıştır” (Alicenap, 2012, s. 23-24).

Uzun süre kameraya bakan sabit gözlerin bir kaç kare titreyen çizgilerle duyguyu vermesi, zıplayan karakterin arka planında renklerin hızla akması, konuşan bir karakterin sadece ağzının hareket etmesi gibi sahneler animenin görsel ifadesinin, kendine özgü estetiğinin örnekleridir. Batı tarzı filmlerin daha çok hareketle ifadesine karşın, animenin kısıtlı hareketlerle öyküyü anlatma çabası, onun mangalar olarak bilinen çizgi romanların anlatı diline sadık kalma isteği olarak yorumlanabilir. Animenin sadece Japonya’da değil Amerika ve Avrupa’da da başarılı olmasının nedeni, onun anlatı dilinin, karakter tasarımının ve grafik ifadesinin eski ve yeni kültürel etkilerin yeniden yorumlanmasından gelen farklılığı olduğu eleştirmenler tarafından kabul edilmektedir (Kaba, 2014).

Naiper’e (2008) göre: Japon toplumunun binlerce yıllık görsel ve yazınsal kültürünün Japon canlandırma sinemasının ve bu sinemanın en önemli bölümü olan animenin gelişiminde etkin bir rolü olduğu kesindir. Anime Japon yönetmenler tarafından Japon kültürünün aktarılma aracı olarak kullanılmış ve oldukça geniş bir yelpazede farklı anime türleri ortaya çıkmıştır.

“Anime Japon kültürünün aktarılma aracı olması yanında, Hajime Kamegaki’nin 3 Mart 2010 tarihinde Türkiye’deki bir çalıştayda belirttiği üzere Heidi (1974) gibi filmlerle Batı kültürünü Japon halkına anlatma aracı da olmuştur. Bunun yanında, Batı kültürel ürünlerine kıyasla, animenin kendine özgü tematik ve felsefi yapısının estetik sunumu çok daha derin ve kapsamlı öykü yapıları sunabilmektedir. Örneğin; Hayao Miyazaki tarihsel destanı “Prenses Mononoke” filminde, fantazi ve gerçeği ayrıntılı biçimde karıştırarak tarihsel kimliğin doğası sorununu irdelemiştir. Günümüzün sorunu olan sürekli değişim halindeki bir toplumda kimliğin değişen doğasını irdelemek ve bu konularda filmler yaratmak da animenin izleyiciler tarafından kabul görmesini hızlandırmıştır” (Kaba, 2014, s. 172).

Tezuka’nın Astro Boy dizisi ile başlayan animenin dünyadaki izleyici kitlesi “Dragon Ball” ve “Akira” gibi filmlerin üretilmesiyle 1980’li yıllardan başlayarak artmıştır. Miyazaki gibi sanatçıların filmlerinde kullandığı Japon kültürünün temeli üzerine batı kültürü öğelerini yerleştirmek, animeyi hem yerel hem de evrensel bir kültür aracı yapmıştır. Birçok ülkede anime karakterlerine benzemek için saç şeklini, kıyafetlerini değiştiren genç kesimden insanlar animeyi popüler kültürün bir parçası olarak yaşar. Anime, Japon kültürünün grafik ifade ve temaları yanında Batı kültürünü tamamen yok saymadan 21. Yüzyılda yeni bir sanat formu olarak var olmayı başarır.

Akira

[1-2-3] Aktaran: Kaba, F. (2014, Temmuz 23). Çizgi Filmlerde Grafik İfade ve Konu Açısından Kültürel Etkiler: Türk Çizgi Film Örnekleri. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 8(3), s. 167-170.

Sözü Geçen Çalışmalar

  • Alemdar, K., & Erdoğan, İ. (2011). Kültür ve İletişim. Ankara: ERK Yayınları.
  • Alicenap, Ç. T. (2012). Japon Çizgi Film (Anime) Sanatı Hayao Miyazaki Çözümlemesi ve Türkiye Örneği. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • Disney, W. (2010, Kasım 11). Biography.com. Ağustos 12, 2019 tarihinde www.biography.com/articles/Walt-Disney-9275533 adresinden alındı.
  • Grioux, H. (1994). Animating Youth: the Disneyfication of Children’s Culture. Socialist Review, s. 23-55.
  • Güngör, A. C. (2015, Ocak). Animasyon Sinemasına Ekoeleştirel Yaklaşım: ” Wall-E” Filminin İncelenmesi. The Turkish Online Journal of Design Art and Communication, s. 7.
  • Kaba, F. (2014, Temmuz 23). Çizgi Filmlerde Grafik İfade ve Konu Açısından Kültürel Etkiler: Türk Çizgi Film Örnekleri. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 8(3), s. 167-170.
  • Napier, S. J. (2008). Anime. İstanbul : Es Yayınları.
  • Özden, Z., & Ülgen, Ç. (2015). Canlandırma Filmi Yapım Sürecinde Karakter Tasarım Aşaması. Yedi: Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi, s. 24.
  • Öztekin, M. K. (2011). Manga: Bir Kültürel Direniş Aracı. İstanbul: İletişim Yayınları.
  • Teksoy, R. (2013). Ansiklopedik Sinema Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Oğlak Yayıncılık.
  • Tezcan, G. B. (1990). Animasyon Üretim Tekniklerinin Deneysel Analizi Üzerine bir Araştırma. Ankara: Hacettepe Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
  • Türker, İ. H. (2011). ”Canlandırma”nın Tarihçesi ve Türk Canlandırma Sanatı. İnönü Üniversitesi ve Tasarım Dergisi, 1(2), s. 232.
  • Watts, S. (1995, Haziran 01). Walt Disney: Art and Politics in the American Century. Journal of American History, 82(1), s. 84-110.
  • Wells, P. (2002). Animation and America. New Jersey: Rutgers University Press.
  • Zipes, J. (1995). Breaking The Disney Spell, From Mouse to Mermaid. Bloomington: Indiana University Press.

1 yorum

Mehmet Vehbi uysal 05 Kasım 2022 - 16:42

Çizgi sineması anlatmada insanı zorlamayan yüksek sanat dalı.bilgilendirmeleriniz mükemmel teşekkürler..

Cevapla

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir