Sinemada Dostoyevski

Yazan: Gamze Çakan
Sinemada Dostoyevski

Rus ve dünya edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, öyküleri ve karakterleri edebiyatın sınırlarını aşarak sanatın diğer dallarını da etkilemeyi başarmış ender yazarlardan biridir. Karakterlerinin gelişim ve dönüşümünde kendi yaşanmışlıklarından yola çıkarak rotalar oluşturan yazar, erişilmesi zor bir dürüstlük ve içgörüyle insanoğlunun varoluşsal ikilemlerini ele alır.

Franz Kafka’dan Albert Camus’ya, Sigmund Freud’dan Oğuz Atay’a bilim, felsefe ve sanat dünyasından pek çok kişinin çalışmalarına ışık tutan Dostoyevski, günümüzde de insanlığa ilham kaynağı olmaya devam etmektedir. Eserlerinde yer verdiği karakterizasyon ve olguların her dönemde güncelliğini koruması ve derinlikli anlatımı onu, yönetmen ve senaristlerin gözünde vazgeçilmez bir başvuru kaynağı haline getirmiştir.

Akira Kurosawa, Robert Bresson, Alfred Hitchcock, Martin Scorsese, Woody Allen, Andrzej Wajda, Aki Kaurismäki, Dennis Villeneuve gibi usta yönetmenler başta olmak üzere pek çok sinemacı, filmlerini tasarlarken Dostoyevski’den esinlenmiştir. Onlarca eseri olan Dostoyevski’nin sinemaya uyarlanan beş kitabının olduğu bir liste hazırladım. İyi okumalar.

The Brothers Karamazov (1958)

The Brothers Karamazov (1958)
Sinemada Dostoyevski – The Brothers Karamazov (1958)

Dostoyevski’yi kariyerinin zirvesine ulaştıran ve yazarın yaşamı boyunca üzerine düşündüğü tüm temaları içeren Karamazov Kardeşler, edebiyat dünyasının mihenk taşlarından biridir. Dostoyesvski’nin, ilk basımı 1880 tarihinde olan kitabın yayımlanmasından dört ay sonra hayatını kaybetmesi bu klasiği daha da önemli kılar.

Einstein’dan Freud’a, Tolstoy’dan Kafka’ya pek çok isim yıllar boyunca, Karamazov Kardeşler’e duyduğu hayranlığı dile getirmiştir. 19. yüzyıl Rusya’sında geçen hikaye, şehvet düşkünü bir baba olan Fyodor Pavloviç Karamazov ile hırslı ve babası gibi zevk düşkünü olan Dimitri; iyi eğitimli ve nihilist Ivan; Ivan’ın aksine hayatını Hristiyanlığa adamış olan Aleksey; -genellikle Alyoşa olarak geçen bu karakter Dostoyevski’nin üç yaşında hayatını kaybeden oğlunun adını taşıması bakımından önemlidir- ve son olarak Fyodor’un gayrimeşru çocuğu Smerdyakov’u merkezine alır.

Karamazov Kardeşler, sinemaya ve televizyona pek çok kez uyarlandı. Bu uyarlamalar arasında en dikkat çeken ise romanın ilk Hollywood uyarlaması olan 1958 tarihli aynı adlı filmdir. Akademi ödüllü yönetmen Richard Brooks’un senaryosunu Julius J. ve Philip G. Epstein ile birlikte kaleme aldığı filmin kadrosu da dikkat çekiciydi. Başrollerinde Yul Brynner, Maria Schell, Claire Bloom, Lee J. Cobb ve Albert Salmi’nin yer aldığı filmde ayrıca ünlü oyuncu William Shatner da ilk önemli performansını gösterdi. Romanda yer alan alımlı ve cazibeli Gruşenka için düşünülen ilk isimin de Marilyn Monroe olduğunu ekleyeyim.

Gelelim filmin aldığı tepkilere… Türkçe ilk baskısı 4 cilt ve 1700 sayfa olan romanı 2,5 saate sığrdırmaya çalışan film elbette hiçbir eleştirmen tarafından beğenilmedi. Yer yer başarılı bulunan oyunculukların, genele bakıldığında ruhsuz ve düz olduğunda çoğu eleştirmen hemfikirdi. Yapılan eleştirilerden biri de romandaki atmosferin filme aktarılmasındaki başarısızlığıydı.

Idiot (1958)

Sinemada Dostoyevski
Sinemada Dostoyevski – Idiot

Dostoyevski’nin 1868 tarihli romanı Budala, yalın konusu ve katmanlı anlatımıyla yazarın ilk büyük romanı sayılmaktadır. Budala ismiyle riyakar ve yozlaşmış bir toplumda dürüst bir yaşam sürdürmeye çalışan Lev Nikolayeviç Mişkin adlı karakterin naifliği ve iyi yürekliliğine vurgu yapılmaktadır.

Dostoyevski’nin “Niyetim bütünüyle güzel bir insanı anlatmaktır.” diye ifade ettiği ve ahlak anlayışı peygamber ahlakının parodisi olarak değerlendirilen Mişkin’in iç çatışmalarına yer veren Budala, derinlikli psikolojik tahlilleri ve ruhsal çözümlemeleriyle okuyucuya insan doğasına dair bir içgörü kazandırıyor. Roman, epilepsi hastası olan Mişkin’in, İsviçre’deki bir akıl hastanesinden taburcu olmasının ardından, mirasını almak için St. Petersburg’a dönmesiyle başlıyor.

Rusya’ya döndüğünde kendini entrika, ihanet ve cinayet üçgeninde bulan Mişkin, keskin zekasına rağmen sinir bozucu derecedeki iyi niyeti ve yeni tanıştığı Nastasya Filippovna’ya duyduğu amansız aşkıyla iki yüzlü bir toplumda varolma mücadelesi verir. Budala, her ne kadar aşk romanı olarak anılsa da aynı zamanda Rus toplumu hakkında yerinde eleştiriler içermesiyle de dikkat çeker.

Budala da tıpkı diğer Dostoyevski eserleri gibi pek çok kez sinemaya uyarlandı. Bu uyarlamalar arasında en dikkat çekeni 1951 tarihli Akira Kurosawa filmi Hakuchi olsa da gerek atmosferi gerekse karakterleri açısından Dostoyevski’nin eserine en sadık olan 1958 tarihli Ivan Pyrev uyarlamasından bahsedeceğim. Idiot filmi, zaman akışı romanla aynı olmasına karşın, romanın yalnızca ilk bölümünü esas almıştır.

Tıpkı Dostoyevski’nin eserinde olduğu gibi film de Mişkin’in İsviçre’den St. Petersburg’a dönüşüyle başlar. Pyrev, filmin kapsamını tek bölümle sınırlı tuttuğu için romanda bulunan bir çok karaktere filminde yer vermez ve bazı eleştirilere göre romanın derinliğini yansıtmakta başarısız olarak görülür. Buna karşın filmin atmosferini yani 19. yüzyıl Rusya’sını ve romandaki Nastasya Filippovna karakterini yansıtmaktaki başarısı, onun filmini diğer uyarlamalardan ayırır.

Prestuplenie i nakazanie (1970) | Crime and Punishment (2002)

Prestuplenie i nakazanie (1970) | Crime and Punishment (2002)
Prestuplenie i nakazanie (1970) | Crime and Punishment (2002)

Fransız edebiyat eleştirmeni Eugène-Melchior de Vogüé, Le roman russe isimli kitabında Dostoyevski’nin Suç ve Ceza eseri hakkında şunları söyler.

“Romanı zevk için okuruz umumiyetle, hastalanmak için değil. Suç ve Ceza’yı okumak, kendini isteyerek hasta etmektir. Kitabı okurken, daima bir ruh sancısı duyarsınız. Her kitap, yazarla okuyan arasında bir düello; yazar bize bir hakikat, bir hayal veya bir korku aşılamağa çalışır; biz de ya kayıtsızlığımızla karşı koyarız ona, ya aklımızla. Suç ve Ceza’da yazarın dehşet verme kabiliyeti, orta bir hassasiyetin dayanamayacağı kadar büyük. Ürpertici eserlerin en tanınmış ustaları, bir Hoffmann, bir Edgar Poe, bir Baudelaire, Dosto’ya kıyasla birer göz boyayıcı, birer edebiyatçı… Suç ve Ceza, Macbeth’den beri yazılan en derin suç psikolojisi etüdü.”

Dostoyevski’nin Sibirya’daki cezaevinden çıktıktan sonra kaleme aldığı Suç ve Ceza, başlangıçta aylık edebiyat dergisi Rus Habercisi’nde 1866 yılında 12 sayı şeklinde yayımlandı. Suç ve Ceza, maddi imkansızlıklar yüzünden okulu bırakmak zorunda kalmış eski bir hukuk öğrencisi olan Rodion Romanoviç Raskolnikov’un bir tefeciyi, sosyo-ekonomik güdülerin yanı sıra entelektüel bir merak sonucu öldürmesinin ardından içine düştüğü ahlaki ikilemi anlatır. Dostoyevski’nin Pierre François Lacenaire’in hayatından esinlenerek yarattığı Raskolnikov, insanları soyun devam etmesine yarayan basit insanlar ve yeni bir şey söyleyebilme yeteneğine sahip üstün insanlar olarak ikiye ayırır.

İkinci gruptakilerin yasalara karşı olduğunu hatta birer yasa koyucu olduğunu söyleyen Raskolnikov, kendinin de o grupta olduğunu kanıtlamak istercesine işlediği cinayet sonrasında, suçun getirdiği vicdan azabı ve mükemmel cinayeti işlemenin verdiği kibir arasında gidip gelmiştir. Gelelim Suç ve Ceza’nın sinema uyarlamalarına… Dostoyevski’nin diğer eserlerine nazaran uyarlaması en çok yapılan romanı Suç ve Ceza olmuştur.

Bu uyaralamalar arasında öne çıkan iki yapım, 1970 yapımı, Lev Kulidzhanov imzalı “Prestuplenie i nakazanie” nam-ı diğer “Suç ve Ceza” ile başrollerini Crispin Glover, Vanessa Redgrave, John Hurt ve Margot Kidder’in paylaştığı 2002 tarihli “Crime and Punishment”tır. Rusya’nın Hamlet’i olarak bilinen Innokentiy Smoktunovskiy ve Raskolnikov’u canlandıran Georgiy Taratorkin’in performanslarıyla göz doldurduğu Rus yapımı uyarlama, eleştirmenler tarafından romana oldukça bağlı ve atmosferi yansıtmada başarılı bulundu.

Diğer yandan eleştirmenler ve Dostoyevski severler 2002 yapımı BBC uyarlaması Crime and Punishment’a karşı o kadar anlayışlı değillerdi. Uyarlamayı ruhsuz ve kopuk bulan ve Crispin Glover’ın Raskolnikov’u canlandırırken abartılı bir oyunculuk sergilediğini düşünen çoğu insanın hemfikir olduğu tek şey John Hurt’ün etkileyici performansıydı.

Yeraltı (2012)

Sinemada Dostoyevski
Sinemada Dostoyevski – Yeraltı

Dostoyevski’nin 1864 yılında kaleme aldığı eseri Yeraltından Notlar, yazarın ilk büyük kitabı olarak kabul edilir. Yazarın diğer eserlerine oranla kısa olduğu için novella olarak tabir edilen uzun öykü şeklinde ifade edilmektedir. Kendini toplumdan soyutlamış bir adamın iç çatışmalarını ve hezeyanlarını merkezine alan öykü, iki bölümden oluşur. Yeraltı adı verilen ilk bölüm, Yeraltı Adamı olarak zikredilen isimsiz kahramanımızın itirafları, serzenişleri ve hayıflanmalarının yer aldığı uzun bir monolog şeklindedir.

Kahramanımızın içinde bulunduğu sosyal ortamın çıkmazları ve çevresindeki insanlardan neden tiksindiğini anlattığı uzun bir söylev niteliğindedir. Bu bölümde Yeraltı Adamı ayrıca, “Hadi efendim, iş cetvelle aritmetiğe dayanınca, iki kere iki yalnızca dört ediyorsa, iradenin lafı mı kalır! İki kere iki, iradem karışmasa da dört edecek. İrade bu mudur!” sözleriyle pozitif bilimlere ve insanlığın aydınlanması fikrine şiddetle karşı çıkar ve böyle bir dünyada iradenin yeri olmayacağını savunur.

Kahramanımız ayrıca çevresindeki insanlar tarafından hor görülmesini ve kabul edilmeyişini onların sıradanlığı ve bayağılığından kaynaklandığını öne sürerek, yalnızlığını ve izole yaşamını zeki ve bilinçli biri olmasına bağlar. Notlar adındaki ikinci bölüm ise kahramanımızın ilk bölümde bahsettiği düşüncelerin tezahürü niteliğindedir. Eski arkadaşlarıyla karşılaşan kahramanımız aradan bunca zaman geçmesine rağmen hiçbir şeyin değişmediğini görür. Yine kendini düneyevi zevklerle kuşatmış boş insanlar tarafından aşağılanmıştır.

“Yeraltından Notlar, hakikati kanla haykırır.”

Bu durumun üzerine kahramanımız öfke ve öç alma hissiyle kendini bir arada tutan iplerden sıyrılır. Varoluşçu edebiyatın ilk eserlerinden biri olarak kabul edilen Yeraltından Notlar, Dostoyevski’nin keskin zekasının sınırlarını zorladığı ilk yapıttır. Sessiz öfkenin bir manifestosu olarak kabul edilen roman Albert Camus gibi pek çok batılı düşünürü de bu anlamda etkilemiştir. Hatta Friedrich Nietzsche eseri, “Yeraltından Notlar, hakikati kanla haykırır.” sözleriyle ifade etmiştir. Tiyatroya, sinemaya ve televizyona pek çok kez uyarlanan eserin, 1995 tarihli Gary Walkow uyarlaması dikkat çeker.

Yeraltı adamını Henry Czerny’nin canlandırdığı film Dostoyevski severleri memnun etmiştir. Dostoyevski hayranlığını her fırsatta belirten ve onu kardeşi gibi gördüğünü söyleyen yönetmen Zeki Demirkubuz da Yeraltından Notlar’dan serbest bir uyarlama olarak Yeraltı filmini yapmıştır. Kadrosunda Engin Günaydın, Serhat Tutumluer, Nihal Yalçın, Serkan Keskin, Murat Cemcir gibi isimlerin yer aldığı film, eski arkadaşlarının akşam yemeğine katılan ve yarım kalmış hesaplaşmaları gün yüzüne çıkaran Muharrem isimli bir karaktere odaklanır. Arkadaşları tarafından nefret edildiğini bilmesine rağmen kendini buluşmaya zorla davet ettiren Muharrem’in yüzleşme dolu gecesi pişmanlık, utanç ve öfkeyle dolu bir şekilde ilerler.

Zeki Demirkubuz’un “Dostoyevski hikâyeleri ya da romanları arasında film yapma arzu ve isteğimin en zayıf gözükeniydi” diye tabir ettiği Yeraltından Notlar’ı yıllar sonra yeniden okuduğunda daha önce farketmediği bazı yönlerini keşfettiğini söyler.

The Double (2013)

The Double (2013)
The Double (2013)

Dostoyevski’nin 1846’da ilk romanı İnsancıklar’dan sonra yazdığı Öteki, yazarın üzerinde Yeraltından Notlar’a kadar sürecek olan Gogol etkisinin en belirgin olduğu eseridir. Öteki, özgüvensiz, içine kapanık ve utangaç bir devlet memuru olan Yakov Petrovich Golyadkin’in öyküsünü anlatır.

Her şey; sakin ve kendi halinde bir yaşam sürdüren Golyadkin’in, bir gün patronunun kızı için düzenlenen doğum günü partisine davetsiz bir şekilde girmesiyle başlar. Partideki uygunsuz davranışları yüzünden ayıplanan ve kovulan Golyadkin’in, küçük düşmesi ve hor görülmesi onu derinden etkiler. Bu olayın akabinde Golyadkin karşısında ismi de dahil olmak üzere kendine tıpatıp benzeyen bir adam bulur.

Kendi iş yerinde çalışmaya başlayan bu adamın yetenekli, zeki ve eğlenceli tavırları Golyadkin’in merakını cezbeder. Başlangıçta ötekiyle yakınlaşmayı deneyen Golyadkin zaman ilerledikçe işlerin sandığı gibi gitmediğini anlar. Bu farkına varış Golyadkin’in halihazırda mevcut olan paranoyalarını beslemeye başlar. “Öteki”sinin özgüvenli ve dışa dönük tavırlarıyla kendi çevresini kısa sürede etkisi altına aldığını görmesiyle tedirginliği daha da artan Golyadkin, kimliğinin çalınacağını düşünmeye başlar. İkilinin arasında Golyadkin’i deliliğe kadar sürükleyecek tuhaf bir savaş başlar.

“İleride Öteki’den benim başyapıtım olarak bahsedecekler.”

İlk yayımlandığı dönem eleştirmenlerin kafa karıştırıcı ve dağınık bulduğu Öteki, değeri daha sonraları anlaşılan değerli bir yapıttır. Dostoyevski’nin kardeşine yazdığı bir mektupta hakkında “İleride Öteki’den benim başyapıtım olarak bahsedecekler.” dediği eser, kişilik bölünmesi ile ilerleyen paranoid şizofreniyi en iyi anlatan yapıtlardan biridir. Ki o dönem paranoid şizofreni hastalığının tam olarak tanımlanmamış olması da Dostoyevski’nin içgörü veyahut empati becerilerinin ne denli gelişmiş olduğunun göstergesidir.

Çoğunlukla tiyatroya uyarlanmış olan Öteki, 2013 senesinde çoğu kişinin IT Crowd dizisinden tanıdığı Richard Ayoade tarafından sinemaya uyarlandı. Öncesinde çektiği Submarine filmiyle eleştirmenin övgüsünü kazanan Ayoade, başrollerini Jesse Eisenberg ve Mia Wasikowska’nın paylaştığı The Double filmiyle başarması zor bir görev üstlendi. Eseri, orijinal tonunu kaybetmeden ancak özgün bir şekilde uyarlamaya özen gösteren yönetmen, fantastik bir evren yaratmayı seçti.

Baş karakterin -ki bahsettiğimiz kişinin bir Dostoyevski karakteri olması, işi daha da zorlu kılıyor- iç dünyasındaki buhran ve çatışmaları görselleştirmenin ne kadar zor olduğunu bilen yönetmen; elini, Jesse Eisenberg’in başarılı performansı ve yarattığı distopik atmosferle güçlendirmiş. Aynı anda sinir krizinin eşiğinde olan utangaç bir karakter ve sosyopat derecesinde dışa dönük bir diğer karakteri aynı inandırıcılıkla canlandırmayı başarmış. Mia Wasikowska’nın da yer yer durağanlaşan olay örgüsüne hareket kattığını rahatlıkla söyelebilirim. Özetle The Double Dostoyevski hayranlarının nefret etmediği bir yapım olmuş, ki bu bir uyarlama film için yapılabilecek en iyi eleştirilerden biri.

2 yorum

PinaMina 04 Mayıs 2023 - 00:20

Dostoyevski’yi ve Sinemayı seven biri olarak içeriği okumak bana keyif verdi .Paylaşım için teşekkürler

Cevapla
Nesrin Şerbetçi 04 Mayıs 2023 - 19:56

Çok aydınlatıcı bilgiler, teşekkürler.

Cevapla

Yorum Yapın

Bunlar da İlginizi Çekebilir